Arama Yap
Bu konuda uzun uzadıya konuşacağız. Arapçada Hıtan, İngilizcede circumcision denilen ve Türkçeye sünnet diye geçen kavram bir erkeğin penis başını koruyan üst derinin (foreskin) kesilip atılması operasyonudur. Hıtan denilen olay Türkçeye sünnet olarak geçmesi eskilerin son derece tehlikeli bir algı operasyonu sonucu olmuştur. Böylece erkek sünneti peygamber sünneti ile eşleştirilecek ve tartışılmayacaktı. Ancak internetin yaygınlaşması ve bilgiye hızlı ulaşabilmemiz sayesinde erkek sünnetini tartışmamız gerektiğini gördük. İslam diye önümüze bırakılan sofrayı sorgulamamız gerektiğini anladık. Sofraya sonradan dâhil edilen yemeklerin İslam’a ait olmadığını anlamam onlarca yılımı aldı. Erkek sünnetini çoğu insan gibi ben de Kur’an’da yazdığını ve Allah’ın emri olduğunu sanıyordum. Ancak erkek ve kadın sünnetinin İslam’ın bir emri olmadığını artık biliyoruz. Erkek sünnetinin tarihi bundan 6000 yıl öncesine kadar uzanır. İlk olarak diğer dinlere kısaca bakalım.
Yahudilikte Erkek Sünneti ve Günümüzdeki Yahudilerin Konuya Bakışı
Tanrı İbrahim'e, “Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız” dedi, (9) “Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek.(10) Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. (11) Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dâhil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu (12) Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak. (13) Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir (14) (TEVRAT – YARATILIŞ 9,10,11,12,13,14)
Tanrı İbrahim'le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.(22) İbrahim evindeki bütün erkekleri -oğlu İsmail'i, evinde doğanların, satın aldığı uşakların hepsini- Tanrı'nın kendisine buyurduğu gibi o gün sünnet ettirdi.(23) İbrahim sünnet olduğunda doksan dokuz yaşındaydı.(24) (TEVRAT – YARATILIŞ 22,23,24)
Yahudiliğe göre sünnet Allah ile İbrahim (o zaman henüz adı Avram) arasında yapılmış Brit Mila adı verilen bir anlaşmanın mührü olacaktır, Allah Kenan ülkesinin (vaad edilmiş topraklar) İbrahim'in soyuna verileceğini ve bu soyun sonsuza kadar süreceğini söylemiştir, ancak bu anlaşmanın şartı, Yahudilerin sünnet olmalarıdır. Yahudilerin pazarlıkçı Tanrısı yeri geldiğinde insana acı verecek şeyler isteyebilmektedir. Tabi biz Müslümanlar Tevratı insanların değiştirdiğine inanırız o ayrı konu.
Yukarıdaki satırları okurken şaşırdığınıza eminim. Çünkü yukarıdaki Tevrat ayetleri bin yıldır İslam âlimlerinin (!) dilinde bir İslam yorumu olarak anlatılıyor. Geçmişte çoğu insan İslam âlimlerinin Kur’an’dan konuştuğunu sanırdı. Fakat günümüzde bilginin hızlı yayılması sayesinde geçmiş âlimlerin(!) aslında Kur’an diye bize Tevrat okuduklarını açıkça ifşa etmiştir. Hepsini kast etmiyorum. Kur’an’da bir kez bile erkek sünneti geçmez ancak imamlar, hocalar erkek sünnetinin İbrahim peygambere dayandığını, İbrahim peygamberin 90 yaşında sünnet olduğunu insanlara anlatırlar. Yukarıda verdiğim Tevrat ayetlerini görüyor musunuz? Bize anlatılanlar bire bir Tevrat’tan alınmış ve bize İslam diye servis edilmiştir.
Şunu belirtmeliyim ki Yahudi âlimleri sünnet ayetlerini farklı yorumlamaya başladılar. Artık bazı Yahudi alimleri sünnetin toplumdan tecrit etme anlamına geldiğini vurguluyor. Bazıları ise ayetleri yorumlayarak artık sünnetin bu dönem Yahudileri kapsamadığı sonucuna varıyor. Ne olursa olsun bugün dünyadaki Yahudiler erkek sünnetini terk ediyor. İsrail’de her yıl bu konuda konferanslar veriliyor Yahudi cemaati bilgilendiriliyor ve erkek sünneti terk ediliyor. Dr. Mark Reiss 69 yaşında emekli bir Yahudi doktor. Muhafazakâr bir sinagogun aktif üyesi. İşte söyledikleri:
Yahudi olmak için sünnet olmak zorunda değilsiniz, tıpkı Yahudi olmak için tüm diğer dini kurallara itaat etmenin zorunlu olmadığı gibi. Yahudilikte eğer anneniz Yahudi ise siz de Yahudi’siniz. Hepsi bu. Yüreğinizi ve içgüdülerinizi dinleyin. Erkek evlatlarınızın beden bütünlüğüne zarar vermeyin! Genç bir doktor olarak sayısız sünnet yaptım. Çoğu doktor ve çoğu Yahudi gibi sünneti sorgulamadım bile. Üst derinin bebek penisinin ucunu korumada ve yetişkinlikte cinsel fonksiyonda çok önemli rolü olduğunu öğrendim. Yeni doğan bebeğin acıyı yetişkinlerden çok daha fazla hissettiğine, çoğu bebeğin sünnet esnasında travmatik şoka girdiği için ağlamayı kestiğine şahit oldum.
israil’de çocuklarını sünnet ettirmeyen Yahudi ailelerin sayısı her yıl artıyor. Televizyonlarda sünnetin sağlığa zararlı olduğu anlatılıyor. İsrail’de ebeveynlerin birçoğu sünnet geleneğini sorguluyor. Amerika ve Avrupa da yaşayan Yahudi cemaatleri ise artık sünneti vahşi ve ilkel bir gelenek olarak görüyor.
Hristiyanlıkta Erkek Sünneti
Hristiyanlıkta Sünnet (circumcision) olayı yoktur. Hristiyanlar bu konuda daha farklı yol izlemişlerdir. Aslında erkek sünneti âdetinden Hristiyanları çekip çıkaran Hristiyanlığın kurucusu Pavlus’tur. Bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterir diyelim. Pavlus sünnet olayını kalp kirliliği olarak yorumlar.
Mesih bizi özgürlük için özgür kıldı. Bunun için dayanın. Bir daha kölelik boyunduruğunu takınmayın. Bakın, ben Havari Pavlus size şunu söylüyorum, sünnet olursanız Mesih’in size hiç yararı olmaz. (İNCİL GALATYALILAR 5.BÖLÜM)
Havariler sorar sünnet yararlı mıdır, değil midir?
Hz. İsa: “Sünnet yararlı olsaydı o zaman yaratıcımız insanları annelerinin karnından sünnetli çıkarırdı…” (THOMAS İNCİLİ – GNOSTİK İNCİL)
Kötülük yapan o adamlardan, o köpeklerden sakının; o sünnet bağnazlarından sakının! (FİLİPİLİLER 3.BÖLÜM)
İslam’da Erkek Sünneti
Benim dini inancım olan İslam’da erkek sünneti (hıtan) yoktur. Kur’an’da geçmez. Sahih ve güvenli kabul edilen hadisler içinde de geçmez. Ben hadisleri peygamberin sözleri olarak görmüyorum. Sadece görenler için bundan bahsetmek istedim. Fakat her nasılsa 9.yy.da bu konuda hadis uydurmayı başardılar. Bunu ya İslam’a sızan Yahudiler yaptı. Ya da Kur’an’ı bırakıp Tevrat’ı rehber edinen cahil âlimler (!) yaptı. İslam’a hıtan’ın nasıl geçtiğini tam olarak bilen yok. İslam’a soktukları hadis adlı rivayet ise şudur:
"Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir" (Ahmed b. Hanbel, V / 75; Ebu Davud Edeb, 167; el-Fethu'r-Rabbânî, XVII / 1312)
Aşağıda paylaşacağım Buhari rivayetini görünce gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Çünkü bu rivayet baştan aşağı şaka için söylenmesi gereken bir söz olması gerekir.
İbrahim (a.s), 80 yaşında balta ile kendisini sünnet etti (BUHARİ)
Yukarıdaki peygamberimize iftira eden rivayetler yeterli olmamış olacak ki dinciler mitoloji üretmeye ihtiyaç duymuştur. Bu mitolojilerden birinin iddiasına göre peygamberimiz sünnetli doğmuştur. Sanırım bu mitolojiyi uyduran kişi veya kişiler peygamberimiz doğar doğmaz gidip kontrol işlemini yaptılar. Keşke Müslümanlar ilk dönem Müslümanları gibi akla ve bilime önem verseler o zaman bu safsataları hiç dinlemeyeceklerdi. Ey Müslümanlar aklınızı kullanın sünnetli doğmak tıbben sakat doğmaktır. Bu bir anomalidir. Yani anormal bir sıkıntı var demektir. İkinci mitolojik uydurma ise Hz. Muhammed’in doğduktan sekiz gün sonra- tam da Tevrat’ın verdiği süre olduğuna dikkat edin- melekler tarafından sünnet edilmiştir. Bir Müslüman’ın bu efsaneye inanması aklına ve peygamberimizin öğretisine ihanetten başka nedir? Melekleri fenni sünnetçi yapmaya utanan Müslümanlar nerede?
Müslümanlar çelişkilerle dolu bir dine inanıyor. Hani sünnet İbrahim peygamberden kalmıştı? Eğer bu doğruysa Muhammed peygamber doğmadan önce bile Araplar ve Arabistan Yahudileri sünnet oluyordu. Şu halde Mekke de sünnetçi kalmadı mı ki Melekler sünnetçi oldu? Tamamen mitolojik safsatalar başka bir şey değil. Türkiye’de bu saçma mitolojileri din diye sunan ve insanlara İslam diye boş bir din sunanların başında sorularlaislamiyet adlı site gelmektedir. Bu sitenin dediklerinin yüzde biri bile İslam’da var olsaydı 20 yıl sonra tek bir tane bile Müslüman kalmaz. Bu tür siteler sahte bir dini İslam diye sunmaktadırlar.
Halife Ömer’in son yıllarında doğan (Hicri 21) ve sahabenin dahi çok saygı duyduğu bir âlimimiz var. İsmi çok bilinmez halk arasında. Hasan el Basri. Rivayetler doğruysa birçok insan onda peygamber hitabının olduğunu naklediyor. Bakalım o bu konuda ne düşünyor:
Rasûlüllaha uyarak birçok kimseler İslam'a girdi. Siyahı, beyazı, Romalısı, İranlısı, Habeşlisi... Ama bunlardan hiç birinin sünnet olup olmadıkları araştırılmadı. Şayet sünnet olmak vacib olsaydı, sözü edilenler sünnet olmadan İslam dinine kabul edilmezlerdi.
Hasan el Basri’nin dediği gibi peygamberimiz ve sahabeler döneminde sünnet diye bir olaydan kimse bahsetmiyor.
Sünnet İslam’ın Ön Şartı Mıdır?
İnanın sünnet gibi İslam’ın yakınından ucundan geçmeyen bir olay nasıl İslam’ın ön şartı haline gelmiş anlamak zor. Demek ki İslam’da Allah’tan başka kanun koyucular var. Müslümanlar Allah’ın dinine zam yaparak Allah’a din öğretiyorlar. Ayrıca İslam’a girmenin ön şartı olarak yapılan bu zam yüzünden İslam’a gelecek olan binlerce erkek bu kararından vazgeçmiştir. Sünnet bugün bile erkeklerin İslam’a gelmesine engel olan bir duvardır. Sünnet İslam ile insan arasında bir engeldir. Sünnet İslam’ın değil ön şartı son şartı bile değildir.
Kim tarafından dört hak mezhep olarak kabul edildiği bilinmeyen Sünniliğin dört mezhebi bu işe nasıl yaklaşıyor?
Mezheplerin bu işe yaklaşımı tam bir trajedi. Bugün Sünnilik ve Şiilik İslam’ın mezhebi olmaktan daha çok İslam’dan koparak bir din olmuşlardır. İşte o dinin mezheplerinin bu konudaki görüşleri
Hanefi : Erkek sünneti sünnettir, kadın sünneti sünnettir.
Şafi : Erkek sünneti vaciptir, kadın sünneti vaciptir.
Hanbeli: Erkek sünneti vaciptir, kadın sünneti sünnettir.
Maliki : Erkek sünneti sünnettir, kadın sünneti sünnettir.
Yukarıda imam Hanbeli’nin görüşü en garibi. Sünnet Hz. Muhammed’in yaptığı eylemlerdir. Kadın sünneti nasıl sünnet oluyor ben anlamadım :)
Sünnetin Kur’an’a Aykırı Olduğuna Dair Deliller Var Mı?
İlk olarak bizim şu konuyu iyi anlamamız gerekiyor. Sünnet bir dini mesele değildir bir sağlık meselesidir. Yani sünnet tıbbın konusudur. Tıp sağlıklı diyorsa yapılır zararlı diyorsa yapılmaz. Ve gördüğüm kadarıyla tıbbın bu uygulamanın zararlı olduğu yönünde daha baskın bir kanısı var. Sünneti reddeden Müslümanlar bunu Kuran’daki bazı ayetlere ters düştüğü için reddediyorlar ancak bu kesinlikle yanlış. Çünkü önümüze serilen ayetlerin bu konuyla bir alakası yok. Hâlbuki bir Müslüman erkek ve kadın sünnetini reddedecekse bunu sağlık sebebiyle reddetmeli. Çünkü sünnet tıbbın ilgi alanına girer dinin değil. Sünnete karşı olan Müslümanların delil olarak sundukları ayetler:
Doğrusu Biz insanı en güzel kıvamda yaratmış (4) sonra onu başlangıç noktasının en dibine döndürmüşüzdür.(5) (HAYAT KİTABI KURAN MEALİ – TİN 4,5)
Karşımıza getirdikleri ilk ayet Tin suresi 4’tür. Ancak Tin suresi bağlamından koparılmaktadır. Bu da yanlış bir anlama sebep olmaktadır. Tin 4 ve Tin 5 birlikte okunmalıdır. Ayrıca buradaki ifade açık bir şekilde mecazdır. Fiziksel olarak en güzel kıvamda olduğumuzdan bahsedilmiyor. Çünkü insan vücudu doğadaki en güzel kıvamlı vücut değildir. Çıta kadar hızlı değiliz mesela. Bir aslan kadar güçlü değiliz. Bir şahin kadar güçlü göremeyiz vs.. birçok örnek verilebilir. Ayrıca yirmi yaş dişleri gibi vücudumuzla tam uyum içinde olmayan parçalarımız var. Sakat doğan, engelli doğan insanlarımız var. Tin 4 “Biz insanı en güzel biçimde yarattık” şeklinde meallendiriliyor ve sanki fiziksel olarak en güzel biçimde yaratıldığımız kast ediliyormuş gibi anlatılıyor. Hâlbuki ayetin devamında “sonra onu başlangıç noktasının en dibine döndürmüşüzdür.” İfadesi geçiyor. Bu da bizi en güzel kıvamda yaratmadan kasıt her neyse ona ulaşmak için başlangıç noktasına geri döndürüldüğümüz anlatılıyor. Burada en güzel kıvamda yaratılmayı şöyle anlamalıyız diye düşünüyorum. Yaratılış amacımıza en uygun kıvamda yaratıldık. Bu kurduğum cümleye dikkatinizi vermenizi istiyorum. Tin 4 ve 5’ten benim çıkardığım sonuç şu: Allah bizi yaratılış amacımıza en uygun kıvamda yarattı sonra o kıvama ulaşabilmemiz için bizi sıfır noktasına bıraktı. Tecrübeyle, bilgiyle, acıyla, tatlıyla vs.. hayat yolculuğunda o kıvamı yakalamaya çalışıyoruz. O kıvama yaklaşan Allah’ın rızasına yaklaşır. O kıvama en çok yaklaşan peygamberler olduğuna inanıyorum. Çünkü Allah’ın hiçbir kimse için kullanmadığı dostum kelimesini İbrahim peygamber için kullanıyor Kur’an’da. Bu bir insan için en büyük şeref. Her neyse bu ayetin sünnetle alakası yoktur. Allah bizi en güzel biçimde yarattı o halde penis üst derisini kesmek bu en güzel kıvamı bozar şeklinde açıklamalarını mantıklı bulmuyorum. Çünkü biz aynı zamanda kıllı yaratıldık. Bu mantığa göre koltuk altı kıllar veya saçları kesmek de Allah’ın yarattığı en güzel kıvama aykırılık teşkil eder. Bu yüzden bu ayetleri bağlamından kopararak kendi tezimize kurban etmek doğru değildir.
O her şeye yaratılış amacıyla en uyumlu olma ve kemalini bulma (yeteneğini) bahşetmiştir. Öyle ki, insan türünü yaratmaya (basit) bir balçıktan başlamıştır. (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ - SECDE 7)
Bu ayette bağlamından koparılmış ve anlamından uzaklaştırılmıştır. Bu ayeti çoğu meal sahibi şöyle çevirmekte : ”O yarattığı her şeyi en güzel yaratmış ve insanın yaratılışına…” Fakat bu çeviri ayetin düz çevirisidir, ayetin anlattığı değildir. Kur’an’daki buna benzer ayetler fizikselliğe vurgu yapıyormuş gibi çeviriler yapılıyor. Mülk 3 (Evrenin harika yaratılışına atıf yapar), Haşr 24, Mü’min 64, Nisa 119 sünnete karşı çıkacağım derken yanlış anlamlandıran ayetler olarak karşımıza çıkıyor. Bunlardan Nisa 119’u da açıklayıp geçeceğim.
Onları saptıracağım ve kuruntularla oyalayacağım: zira ben onlara emredeceğim, onlar da hayvanların kulaklarını kesecekler; yine onlara emredeceğim, onlar Allah’ın yaratışını değiştirecekler! Fakat Allah’ı bırakıp şeytanı kendilerine veli edinenler, apaçık bir ziyana uğramış olurlar (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ - NİSA 119)
Yukarıdaki hayvanların kulaklarını kesme âdeti geçmişte yapılan bir uygulamaya eleştiridir. İnsanlar ilk önce hayvanları kutsal sayıyor sonra onların kutsal olduğunu başka insanlarda anlasın diye kulağı kesiliyor ve doğaya salınıyordu. Nisa 119’un bu bölümü Allah’ın hayvanları ilahlaştırma, kutsallaştırma girişimine karşı bir uyarısıdır. “Allah’ın yaratışını değiştirecekler!” sözü ise çok boyutlu bir ifadedir. Buradan Allah’ın yarattığı saf fıtratı değiştirme şeklinde mecaz olarak anlayacağımız gibi insan klonlama, insan genetiğiyle kötü amaçlarla oynama vb.. bilimsel ahlaksızlıklardan bahsediyor da olabilir. Yoksa fiziksel olarak insan değiştirme bu ayetten çıkmaz. Çünkü dediğim gibi bir insan sakat doğabilir. Bir cerrahın bunu düzeltmeye çalışması yaratışı değiştirmek olarak yorumlanamaz. Ya da koltuk altlarının traşı yaratılışı değiştirmek değildir. Bu ayet insanın yaratılış amacının değiştirilme çabasına vurgu yaptığı kanaatini taşıyorum. Belki de ayet bilmediğimiz bambaşka bir bilimsel olaya atıf yapıyordur – ki öyle bir havası da mevcut- Neyse Nisa 119’dan sünnet olmamalıyız gibi bir sonuç çıkmaz. Biz evrendeki en kusursuz ve en güzel varlık değiliz.
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Sünnet dinin değil tıbbın konusudur. Tıp sünnet zararlı diyorsa yapılmaz, yararlı diyorsa yapılır. Ancak sünnet sektöründe büyük paralar dönüyor. Ayrıca çoğu inançlı doktor olaya objektif bakamıyor. Faydası olmamasına rağmen varmış gibi konuşuyor. Tıbbi veriler sünnetin zararlı olduğu fikrine daha yakındır. Bırakalım çocuğumuz 18 yaşına gelsin ve kendi karar versin. Bir insan kendi bedeni ile ilgili geri dönüşü olmayan bir kararı ancak kendisi vermelidir. Tıbbi olarak bir gereklilik ve zorunluluk olmadan insanın vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahalenin insan haklarına aykırı olduğunu düşünüyorum. İnsan kendi bedeni hakkında kendisi karar vermelidir. Müslüman doğulmaz olunulur. İslam kişinin bilinç çağına eriştiğinde kendi seçimiyle seçeceği bir dindir. Müslüman anne babadan doğan bir çocuk Müslüman olur diye bir şey dinimizde yoktur. Bu Yahudilikte vardır. Din kan bağıyla geçmez. Din bir seçimdir. İslam’da erkek sünneti yoktur. Olsaydı bile çocuğun büyüyüp kendi rızası alındıktan sonra bu işlem yapılmalıydı. Yani bu bir bebeğin sünnet edilmesi hakkını anne babaya vermez. Çünkü bebek büyüdüğünde ateist olabilir, Hristiyan olabilir, ya da başka bir dini seçebilir. O zaman ne olacak? Çocukken inanmadığı bir inanç için vücut bütünlüğünden olmuş olacak. Bu zulümdür.
Geçen yazımda erkek sünneti Allah’ın emri midir, İslam bu konuya nasıl bakıyor onu irdelemeye çalıştık. Ama maalesef insanları alışkanlıklarından soyamıyorsunuz. Bin yıl boyuca hırsızlardan oluşan bir topluluğun içine bir kabile yerleştirdiğinizi düşünün. En fazla 50 yıl sonra o yerleşen kabilenin tüm fertleri bu olayı normal karşılayacaktır. Normal gelince doğal olanın bu olduğunu düşünmeye başlayacaklardır. İçlerinden birinin bu işin yanlış olduğunu düşünmeye başlamasıyla birlikte toplum o kişiyi baskı altına almaya başlayacak onu dışlayacaktır. Ama bir yanlış, insanlara doğal geliyor diye devam ettirilmesi için sessiz kalmamalıyız.
Sünnet aslında bir Pagan geleneğidir ve semavi dinlerden eskidir. Tarihi şimdiki verilere göre 6000 yıldan çok daha eskidir. Antik Yunan’da da sünnetin var olduğu bilinmektedir. İslam öncesi Araplar da Pagan, yani ''putperest'' olduklarından onlarda da bu geleneğin var olduğu bilinmektedir. Çünkü Peygamberimizin vefatından sonraki çok yakın dönemlerde "sünnet dinin emri midir yoksa kültür müdür?” diye tartışılmıştır. Hasan el Basri bunun dinin bir gereği olmadığını söyleyen ilk dönem âlimlerimizdendir. Araplar ise tarih boyunca yakın oldukları antik Mısır, Babil ve Yahudi toplumlarından sünnet olma kültürünü kaptıkları kabul edilebilir bir tez olarak önümüzde durmaktadır. Arapların İslam öncesinde sünnet oldukları bilinmektedir. Ancak istisnasız hepsi mi sünnet olurlardı yoksa topluluğun bir kesimi mi bu işlemi uygulardı bunu söylemek zor. Ama yine de eldeki veriler İslam öncesi tüm Arapların sünnet olduğunu göstermiyor. Benim tahminime göre sünnet olayı Araplara şu şekilde sirayet etti. Yahudiler Babil sürgünü dediğimiz sürgünü yaşadıklarında birçok Babil pagan kültürünü içlerine aldılar. Sürgün bitip geri döndüklerinde pagan kültürünü de dinlerine ve Tevratlarına taşıdılar. Araplarla iç içe yaşayan Yahudilerden bu gelenek kendilerine geçmiş olmalı. Yahudilerle birlikte yaşamayan Araplar ise bu geleneği uygulamadı.
Sünnet, antik Mısır'da da uygulanan bir eylemdi. Bazı mumyaların sünnetli olduklarının gözlemlenmesi ve antik Mısır’dan günümüze kalan bu işlemin nasıl uygulandığını gösteren duvar resimleri kanıt olarak günümüze kadar ulaşmıştır.
Erkek Sünneti Nasıl Ortaya Çıkmış Olabilir?
Sünnet’in nasıl ortaya çıktığı şimdilik tahminlerden ibarettir. Bilimin henüz cevap bulmaya çalıştığı konular arasındadır. Ancak bu mantıklı tahminler yapmamıza engel değildir. Sünnet, geçmişte Akdeniz kıyısı toplumlarda taş aletlerle yapılmıştır. Bu sebeple sünnet, Taş Çağı'ndan kalma bir gelenek olarak düşünülmektedir. Mantıklı bir tahmin yapmam gerekseydi, ilkel Taş Çağı dönemlerinde sünnet derisinde hijyensizlik vb.. sebepler yüzünden sağlık problemleri yaşayan bireyler son çare olarak deriyi kesmek zorunda kalmış, zamanla bu bir gelenek halini almış olabilir. Akıl ve bilim iyi bir noktada olmadığı için penisin üst derisinin sürekli sorun yaratan bir parça olduğunu düşünmüş olabilirler. Doğan her insanda da bu sorunun mutlaka olacağına inanmış olmalılar. Bu tıpkı şuna benzemiş olabilir: Apandisim ileride patlayabilir şimdiden alayım.
Antik Yunan toplumunda da sünnet görülse de çok daha farklı bir amaca hizmet eder. Tanrıça Kibele’ye tapınılan Pessinus Tapınağı'nda rahip olmak isteyen erkekler Rahip olmanın ön şartı olarak penisleri bütünüyle kesilerek hadım edilirlerdi. Daha sonra bu geleneğin öteki toplumlara penisin sadece ucundaki derinin kesilmesi olarak geçtiğine de inanan araştırmacılar var.
Heredot, sünnetin bir dönem sadece Mısırlılar, Etiyopyalılar ve Kolkhisliler tarafından uygulandığını, daha sonra Filistin'de yaşayan Fenikeliler ve Suriyeliler tarafından da bu topluluklardan görüldükten sonra benimsendiğini söylemektedir. Gördüğünüz gibi ilkel toplumlardan günümüze gelen ve tartışılmasına bile tahammülünün bulunmadığı bir tabuya bu şekilde dönüşmüştür.
İslam'da bir karşılığı olmasa da, Yahudi mitolojisinde Lilith adlı bir figürden söz edilir. Efsaneye göre Lilith, Âdem’in ilk eşidir, ancak itaat etmeyi kabul etmeyince Allah Lilith'i lanetlemiş ve daha uysal bir karakteri olan Havva'yı yaratmıştır. İddiaya göre, Lilith insanların bebeklerine musallat olmaktadır ve sünnet Lilith'i bebeklerden uzak tutan bir unsurdur. Gerçi bu mitoloji kadınları erkeğe itaat ettirmek ve onları köleleştirmek isteyen erkeklerin uydurduğu çok açıktır. Erkekle kendsini eşit gören kadın figürü olan Lilith mantıklı olanı yaptığı için Tanrının lanetine uğruyor güya. Gerçi efsanenin devamı brezilya dizileri gibidir. Yeri değil ama açıklamasam içimde kalacak :)) Lilith daha sonra gidip Müslümanların iblis diye bildiği Hristiyanların Lucifer dediği şeytan ile evlenir. Ondan boy boy şirin şeytan çocukları yapar. Sonra Lilith, Âdemden yani eski eşinden intikam almak için geri döner. Galiba Âdem’i sevmese bile kıskançlık galip gelir. Havva’yı kaldıramayan Lilith Âdemoğullarının bebeklerine musallat olur. Neyse efsanedeki ana fikir şudur: Kocasına köle olmayan kadını Allah lanetler yerine Havva gibi köle olmayı kabul eden birini yaratır :)) Tabi İslam’da Allah’tan başka hiç kimseye mutlak itaat yoktur. Havva da erkeklere itaat için yaratılmamıştır. İslam’da kadın ve erkek birbirlerine karşı saygılı olmak zorundadır, kul ya da köle değil.
Her neyse sonuç olarak birçok tahminde bulunabiliriz. Belki de ilk çağ insanları çıkan bulaşıcı bir penis hastalığına yakalandıkları için sünnet olma işlemini başlattılar. Bundan sonraki nesiller de sorgulamadan bunu örf olarak kabul etmiş olabilir. Kur’an Müslüman olsun olmasın herkese atalarının dinini terk etmeyi emreder. Bu emrin perde arkasında sorgulama vardır. Kur’an sorgulayan, düşünen bir toplum inşa etmek ister. Atalarımız bize sünnet olmamız gerektiğini söylediğinde biz de onlara dönüp "niçin?" diye sormazsak aklımıza, bilincimize ve atalarınızın dinini terk edin diyen Kur’an’a saygısızlık yapmış olmaz mıyız? Tıbbi hiçbir gerekçe gösterilmeksizin, faydaları sıralanmaksızın niçin sünnet olma geleneğini devam ettirelim? Ve Kur’an insanlığa seslenir: “Ya ataları doğru yolu bulamamış iseler”
Bu güne kadar hep sünnetin faydalı olduğu, gereksiz ve ileride sorun olabilen bir deri parçasını atmaktan ibaret olduğu ve başkaca da faydaları bulunduğu iddialarıyla yetiştik. Ancak bu iddialar gerçek mi? Bu yazımda bilim insanı Nil Gün’ün Sünnetle ilgili yalanlar ve gerçekler adlı kitabın özetini ve kendi fikirlerimi sunacağım. Kitabından bire bir kopya çekeceğim için kendisinden özür diliyorum. Fakat bu eser bilinmelidir. Türkiye’de adam akıllı yapılmış tek araştırma kitabıdır. Nil Gün hanıma emeklerinden dolayı sonsuz şükranlarımı sunuyor ve Bilim insanı Nil Hanım'ın kitabını okumanızı şiddetle öneriyorum.
Sünnet Nedir?
İlk olarak sünnetin ne olduğuna değinelim. Çoğu insanın erkek sünnetini (Hıtan) erkek penisinden bir parça kesilmesi olayı diye düşündüklerine eminim. Özellikle çocuklar böyle düşünür. Ancak sünnet bu değildir. Dört çeşit Erkek sünneti mevcuttur. En yaygın olanını anlatayım. Sünnet, penis başını kaplayan mukozal dokunun ve deri tabakasının (preputium) cerrahi olarak kaldırılmasıdır. Bu çifte tabaka daha çok sünnet derisi (penis üst derisi) olarak bilinmektedir. Sünnet erkeklerde preputium (penis başını koruyan deri), kadınlarda klitoris kesme şeklinde günümüze kadar devam etmiştir.
NOT: International Coalition for Genital Integrity (Uluslararası Genital Bütünlük Koalisyonu), sünneti “birinci dereceden cinsel açıdan sakatlayıcı operasyon” sınıfına sokmuştur.
Sünnet Derisi gerçekten işe yaramaz bir parçamız mı?
Bu kesinlikle yalan. Her lobide olduğu gibi Sünnet Lobisi de kendi alanında aktif çalışmaktadır. Uluslararası kamuoyunda büyük bir algı operasyonu yapmaktalar. Tıpkı bir zamanlar kurşunun insan sağlığına zararlı olmadığını açıklayan doktorlar gibi. Petrol şirketleri en saygıdeğer doktorları satın almış onlar aracılığıyla benzine karıştırılan kurşunun zararsız olduğuna insanları inandırmışlardı. Ta ki bilimin şerefini meslektaşlarına hatırlatan Clair Cameron Patterson ortaya çıkana kadar.
Sünnet derisinin kanıtlanan üç işlevi var:
- Cinsel işlevi
- Koruyucu işlevi
- Duyarlılık işlevi
Koruyucu İşlevi:
Doğum sonrasında genellikle sünnet derisi penise yapışık haldedir. Daha sonra kendiliğinden ayrılır. Bebeğe bez bağlandığı bu dönemdeki işlevi, penisi tahrişten ve yaralanmalardan korumaktır. Hayat boyunca da penis başını yumuşak ve nemli tutarak yaralanmalardan korumaya çalışır. Göz kapakları gözleri nasıl korursa, üst-deri de glansı (Penis başı) korur ve onu nemli, yumuşak ve duyarlı tutar. Aynı zamanda ortalama ısıyı, pH dengesini ve temizliği sağlar. Glansın (penis başının) kendisi sebaceous bezlerini yani derimizi nemlendiren sebum veya yağ maddesini üreten bezleri bulundurmaz. Glansın yüzeyini sağlıklı tutan sebumu üstderi üretir.
Üst derinin koruyucu görevleri arasında bağışıklık sistemindeki görevini de sayabiliriz. Bütün vücut deliklerini çevreleyen mukoz zarlar, vücudun ilk savunma duvarıdır. Üst derideki bezler, lizozim gibi antibakteriyel ve antiviralleri üretirler. Yani enfeksiyona karşı mücadele eden antikorlarları, yani immunoglobinleri salgılarlar.
Cinsel İşlevi:
Sünnet derisindeki mukoza ve frenulum gibi belirli bölgeler; özellikle hassas dokulardan oluşmuştur ve cinsel zevke katkıda bulunurlar. Buradaki özelleşmiş sinir uçları, cinsel zevki ve kontrolü arttırır. Sertleşmiş halde penisin üstderi içinde hareket edebileceği geniş bir alan vardır. Penis bu alan içerisinde hareket edebilir. Bu da tahriş olmaktan ve yapay kayganlaştırıcılara duyulan ihtiyaçtan kurtarır. Penis başı ve üst-deri doğal olarak birbirlerini uyarırlar.
Üstderinin görevlerinden biri, iki cinsin ilişki sırasında mukozal yüzeylerinin birbiri üzerinde hareket etmesini sağlamaktır. Üst deri penisin kendi hareketli, yağlı kılıfı içersinde vajina içine girip çıkmasını sağlar. Dolayısıyla dişi, erkeğin sünnet derisi eksik olduğu zamanki gibi sürtünme sonucu değil, hareket eden basınç ile uyarılır.
Duyarlılık İşlevi:
Üst-deri parmak uçları, ya da dudaklar kadar duyarlıdır. Özelleşmiş sinir alıcılarından, penisin başka hiçbir yerinde olmadığı kadar çok sayıda ve çeşidini barındırırlar. Bu özelleşmiş sinir alıcıları hareketi, sıcaklıklardaki çok küçük değişiklikleri ve yüzeydeki hassas değişiklikleri algılayabilirler.
Kesilen Üst derinin bir görevi de sertleşme sırasında penisi kaplamaktır. Serleştiğinde penis gövdesi daha uzun ve kalın olur. İki katlı üst-deri tabakası, büyüyen bu organı içine alacak gerekli deri yüzeyini sağlar. Böylece penis derisi yumuşak ve rahat bir şekilde gövde ve glans üzerinde kayabilir.
Kız ve Erkek Çocuklarında Preputium (Üst-deri)
Bütün memelilerin üst-derisi vardır. Her normal insan da üst-deri ile doğar. Üst-deri kızlarda klitorisin glansını korur, erkeklerde ise penisin glansını. Biraz glans kavramını açıklayayım. Erkeklerde penis başına bilim dünyasında glans ismini vermişler. Kızlarda ise vajinanın içinde haz alma organı olan klitoris bulunur. Kadınların penisi klitoristir desek yanlış bir şey söylememiş oluruz. Klitorisin de penis başına benzer bir bölümü vardır. Bu bölüme de klitoris glansı denir. Kızların doğumunda üst deri, klitoris organıyla kaynaşmış haldedir. Anlayacağınız üst-derinin görevi, hem kızlarda hem erkeklerde glansı korumaktır.
Sünnetin zararları nelerdir?
Sünnetin zararlarına karşı ispatlı birçok araştırma bulunmakta. Bu araştırmaları Nil Gün Hanımın Sünnetle ilgili yalanlar ve gerçekler adlı kitabında bulabilirsiniz.
- Kesilen deri miktarına bağlı olarak, sünnet, erkeği penis derisinin %80 kadar veya daha fazlasından mahrum bırakır. Sünnet derisinin uzunluğuna bağlı olarak, onu kesmek, penisi %25 veya daha fazla kısa yapar. Anatomik araştırmalar göstermiştir ki, sünnet bir metreden fazla damar, arter ve kılcal damarları, 80 metreye yakın sinir uzunluğunu ve 20,000’den fazla sinir ucunu yok eder. Üst-derinin kasları, bezleri, mukoz tabakası da bunların yanında yok olup gider.
- Sünnet penisi, katı bir şekilde hissizleştirir. Üst-deri (sünnet derisi) amputasyonu, üst-derinin kendisindeki zengin sinir ağını ve sinir alıcılarını yok etmek anlamına gelir. Sünnet, neredeyse her zaman frenulumu ya yok eder ya da büyük zarar verir. Koruyucu üst-derinin kaybedilmesi glansı (penis başını) hissizleştirir. Sürekli dışarıda kalan glansı kaplayan membran şimdi sürekli aşınma ve irritasyon ile karşı-karşıya olduğundan keratinleşir, sert ve kuru olur. Normal, sağlam bir peniste, mukoz zarın tam altında olan glanstaki sinir uçları, şimdi birbiri üstüne oluşan keratin tabakalarının altına gömülmüştür. Köreltilmiş glans(penis başı) şimdi donuk, gri ve sklerotik bir görünüm alır.
- Sünnet, penis derisindeki ve penis başındaki normal kan dolaşımını bozar. Ana penis arterlerine akmak isteyen kan, yarma noktasındaki yara dokusu ile engellenir, bu da kanın daha ilerdeki diğer kılcal damarları beslemek yerine geri doğru akmasına neden olur. Kandan yoksun olan meatus büzülüp yara oluşturabilir, bu da idrar akışını engeller. Meatal Stenosis denen bu durum, genellikle düzeltici cerrahi müdahale gerektirir. Bu hastalık neredeyse tamamen sünnetli çocuklarda görülür.
- Sünnet Hijyen ve Sağlık Dışıdır. Sünnet hakkında en yaygın olan efsanelerden biri, sünnetin penisi daha temiz ve bakımı daha kolay yaptığıdır. İlginç olan kadınların da buna inandırılmış olmasıdır. Türkiye’de bu konunun konuşulduğu internet sitelerini taradığımda kızların sünnetli penisin daha temiz olduğuna delilsiz bir şekilde inanmaktadırlar. Böyle inanmalarının sebebi beyinlerinin bu doğrultuda yıkanmış olmasıdır. Yani bu doğru değildir. Gözkapakları olmadan gözler daha temiz olmaz, penis de üstderi olmadan daha temiz olmaz. Yapay olarak dış organ haline getirilen glans (penis başı) ve meatus, kire ve aşınmaya sürekli açık haldedir, bu da sünnetli penisi daha kirli yapar. Koruyucu üstderinin kaybolması, üriner yolu bakteri ve viral patojenlere karşı korumasız bırakır.
- Sünnet her zaman ciddi, hatta trajik sonuçları olan bir müdahaledir. Cerrahi komplikasyon oranı 500’de birdir. Bu komplikasyonlar kontrol edilemeyen kanama ve ölümcül enfeksiyonları içerir. Sünneti takip eden kangren ile ilgili pek çok yayınlanmış olay vardır. Staphylococcus, Proteus, Pseudomonas gibi hastalıklı bakteriler ve diğer koliformlara, hatta tüberküloza ve ölüme götürecek diğer enfeksiyonlara yol açabilir. Ya da şöyle düşünün. Afrika’da veya 3. Dünya ülkesi dediğimiz ve değil doktor ve hastanenin, ilacın ne olduğunu unutmuş ülkelerde bu durum ne kadar tehlikeli biliyormusunuz? Afrika’da yapılan sünnet merasimini izledim. Bu konudaki belgeselleri siz de izleyebilirsiniz. Erkek çocukların o koşullarda sünnet edilmesinden sonra yaşaması bile mucize. Niçin mi? Afrika’daki bazı topluluklar sünneti erkekliğe adım olarak görüyor. Bu yüzden 19-20’li yaşlarda sünnet yapılıyor. Sünnet son derece ilkel yöntemlerle local anestezi olmadan yapılıyor. Sünnetten sonra 1 hafta boyunca erkeği kimse görmeye gitmiyor. Ormanda toplumdan dışlanmış bir halde çadır içinde yaşamaya mahkûm ediliyor. Sünnetten sonra durum ters giderse ve cinsel organda bir enfeksiyon görülürse erkek hastaneye gidemez. Bu utanç verici olarak görülüyor ve toplum o erkeği dışlıyor.
- University of Colorado Tıp fakültesinde yapılan çalışmalarla sünneti olan bebeklerin non-REM uykularının rahat olmadığı belgelenmiştir. Sinir yollarına karşı yapılan ve dayanılmaz bir acı veren sünnet operasyonuna karşı sünnetli bebekler bir yarı-koma durumuna girerler. Bu koma günler, hatta bazen haftalar sürebilir.
- Sünnet kadın ve erkek iki taraf içinde cinsel zevki büyük ölçüde azaltıyor.
- Doğal penisi olan erkekle birlikte olan kadınlar, sünnetli erkeklere göre beş misli daha fazla vajinal orgazm ve çoğul vajinal orgazm yaşadıklarını belirttikleri beyanları bulunmakta
- Çocukların sünnet edilmeleri, İleriki yıllarda, “ejekülasyon pirecokcks” dedilen erken boşalmaya sebep oluyor. Erken boşalma yaşayan erkekler, kadınlarda vajinal orgazm yetersizliğine ve dişi gücüne ulaşamamasına yol açıyor.
- İleri yaşlarda sünnet olan birçok erkek cinsel ilişkiden aldığı hazzın hemen hemen yüzde seksen azaldığını belirttiler ki bu tıbben de kanıtlanmıştır. (Azalma oranı %50 ile %80 arasındadır.)
Sünnetle beraber neler kaybediliyor? (Gary L. Harryman Raporu 14 Şubat 1999)
- Dartos Fascia adındaki ısıya duyarlı yumuşak kas tabakasının yaklaşık olarak yarısı.
- Bağışıklık sisteminin bir parçası olan özelleşmiş Epitelyal Langerhans hücreleri;
- İçinde dorsal sinirin uzantıları da olan yaklaşık olarak 75 metre uzunluğunda mikroskobik sinir.
- Yavaş hareketleri, sıcaklıklardaki düşük oynamaları, ve yüzeydeki ince farklılıkları hissedebilen, çeşitli tipte 10,000 ile 20,000 arasında özelleşmiş erotojenik sinir uçları.
- Amacı ve değeri henüz tam olarak anlaşılmamış olan estrojen alıcıları.
- Hareketli penis derisinin %50’sinden fazlası
- Erkek vücudunda en fazla zevk yaratan bölge. Yoğun olarak sinirlerle bezenmiş olan bu bölgenin kaybedilmesi, geri kalan penisin hassasiyetini normal bir deri tabakasının hassasiyeti ile aynı hale indirir.
- Penisi nemlendirip kayganlaştıran ectopic sebaceous bezleri.
- Gerekli “kayma” mekanizması. Eğer açılır ve düz olarak yayılırsa, ortalama yetişkinin üstderisi 104 santimetrekare yer kaplar.(yaklaşık olarak bir posta kartı kadar) Kendi kendini kayganlaştıran ve hareketli olan bu deri, penise kendi içinde kayma özelliğini kazandırır; bu da vajinayı kurutmadan, yapay kayganlaştırıcılara ihtiyaç duymadan cinsel ilişkiyi sağlar.
- Sünnetli penis, sünnet edilmemiş penise göre oldukça incelir
- Sünnet sırasında üstderiyi penise bağlayan doku yırtılarak koparıp atıldığı için, sertleşmiş penis uzunluğunun 2.5 cm kadarı da kaybolur. Her yıl pek çok erkek kötü operasyonlarda ve enfeksiyonlarda penislerini kaybederler.
- Her yıl pek çok erkek tıbben gereksiz sünnet operasyonlarında hayatlarını kaybederler. Bu genellikle 3. Dünya ülkelerinde olur. Bu ölümler kimse tarafından önemsenmediğinden ve haber değeri görmediğinden ya da bilinçli karanlık bir el tarafından medyaya yansıtılmaz. İnsanlar haberdar olmaz.
- Henüz bilimsel olarak kanıtlanmamasına rağmen, penis ile vajinanın mukozal dokusu arasında gerçekleşen elektrik transferi kadının orgazm olmasına yardım eder. Sünnet ile erkekteki mukozal tabakanın kaybedilmesi, bunu engeller.
Sünnet Endüstrisi ve Tüccarların Bataklığı
Sünnetli erkek cinsel ilişki sırasında erken boşalırlar. Onun için geciktirici denilen sex shop malzemesi veya cinsel iktidarsızlık ilaçları genelde bu ülkelerinde satılır. Türkiye’de her yıl 6 milyon kutu viagra satıldığına dair milliyet gazetesinde 2012 yılında haber çıktı. Hürriyet gazetesi 2004’te yaptığı bir haberde Türkiyedeki erkeklerin 5 yılda 10 milyon ereksiyon ilacı tükettiğini yazdı. Bu ilaçları bize satmak için mi doktorlar sünnet faydalı diyor?
Dünya’da sünnetin tıbbi yalanlar ve yayınlarla desteklenmesinin en büyük sebebi milyar dolarlık sünnet endüstrisidir. Sünnet düğünleri, giysileri, salon kiraları, hediye, doktor veya sünnetçi ve din görevlileri masrafları vb. büyük bir para çarkı dönüyor. Türkiye’de özel hastanelerde sünnet ameliyatı için gayet iyi bir ücret (en az 1000 TL) alıyorlardır. Ayrıca 1980’den beridir ABD’de özel hastaneler kesilmiş sünnet derilerini biyo-araştırma laboratuarlarına, ilaç ve kozmetik şirketlerine satıyorlar. Doktorların belli bir kısmının endüstriler adına tetikçilik yapıp onların isteğiyle beyan verdikleri bugün kanıtlanmıştır. Var olmayan hastalıklar sallayıp - hiperaktivite gibi- sonra da o uyduruk hastalığa ilaçlar yazmaktalar. Ticaret tıbba hâkim olmuştur. Artık bir doktorun insan hayatının kutsiyetine inanan o adam mı yoksa tüccar mı olduğu belli değildir. Sünnet yararlıdır diyenlerden bilimsel tek bir kanıt duymuyoruz. Ey İnsanlar! YALAN SÖYLÜYORLAR.
Bu yazım uzadığı için bir yazı daha yazacağım konuyla ilgili. Ancak ondan önce yaşanmış bir olayı aktarıp vicdanınıza bırakacağım. Truth Seeker dergisinin Temmuz/Ağustos 1989 sayısında yayımlanan bu Makalede Marilyn Fayre Milos adındaki hemşire annenin üç çocuğunun sünnetiyle ilgili söylediklerine kulak verelim.
“Üç çocuğumun sünnet edilmesine rıza gösterdiğimde, sünnetin ne olduğunu bilmiyordum. Doktor bana bunun gerekli bir sağlık önlemi olduğunu, acıtmadığını ve sadece bir dakika sürdüğünü söylemişti. Ben de, göbek bağını kesmek gibi, diye düşünmüştüm. Seneler sonra, hemşirelik okulunda, operasyonu ilk defa gördüğümdeyse, buna kesinlikle hazır değildim.
“Biz öğrenciler, yenidoğan bölümünde bir odaya alınmıştık. Bir bebeği, odanın ortasındaki bir masanın üzerine bacakları açık bir şekilde bağlanmış halde bulduk.Bebek, bağlarıyla mücadele ediyor, bağırıyor, çırpınıyor ve ağlıyordu. Kimse onu umursamıyordu; ama ben eğitmenime, ‘Onu rahatlatabilir miyim?’ diye sorduğumda, ‘Doktor gelene kadar bekle’ cevabını aldım. Nasıl olur da, iyileştirme sanatının bir uzmanı, acı çekmekte olan birini seyreder ve hiçbir şey yapmaz, diye düşünüyordum. Diğer hemşireleri koruyucu içgüdülerini takip etmekten alıkoyacak kadar ürküten doktorun ‘gücünü’ düşündüm. Doktor gelince, ona hemen, bebeğe yardım edip edemeyeceğimi sordum. Bana, bebeğin ağzına parmağımı sokmamı söyledi, ben de öyle yaptım ve bebek parmağımı emdi. Kafasını okşadım, yumuşak sesle konuştum, bir anlığına sakinleşmişti. “Sessizlik çok geçmeden acı bir haykırışla son buldu. Bu, bebeğin, üstderisinin doktorun mengenesi ile sıkıştırılmasına tepkisiydi. Haykırış, bebeğin üstderisi ile penis ucu arasına bu ikisini birbirinden yırtarak ayıran bir aygıt yerleştirilince arttı. (Bebeklik sırasında bu ikisi, bebeği idrar ve dışkıdan korumak için birleşiktir.) Bebek başını sağa sola sallamaya başladı. Başı vücudunun serbest olan tek parçasıydı. Bu sırada doktor da ikinci bir mengene ile üstderiyi sıkıştırdı ve uzunlamasına kesti. Böylece üstderi açıklığını bir sünnet aleti sokacak kadar geniş hale getirdi; bu alet penis başını sünnet sırasında korumaya yarıyordu. “Bebek kesik kesik nefes alıp hıçkırmaya başladı. Sürekli çığlık atmaktan nefessiz kalmıştı. Acı bu kadar belirginken, sünnetin acısız olduğunu kim söyleyebilir? Alt dudağım titremeye başladı, gözlerime yaşlar doldu ve taştı. Kendi hıçkırıklarımı tutamaz oldum. Bu daha ne kadar sürecekti?
“Müdahalenin ikinci aşamasında doktor üstderiyi, sünnet aletinin arasına sıkıştırdı ve nihayet onu kesti. Bebek tükenmiş bir haldeydi ve sanki donakalmıştı. “Bu tecrübeye hazır değildim, hiçbir şey beni buna hazırlayamazdı. Bebeğin penisinin bir parçasının -anestezi olmadan- bu şekilde kesilmesini görmek benim için yıkıcıydı. Ama daha da şok edici olan, bebeğin haykırışları arasında zorlukla duyulan doktorun yorumuydu: ‘Bunu yapmak için herhangi tıbbi bir gerekçe yok.’ “Kulaklarıma inanamıyordum, dizlerim çözüldü, midemde bir acı hissettim. İyileştirmeye ve yardım etmeye adanmış tıp görevlilerinin, masum bebekler üzerinde bu kadar acı ve tahribata gereksiz yere yol açtıklarına inanamamıştım! “Kendi bebeklerimi neye katlanmaya zorlamıştım? Ve niçin? “Hayatımın akışı 1979 yılında yaşadığım bu deneyimle değişti. Artık yaşamımı bu korkunç uygulamanın sona erdirilmesine adayacaktım.”
Bir başka ebe, gördüğü dokuz sünnetten dördünde bebeklerin ağlamadığını söylüyor. “Şoka girmiş gibi görünüyorlardı” diye ekliyor. Bebek fizyolojik olarak kaçamayınca psikolojik kaçışa başvurmak zorunda kalıyor. Sünneti videoya kaydederek ebeveynlere gösterdiği için, hemşire Milos’un hastane tarafından işine son verildi. “Ebeveynlere bebeklerini neye maruz bırakacaklarını göstermek ve onları bilgilendirmek istiyordum ama hastane bunun gelirlerine büyük bir darbe vuracağını biliyor ve imajlarını zedeleyeceğinden korkuyordu” diyen Milos, 1986’da Ulusal Sünnet Bilgilendirme Merkezi’ni (National Organization of Circumcision Information Resource Centers) kurdu. Merkezin bugün Amerika’nın hemen her eyaletinde ve dünyanın değişik yerlerinde şubeleri var. Milos, sünneti asrın en korkunç tıp skandalı olarak tanımlıyor. Bilindiği gibi ABD, din gerekçeleri dışında çocukları rutin olarak sünnet eden tek ülke. Sünnet konusunda tereddütleri olan ailelere sesleniyorum. Lütfen internette sünnet olan bir erkek çocuk videosunu izleyin. Fıtratınız bu işte bir yanlışlık olduğunu size söyleyecektir.
Yukarıdaki başlık Mısırlı düşünür İssam-al-Dine Hafni Nassif’e aittir. Bu yazım sünnet hakkındaki önceki yazılarımın devamıdır. Bu yazımda da araştırmacı yazar Nil Gün’ün sünnetle ilgili yalanlar ve gerçekler adlı kitabından yararlanacağım. Bir nevi o kitabın özeti gibi düşünebilirsiniz.
Sünnet Hakkında Gerçekler
- Sanıldığının aksine, sünnet, çocuklukta (özellikle de bebeklikte) yapıldığında çok daha zararlıdır. Sünnet derisi 3-17 yaş arasında biyolojik gelişimini tamamlar ve glanstan (penis başından) ayrılır. Dolayısıyla bu kararı rüştünü ispatlamış gence bırakmak hem ahlaken hem de sağlık açısından çok daha doğrudur.
- Sünnet, penisi kısaltır, inceltir, eksiltir, duyarlılığını azaltır ve sakatlar.
- Sünnet, sağlıklı ve gerekli bir beden parçasının kesilip çıkarılmasıdır.
- Sünnet çocuk istismarıdır.
- Sünnet çok acı vericidir; özellikle yeni dünyaya gelen bebeğinize korkunç bir “hoş geldin” travmasıdır.
- Sünnet derisi çocuğun son derece normal ve doğal bir parçasıdır; temizlik gerekçesiyle bir çocuğun normal ve doğal bir parçasını söküp atmak akıldışı bir davranıştır. Çocuğun penisini temiz tutmayı öğrenmesi gayet kolay ve basittir.
- Penis başı, yaratılışı itibarıyla bir iç organdır; penis başını koruyan üstderiyi kesip atmanın gözkapaklarını kesip atmaktan hiçbir farkı yoktur.
- Sünnet YÜZDE YÜZ komplikasyon yaratan bir operasyondur.
- Her yıl sünnet nedeniyle ABD de dahil olmak üzere dünyada pek çok çocuk ölmektedir.
- Kadınları sünnet etmek ne kadar zalimlikse erkekleri sünnet etmek de aynı derecede zalimliktir.
- Tam fonksiyonlu penis, Allah’ın yarattığı gibi olandır. Üstderi cinsel hazzı artırır. Sünnetle birlikte erkeğin cinsel hazzı yüzde 51’le yüzde 80 arasında azalır.
- Sünnet, özellikle ileri yaşlarda hem erkeklerde hem de partnerlerinde cinsel sorunlara sebep olur.
- “Ben sünnetliyim ve hiçbir zararını da görmedim” açıklaması tam bir savunma mekanizmasıdır. Çocukken sünnet olmuş erkek, sünnetsiz olmakla sünnetli olmak arasındaki farkı asla bilemeyecektir. (NİL GÜN – SÜNNETLE İLGİLİ YALANLAR VE GERÇEKLER)
Biliyor Muydunuz?
- Cerrahi bir müdahale olarak sünneti gerektiren vakalar son derece ender görülmektedir.
- Amerikalı doktorlara sünnetle ilgili sadece bir saat eğitim verildiğini biliyor musunuz? O da sünnet derisinin işlevleriyle ilgili değil, sünnetin nasıl yapılacağı ile ilgili. “Uzman” olduklarını düşünerek güvendiğimiz insanlar bile bu denli cahildir. Türkiye’deki çoğu doktor zaten Amerikalı doktorları gölge gibi izlemekten başka bir yetenekleri yok. Amerika’da bir saat veriliyorsa Türkiye’de 15 dk’lık bir sunum gösteriliyordur korkarım.
- Doktorlar tıp fakültesinde sünnet derisinin işlevleri konusunda bilgilendirilmezler. Bu konuda ancak sıradan vatandaşlar kadar bilgi sahibidirler. Hemen hepsi de sünnet derisinin gereksiz bir parça olduğunu zanneder.
- Mısırlı düşünür İssam-al-Dine Hafni Nassif, “İnsanlık adına sünnet büyük bir Yahudi hatasıdır” der. Nassif, Müslüman toplumuna Yahudiler tarafından yerleştirilen barbarca bir davranış olan sünnete son verilmesini ister.
- Sünnet için yığınla sağlık mazereti bulabilirsiniz ama geçerli tek bir tıbbi kanıt bulamazsınız.
- Sünnetin sağlık açısından yararlı olduğu iddiasının, 1870’li yıllarda ABD’deki seks fobili doktorlar tarafından, mastürbasyonu “tedavi etmek” amacıyla ortaya atıldığını biliyor muydunuz? Peki ya mastürbasyonun bir “hastalık” olmadığı anlaşılınca bu kez de sünnetsiz olmanın yaratacağı hastalıkların aranmaya başlandığını?
- Dünya üzerinde, sünneti öneren tek bir uluslararası sağlık örgütü yoktur.
- Sünneti savunan doktorların çoğu ya kendileri ya eşleri ya da oğulları sünnet olmuş doktorlardır.
- Sünnetin hem din hem de sağlık açısından hiçbir gerekliliği yoktur! Çünkü İslam’da sünnet olun diye bir emir yoktur. Ne Kur’an’da ne peygamber döneminde sünnet olayına rastlanmaz.
Sünnet’in Desteklenme Sebepleri
Aslında Yahudi din otoriteleri erkek sünnetini, erkeğin ve partnerinin cinsel zevkini azaltmak için bir yöntem olarak görmüşlerdir. Bu uygulamaya devam
etmelerinin nedeni seks hakkındaki negatif düşünceleridir. MÖ 20 - MS 54 yılları arasında yaşamış olan Yahudi ilahiyatçı Philo, sünnetin ilk hedefini şöyle açıklar:
Zevkin kesilmesi zihni hayallere götürür. Bütün zevkler içinde başta geleni cinsellik olduğundan, cinsel birleşme organını yaralamak ve sakatlamak hem bu zevki hem de bunun simgelediği ve kaynağı olduğu diğer bütün zevkleri engeller
Bir haham, doktor ve filozof olan Maimonides (1135-1204) şöyle yazmıştır:
Sünnetin amaçlarından birinin cinsel ilişkiyi azaltmak, organı zayıflatmak ve bu şekilde erkeği mutedil hale getirmek olduğunu düşünüyorum. Bazı insanlar sünnetin, erkeğin yapısındaki bir bozukluğu gidermek için yapıldığını sanır ama aklı başında herkes buna kolaylıkla cevap verebilir: Nasıl olur da tabiatta yaratıklar dışarıdan düzeltmeyi gerektirecek kadar ‘eksik’ olabilirler, hele bu özellikle sünnet derisi gibi işlevi açık seçik belli olan bir yapı ise? Bu emir, eksik yaratılışlı bir yapıyı düzeltmek için değil ama insanın ahlaki yetersizliklerini tamamlamak içindir. Bu organda açılan yara tam da istendiği gibidir; ne gerekli işlevlere zarar verir, ne de çoğalma yeteneğine. Sünnet basitçe aşırı isteği dengeler; çünkü sünnetin cinsel heyecanı azalttığına dair şüphe yoktur. Organ daha başlangıçtan itibaren koruyucu tabakasını ve bir miktar da kan kaybederek güçsüz hale gelir. Destanlarımız (Beresh Rabba) açıkça söyler: ‘Sünnetsiz biri ile ilişkiye giren kadın için o erkekten ayrılmak zordur.’ Bu benim inancıma göre sünnetle ilgili emir için en iyi nedendir. Peki bu emri ilk uygulayan kimdi? İbrahim; günahtan nasıl korktuğu iyi bilinen babamız.
Gördüğünüz gibi Yahudilerde sünnet seks fobisi yüzünden ortaya çıkmaktadır. Yahudilere göre kadın ve erkeğin zevk alması ahlaki değildir. Kadın ve erkeğin cinsel ilişkiden olabildiğince daha az zevk alması sünnetin tek sebebidir. Maimonides ve Philo bunu belirtmişlerdir. Aslında farkında olmadan bu gafleti itiraf etmişlerdir desek daha mantıklı olur.
El-Mannavi (Ölümü 1622) El-Razi’den aktarır:
“Penis başı çok hassastır. Eğer üstderinin içinde saklı olursa, çiftleşme sırasında zevki artırır. Eğer üstderi kesilirse, penis başı sertleşir ve zevk zayıflar. Bu bizim kanunlarımıza daha iyi uyar: zevki tamamen yok etmeden azaltmak, aşırılıkla dikkatsizlik arasında ara durum.”
El-Razi’de durumun ilahi olmadığını, beşeri batıl inançlar olduğunu söylemektedir. Seks fobisi antik çağlardan beridir din adamları tarafından desteklenmiş, cinsel haz şeytan işi olarak görülmüştür. Tabi Kur’an’ın İslam’ı böyle bir düşünceyi birçok ayetle reddeder. Kur’an’ın İslam’ı ile din adamı diye bildiğimiz insanların İslam’ı arasında belirgin farklar vardır.
Sünnetle ilgili en sık söylenen sağlık yalanları
- Sünnetli erkek daha temizdir.
- Bulaşıcı hastalıklar sünnet olmayan erkeklerde daha sıktır. (AIDS gibi)
- Penis kanseri sadece sünnet olmayan erkeklerde gözlenir.
- Kadınlarda rahim kanseri riskini azaltır.
- Çocuğunuzda fimosis var. Hemen sünnet edilmeli.
- Çocuğunuzun olası idrar yolları enfeksiyonu yaşamasını engeller.
- Sünnetli erkek çocuklarda idrar yolu iltihaplanması daha az gözlenir.
- Sadece ufak bir deri parçası. Bebek acı hissetmiyor çünkü sinir sistemi henüz gelişmiş değil.
- Sünnetli erkekler daha iyi seks yapar çünkü sünnetsiz erkeklerden daha fazla uyarılırlar.
Bunların hiç biri doğru değildir. Sünnetin AIDS vb.. hastalıkları önlediği iddiası Adam Bailey’e aittir. Bu iddiayı ispatlamadığı gibi Adam Bailey bir tıp doktoru bile değildir. 1855’ten 1997’ye dek bu başlık altında yayımlanan bütün yazıları inceleyen Dr. Van Howe şu sonuca varır:
Bugüne kadar cinsel yolla bulaşan hastalıklar üzerinde sünnetin yararlı etkisini gösteren bir araştırma olmamıştır. Tam aksine veriler, sünnetli bir erkeğin cinsel hastalıklara yakalanma açısından daha büyük risk altında olduğunu göstermektedir. Günümüzde, yenidoğan sünnetinin rutin hale geldiği ABD’de, cinsel hastalıkların oranı düşeceğine yükselmiştir. Gelişmiş ülkeler içinde ABD, en yüksek cinsel yolla bulaşan hastalıklar, HİV enfeksiyonu ve sünnet oranına sahiptir
Tıp dergisi Jama’da yer alan araştırmada, AİDS’in bulaşma oranının sünnetli erkeklerde daha yüksek olduğu yazıyor. Birçok araştırma, sünnetin HİV virüsünün bulaşıcılığını artırdığını ve HİV/AİDS’i kadın partnerlerine bulaştırma oranının daha yüksek olduğunu da ortaya koyuyor.
Diğer bir iddia ise temizliktir. Bakalım Gerçekten sünnetsiz erkek organı daha mı kirli ? Amerikalı doktor Thomas J. Ritter’e göre, tırnaklarını kesmesini, dişlerini fırçalamasını ve tuvalet temizliği yapmasını bilen bir erkek çocuğun, basitçe üstderisini geri çekip yıkayamayacağını söylemek, o çocuğa hakarettir. (Dr. Ritter’in notu: Bu makale yazıldığı sırada üstderi için özel bir temizliğin gerekli olduğu sanılıyordu. Bugün bunun da gereksiz hatta yanlış olduğu anlaşılmıştır. Zira üstderinin salgıladığı sıvılar bölgeyi temiz tutacak anti bakteriyelleri ve anti viralleri içermektedir. Bu tıpkı gözkapağının içinde salgılanan sıvıların gözü temiz tutması gibidir. Gözü nasıl yıkamıyorsak, penis başının da özel olarak yıkanması gerekmez.)
“Eğer” diyor Dr. Ritter “Temizlik argümanını erkek sünneti için bir neden olarak kabul edersek, o zaman yıkamanın çok daha zor olduğu kadın organlarını da kesmemiz gerekir. Ama bugün ABD’de hiç kimse genital temizliği sağlamak için kadın organını kesmeyi önermiyor.”
Penis başını mikroplardan koruyan Smegma belki de doğadaki en yanlış anlaşılan, en kötü değerlendirilen maddedir. Bir çocuğun üstderisi altındaki beyaz peynirimsi salgı, smegma diye adlandırılır. Smegma kirli değildir, temizdir, faydalıdır ve gereklidir. Anti bakteriyel ve anti viral özellikleri penisi temiz, sağlıklı tutar. Bütün memeliler smegma üretir. Thomas J. Ritter, bunun önemini şu yorumu yaparak belirtmiştir: “Hayvanlar dünyası smegma olmadan herhalde var olamazdı.” Smegma kadınlarda klitoris etrafında ve labia minora kıvrımlarında toplanır. Her iki cinsiyette smegma üretir. Smegmanın Latince “deterjan” anlamına gelmesi ayrı bir ilginçlik. Çünkü tam da işlevi bu.
Sünnetli Erkeklerde ileride görülme ihtimali olan hastalıklar
Meatal stenoz, Üriner Retensiyon (İsküri), Venöz stasis, Gömülü Penis, Adhezyonlar, Deri Köprüleri, Acılı ereksiyon
Sünnetin Psikolojik Etkileri
Sünnetin bilinç altında oluşturduğu bazı rahatsızlıklar da bilimsel olarak araştırılmıştır. Bu araştırma sonuçlarını verelim.
Şiddet, baskıyı, izolasyon, cinayet, tecavüz ve zorla evlilik içeren kadınlara karşı erkek ihlalleri yaygınlığı ülke tarafından sünnet oranlarını karşılaştırmak mümkündür. Kadınlar için kötü on ülke Afganistan, Irak, Nepal, Sudan, Guatemala, Mali, Pakistan, Suudi Arabistan, Somali ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti vardır. Bu ülkelerin sekizinde % 80 aşan bir erkek sünnet oranına sahiptir. Diğer iki ülkede % 20 ve % 80 arasında bir orana sahiptir. Sünnet oranları ve kadınlara karşı ihlalleri arasındaki ilişki düşük benlik saygısı, öfke, post-travmatik stres bozukluğu, anne-erkek çocuk ilişkisinde bozulması dahil, erkek sünnetinin uzun vadeli psikolojik etkileridir (Dr. Ronald Goldman, Ph.D. is a psychological researcher, Circumcision Resource Center)
Haziran 1999 yılında BJU International dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, sünnetli insanlarda, sünnetsiz insanlara göre:
- Yaralı gibi hissetme oranlarının %60 daha fazla,
- Kendine güvensizlik ve aşağılık kompleksinin %50 daha fazla,
- Genital güvensizliğin %55 daha fazla,
- Öfkenin %52 daha fazla,
- Depresyonun %59 daha fazla,
- Saldırganlığın %46 daha fazla,
- Aileye ihanetin %30 daha fazla,
Olduğu gözlemlenmiştir. Tabi tek etki budur diyemeyiz. Sünnet dışında bin tane daha sebebi vardır bu psikolojik hastalıkların. Bu araştırma sünnetin de yukarıdaki rahatsızlıklara katkısı olduğunu düşünmemiz için yeterli bir bakış açısı sunar.
Dr. George Denniston Testi
Sünnete Karşı Doktorlar (DOC) organizasyonunun başkanı Dr. George Denniston tarafından hazırlanan bir test var. Bu testin amacı, doktorların nasıl yanlış yönlendirildiğini ve başkalarını da nasıl yanlış yönlendirmekte olduklarını ortaya koymaktı. İşte test soruları ve Denniston’un test sonuçlarına verdiği cevap:
1. Acı açısından değerlendirildiğinde sünnet:
2. Sünnet derisi:
B. Üstderi (sünnet derisi) erkek cinsel organının vazgeçilemez bir parçasıdır. Cinsel haz için gerekli sinir uçlarının çoğu burada yer alır.
3. Sünnet sırasında bebek:
B. Yoğun acı nedeniyle nörojenik şok (koma) durumuna geçer.
4. İşlev bakımından sünnet derisi:
B. Sünnet derisinin en az üç temel işlevi vardır:
i. Bir iç organ olan glansı (penis başını) korumak.
ii. Sertleşerek uzamış penisin gövdesini kaplamak.
iii. Cinsel uyarı için gereken sinir uçlarının büyük bölümünü barındırmak.
(Üstderinin iç tabakasında büyük oranda kan damarı ve sinir ağı vardır.
5. Penis kanseri açısından sünnet:
B. Sünnetin penis kanseri ile hiçbir bağlantısı yoktur. (Amerikan Kanser Derneği 1989)
6. Etik açıdan, sünnet yapan doktor:
B. AMA Etik Kod İlkeleri’nin yedisini birden ihlal etmektedir; tıbbın, öncelikle sağlığı gözetmeyi şart koşan “altın kuralı”na ve Primum Non Nocere (Önce Zarar Verme) ilkesine karşı gelmektedir.
7. İnsan hakları açısından bakıldığında, sünnet yapan doktor:
B. Temel insani haklardan biri olan, bedenin bütünlüğüne zarar vermeme ilkesini ihlal etmektedir. Çocuk, kendi izni olmadan normal beden parçalarının alınmasına itiraz hakkını kullanamamaktadır. Doktor, insanlar üzerinde deney yapmamayı hükme bağlamış olan Nuremberg Etik Kodu’nu (Nuremberg Code of Ethics) ihlal etmektedir.
8. Risk açısından değerlendirildiğinde sünnet:
B. Sadece ABD’de her yıl sünnetten çok sayıda çocuk ölmektedir.
9. Komplikasyonlar açısından değerlendirildiğinde sünnet:
B. Yüzde yüz komplikasyon yaratan bir operasyondur. Gerekli ve yararlı bir organ yok edildiği için pek çok ağır komplikasyonun yanı sıra ölüme de sebebiyet verir.
10. Sünnet derisinin kaybedilmesi:
B. Cinsel ilişkiden alınan hazzı -kesilen derinin miktarına bağlı olarak- yüzde seksen oranında azalttığı için, cinsel yaşantıda ve evliliklerde sorunlardan, şiddet eylemlerinde artışa, cinsel yolla geçen hastalıklarda ve özellikle kırk yaşından sonra iktidarsızlıkta artışa kadar pek çok probleme yol açar.
Bu 10 sorunun da cevabı “B” şıkkıdır. Ancak Doktorlar “A” şıkkını daha fazla tercih ediyorlar. Dr. Denniston, başka konularda bilimsel kanıtları göz ardı etmekten çekinebilen doktorların, iş sünnete gelince efsaneleri kabullenmeye böylesine hevesli oluşlarının sebebini hemen her zaman kendilerinin de birer sünnet kurbanı olmalarıyla açıklıyor ve şunları söylüyor:
Kendilerinden önemli bir vücut parçası çalınmıştır ve bu kayıpla baş etmekte büyük güçlük çekerler. Kadın doktorlar söz konusu olduğunda da durum değişmez; ya oğullarının sünnet edilmesine ses çıkarmamışlardır ya da bir an bile sorgulama gereği duymadan yüzlerce kez birilerinin oğullarını sünnet etmişlerdir. Durum böyle olunca da, sapasağlam insanlara zarar vermiş olduklarını kabul etme cesaretini gösteremezler
Sünneti Yanlış Bulan Bilim İnsanlarımız
Dr. Sears (Pediatri):
Bazı tıbbi yararları olduğunu düşündüğünüz için bebeğinizi/çocuğunuzu sünnet ettirmeyin. Amerikan Pediatri Akademisi(AAP) en son çalışmalarında son yıllardaki verilere bakarak sünnetin tıbbi yararı olup olmadığını araştırmışlardır. Kararları : YOKTUR. Sünnetin yapılmaya değer tıbbi bir yararı yoktur. Üst deri penis başını korur. Doğayı kendi haline bırakın. İster Tanrı’nın isterse doğanın erkekleri bu şekilde yarattığına inanın. Erkeklerin üst deriyle doğmalarının bazı sebepleri olmalı. Tanrı’nın/doğanın yarattığını değiştirmeye çalışmak neden?
Prof. Dr. George C. Denniston (M.D., M.P.H., founded Doctors Opposing Circumcision)
Dünya üzerinde erkek sünnetini tavsiye eden bir tane bile ulusal tıbbi topluluk olmadığını biliyor muydunuz? Evet, doğru duydunuz. Hiçbir ulusal tıbbi topluluk erkek sünnetini önermiyor. Neden uygulanmaya devam ediliyor peki? Bazı gelenekler o kadar eskiye dayanıyor ki bilinmesi gerçekten güç. Bazı durumlarda babası sünnetli olduğu için çocuğun babasına benzemesini isteyen aileler tarafından yapılıyor. Bazı aileler bütün çocukların sünnetli olduğunu düşünüyor ve kendi çocuklarının farklı görünmesini istemedikleri için yapıyor. Bazen doktorlar para kazanmak için ailelere tavsiye ediyorlar. Sünnet bir insanın penisindeki sağlıklı derinin yarısının başka bir insan tarafından kesilmesidir. Bunun bir çocuğa/bebeğe yapılması vahşettir. Vahşi ve zalimce bir eylemdir. Neden bu kadar sert ifadeler kullanıyorum? Çünkü sünnet kalıcı hasar verir. Kimsenin bu gereksiz prosedürü rızası olmayan birine yapmaya hakkı yoktur. Sünneti uygulayan kişiler sünnet sonucu bazen problemler çıkabileceğini söylüyorlar. Gerçek ise, her sünnet vakası soruna yol açar.
Dr. Haydar Dümen (Seksolog)
Sünnet bütünüyle olumsuz bir eylemdir. Baştan sona yanlış. Çünkü, adı ister Tanrı, ister doğa olsun, evrenin süreçleri içinde bedenimizde ne bir hücremiz fazla, ne eksiktir. Bu yüzden doğa ya da Tanrı hatalı imalat yaratmaz. Sünnet derisi erişkinlerde 2,5 – 3 mm kalınlığa ulaşabilecek iken, bunun kesilip atılması da çok büyük hatadır
Ord. Prof. Op. Dr. Cemil Topuzlu (Cerrah)
Sünnetten sonra sinir hastalıklarına tutulan çocuklar pek çoktur. Sünnetin asla faydası olmayıp, bilakis kötülüğü ve tehlikesi vardır.
Prof. Dr. Osman İnci (Üroloji)
Sünnet erken boşalmaya sebep olur. Sünnetsiz erkeğin cinsel gücü sünnetli erkeğinkinden daha fazladır
Birkaç insandan böyle bir iddia işittim. Bu iddianın Kur’an’i bir zemini olmadığını ise bu yazımda belirtmek istedim. Şimdi iddia şu: İbrahim peygamber gökyüzüne bakarak ay, yıldız ve güneş’in Tanrı olamayacağını ve gerçek Tanrı'nın Allah olduğunu akıl yürüterek buldu. Şimdi bu iddiaya cevabı ayetler ile birlikte verelim:
Hani bir zamanlar İbrahim babası Azer’e demişti ki: “Sen putları mı ilah ediniyorsun? Görüyorum ki, sen ve toplumun apaçık bir sapıklık içindesiniz!” (74) İşte böylece biz, İbrahim’e göklerin ve yerin hükümranlığı hakkında bir bakış açısı kazandırdık ki, kalben mutmain kimselerden olsun (75) Ve gece karardığında bir yıldız gördü ve haykırdı: “Benim rabbim bu!” Fakat yıldız batınca dedi ki: ”Ben batanları sevmem” (76) Sonra ayın doğuşunu görünce “İşte rabbim bu!” dedi. Fakat o da batınca dedi ki: “Doğrusu eğer rabbim beni doğru yola iletmeseydi, ben de kesinlikle sapıtan kimselerden olurdum!” (77) Nihayet güneşin doğuşunu gördü ve “Benim Rabbim bu; zira bu en büyüğü!” dedi. Fakat o da kaybolunca “Ey kavmim!” diye seslendi, “Ben sizin şirk koştuğunuz şeylerde yokum!” (78) Artık ben, her türlü batıldan yüz çevirerek bütün varlığımla gökleri ve yeri yaratana yöneldim ve ben O’ndan başkasına ilahlık yakıştıranlardan değilim! (79) Ve toplumu onunla tartışmaya girdi. Dedi ki: ”Beni doğru yola ileten O olduğu halde, siz Allah hakkında hala benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin şirk aracı kıldığınız şeylerden korkmuyorum; Rabbimin dilemediği hiçbir şey gerçekleşmez, Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatır: siz hala bunu düşünemiyor musunuz?”(80) (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – ENAM 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80)
Yukarıdaki ayetlerde bu konu işleniyor. Konuya hangi ayet ile başlandığına dikkat edin! Bakın İbrahim babasına “Sen putları mı ilah ediniyorsun? Görüyorum ki, sen ve toplumun apaçık bir sapıklık içindesiniz!” diyerek başlıyor. Belli ki İbrahim babasına bu cümleyi kurduğunda peygamberlik görevini almış ve tebliğe babası ile başlamış. Daha sonra topluma taptıkları şeylerin yanlış olduğunu göstermek için onların taptıkları yıldıza, aya ve güneş’e tapar gibi yapmış sonra da onların akletmelerini sağlayacak olan bir plan yapmış. Daha sonra onlarla beraber tapınıyor gibi yapıp nihayetinde toplumunun akıllıca düşünmesine katkıda bulunacak şu sözleri sarf etmiş: “Ben batanları sevmem” Tanrının yok olan bir şey olamayacağını topluma anlatmak için böyle bir yönteme başvurduğunu düşünmemek için bir sebep yok. Bunun kanıtı Enam 76’dır. Çünkü Enam 76’da yıldızlara ve aya tapmayı mantıksız bulan İbrahim peygamber şu cümleyi kuruyor: “Doğrusu eğer rabbim beni doğru yola iletmeseydi, ben de kesinlikle sapıtan kimselerden olurdum!” bu cümleyi İbrahim peygamber kurduktan sonraki bir süreçte “Nihayet güneşin doğuşunu gördü ve “ Benim Rabbim bu; zira bu en büyüğü!” dedi.” olayı meydana geliyor. Yani burada İbrahim peygamberin bir tebliğ planı kurduğu açıkça belli oluyor. Ayrıca İbrahim peygamber, güneş’e tapmayı da mantıksız bulduğunu açıklamak için şu cümleyi kuruyor: ”Ey Kavmim! Ben sizin şirk koştuğunuz şeylerde yokum!” Bu cümleye dikkat! Kendinizi İbrahim peygamberin yerine bırakın. Toplumun taptığı yıldız, ay ve güneşi reddettiniz.O zaman ne yapardınız? Ateist olurdunuz ya da deist olurdunuz. Ancak cümlede güneş’e tapmayı reddettikten hemen sonra inanacak herhangi bir Tanrısı kalmayan birinin kurmayacağı bir cümle kuruyor ve diyor ki:”sizin şirk koştuğunuz şeylerde yokum!” Yani İbrahim peygamber kavminin Allah’a şirk koştuğundan haberdar. İbrahim peygamberin Allah’ı düşünerek bulduğu iddiasını bitiren ayet Enam 83’tür.
İşte bu, toplumuna karşı kullanması için İbrahim’e verdiğimiz ispat yöntemimizdi. Biz, dilediğimiz kimseyi derece derece (hakikate) yüceltiriz. Hiç şüphesiz senin Rabbin her hükmünde tam isabet edendir, her şeyi tarifsiz bilendir. (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – ENAM 83)
Zaten yukarıda verdiğim Enam 76’da açıkça İbrahim peygamber “Doğrusu eğer rabbim beni doğru yola iletmeseydi, ben de kesinlikle sapıtan kimselerden olurdum!” diyerek. Atalarının geleneğini terk etmesini Allah’a borçlu olduğunu bildiriyor. Bu demek değil ki sadece Allah’ın çabası ile oldu. Eğer böyle olsaydı Allah diğer insanlara zulmetmiş olurdu. Allah, Kur’an’da belirttiği gibi hakikati bulmayı arzulayan her insana İbrahim gibi yol gösterir. İbrahim de muhakkak çok sancılı süreçlerden geçti. Gerçek Tanrı kim? sorusuna emek vermiş biri olmalıdır. Yoksa Allah hiç kimseye torpil yapmaz.
Bu yazımı canımdan daha aziz biricik peygamberim Hz. Muhammed’e ithaf ediyorum. Çünkü o Kur’an’a çok değer verdi. Bizim de Kur’an’a onun kadar değer vermemizi istedi. O’nun bize vasiyeti Kur’an idi. Ben de Kur’an’a onun kadar değer verdiğimi göstermek ve Kuran’a karşı işlenen tarihi ihanetin parçası olmadığımı bildirmek istiyorum. Ve dönüp size sesleniyorum “Ey Müslümanlar! Ey Kardeşlerim Kur’an’a dönün. Biz Kur’an’ı terk ettik”
İslam’ın kaynağı nedir? Sorusu emin olun o kadar önemli bir konudur ki hiçbir konu bu çağda bu kadar önemli değildir. Çünkü doğru bir dini inanış; sağlam, akla dayalı, bilimle birbirlerini destekleyen, güvenilir olmalıdır. O din uygulandığında insanlar daha medeni, daha çağdaş, daha akıllı, daha ahlaklı, daha erdemli olmalıdır. Ancak maalesef bugün yukarıda saydığım özellikleri İslam, içinde barındırırken Müslümanlar bu özellikleri barındırmıyor. Hatta biz Müslümanlar 21.yy dünyasında yerimiz bile yok. Çünkü geçmiş çağlardaki Müslümanlar bilinçli ya da bilinçsiz İslam’a alternatif olamayacak kadar kötü bir din kendilerine indirdiler. Buna Mustafa İslamoğlu’nun dediği gibi uydurulmuş din demekte bir sakınca yok. Bu din bizi yobazlaştırdı ve 1400 yıl öncesinin Arap geleneğine hapsetti. Bugün dindar insanların konuşmalarını, giyinişlerini, fikirlerini dinlediğinizde kendinizi bin yıl öncesinde hissediyorsunuz. Müslümanların çoğunun inandığı dinin bu yüzyıla bir sunumu yok. Ancak indirilmiş din olan İslam farklıdır. Her çağa bir sunumu vardır. Gücünü Allah’tan aldığı için hala kuvvetli bir pınardır. Bugün İslam’ın kaynağı nedir sorusu biz Müslümanları ikiye bölmüş durumdadır. Atalarını ve geleneklerini takip etmenin doğru olduğunu düşünenlere göre dinin birçok kaynağı vardır. Bunlar Kur’an, Sünnet, İcma, şialara göre Akıl, Sünnilere göre Kıyas vs.. Ancak atalarının yanılmış olabileceğini düşünen kesim -buna ben de dahilim- dinin tek kaynağı olarak Kur’an’ı kabul ediyoruz. Bunu yaparken heva ve hevesimize uymuyoruz. Dinimizin tek kaynağının Kur’an olduğunu bize bizzat Kur’an söylüyor. Bu gerçeği geçen yıla kadar ben de fark etmemiştim. Çünkü gerçekten hakkıyla Kur’an okumuyordum. Bu yüzden çok açık gerçekleri görememiştim. Allah beni affetsin. Allah olmasaydı ben tevhidi bulamazdım. Tüm delillerimizi ortaya dökeceğiz ve Kur’an’a yapılan tarihi ihaneti birlikte mahkûm edeceğiz. Böylece tekrardan başımızın tacı Hz. Muhammed’in gösterdiği tevhid yoluna tekrardan dönmüş olacağız. Bu yazım uzun olacak sabırla sonuna kadar okumanızı rica ediyorum. Tabi hakikati anlamaya çalışmayanlar yazımın bu kısmına bile varmadan siteden çıkmış olacaklar. Bu yazımı çok uzun süredir yazmak istiyordum. Tabi yazımı da uzun sürdü. Allah emeklerimizi sonuca ulaştırsın inşallah.
İşte o gün, tüm bulutlarıyla birlikte gökyüzü param parça olacak ve melekler bölük bölük indirilecek; (25) mutlak hâkimiyet o gün, yalnızca mutlak gerçek olan Allah’a ait olacak: ve zaten o (gün) inkâr edenler için çok zor bir gün olacak (26) İşte o gün haddi aşmış olan kişi , (aldanmanın pişmanlığıyla) elini ısırarak diyecek ki: ”Ah n’olaydım! Keşke Rasul ile birlikte bir yol tutmuş olaydım!” (27) Vah n’olaydım! Keşke falanca kimseyi kendime yol gösterici bir dost tutmayaydım! (28) Doğrusu, bana vahiy ulaştıktan sonra beni ondan uzaklaştırdı” Evet, zaten (kişiyi vahiyden) uzaklaştıran her tür şer güç insanı işte böyle yüzüstü bırakır (29) (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – FURKAN 25, 26, 27, 28, 29)
Bu ayetlerde kişi kıyamet günü Elçiyle aynı yolda yürümeyi reddettiği için duyacağı pişmanlığı dile getirir. Peki, elçinin yolu neydi? Elbette ki elçilerin de yolu vahiy yoludur. Hz. Muhammed’in yolu Kur’an yoluydu. Ayete dikkat ederseniz Rasul’un yolundan gitmiş olsaydım demiyor!! Rasul ile birlikte vahyin yolundan gitseydim diyor. Peygamberlerin yolu olmaz. Allah’ın yolu olur ve peygamberler o yolun öncüsüdürler. Biz de peygamberler ile birlikte o yolda yürümeliyiz. “Vah n’olaydım! Keşke falanca kimseyi kendime yol gösterici bir dost tutmayaydım!” ayeti Kur’an dışındaki herhangi bir kaynaktan beslenmenin yanlışlığına vurgu yapar. Bunu ister din adamları olarak düşünün, ister toplumu yöneten otoriteler olarak düşünün fark etmez. Günümüzde din adamları da insanları vahiyden uzaklaştırıyor. Bunu siz mealden anlamazsınız, Kur’an’dan anlamazsınız, bunun için bilmem kaç milyon külliyat bitirmelisiniz gibi söylemleri ile yapıyorlar. Zaten günümüz din adamlarını takip ederseniz emin olun bin yıllık ömrünüz olsa Kur’an’a vakit gelmez.
Ve (o gün) Rasul diyecek : “Ya Rabbi! Benim halkım bu Kur’an’a devri geçmiş, terk edilmiş bir kitap muamelesi yaptı” (FURKAN 30)
Yukarıdaki ayet çok açık. Peygamberimiz ümmetini Kur’an’ı terk etmekle suçlayacak ve bizi Allah’a şikayet edecek. Peygamberimiz yaşamadığına göre diğer dünyada topyekün toplandığımızda Allah bizim yaptıklarımızı elçisine haber verecek ve elçinin boynu bizim yüzümüzden bükülecek. Şu halde bu üzüntüyü başımızın tacı Hz. Muhammed’e yaşatanlardan olmamak için Kur’an dışındaki kaynaklardan yüz çevirip Kur’an’a geri dönmeliyiz. Böylece İslam hurafelerden, mitolojiden, safsatalardan arınmış olacak. Uydurulmuş dinden kurtulmanın tek çözümü budur.
Hadis İlmi Nedir?
Hadis ilminin ne olduğunu bilmeniz bizim niçin tek kaynak Kur’an’dır anlayışına sarıldığımızın anlaşılması için çok önemlidir. Hadis nakleden kişilere ravi denilir. Bu terimlerin ne olduğu anlaşılmalıdır. Bunlar dini terminolojilerdir. Hadis ise (söylenilen) söz anlamına gelir. Fakat dini açıdan bu da dini bir jargon haline getirilmiş ve peygamberin sözleri için kullanılmıştır. Hadisler 3 temel ilme ayrılıyor.
1. Rical İlmi
Hadisleri nakleden ravilerin hayatlarını değerlendiren ilimdir. Şöyle açıklayayım. Buhari gidip birinden hadis aldı. Hadis aldığı kişi ravidir. O Kişiye aktaran babası da ravidir. Babası dedesinden duymuş o da bir ravi. Dedesi de başka bir arkadaşından ya da falancadan duymuş o da ravidir. O kişi ise ebu hureyreden duymuş. O ‘da Hz. Muhammed’den duymuş. Ebu hureyre’ye kadar aktaran kişiler ravidir ve hepsinin hayatını inceleyen ilim dalına Rical ilmi denir. Ancak bir problem var. Çünkü bu ilim sübjektiftir. Yani kişiden kişiye değişebilecek bilgilerden oluşur. Ahmet yalancı olabilir ama hayatı boyunca onun yalancı olduğunu kimse anlamamış olabilir ya da hiç yalan söylememiştir ama bu konuda bir yalan söylemiş olabilir. Yani bilimden çok uzak bir ilimdir. Çünkü her ravinin hayatı ile ilgili gerçek bilgiler asla toplanamaz. Çoğu ravi kimsenin pek tanımadığı kimseler. Ayrıca sahabe denilen kişiler bu incelemenin dışında tutulmuştur. Onlar yalancı olamazlar bu ilme göre. Halbuki Kur’an peygamberin çevresinde münafıkların olduğunu kaç ayette dile getiriyor. O hadisi nakleden peygamber çevresindekilerin münafık olmadığını nereden bileceğiz? Güvenilir oldukları tartışılmaz kabul edilen sahabeler Deve olayında birbirlerini öldürmediler mi? Peygamberin eşi Aişe ile damadı Ali birbiriyle savaşmadı mı? Peygamberimiz vefat ettikten sonra sahabenin birbirine ne yaptıklarını tarih kitaplarında okuyunca kanımız donuyor. Tabi o bilgilerin üzeri örtülüyor. Allah ve elçilerinden başka hiç kimseye güvenme prensibi Müslümanlara hakim olmadıkça biz daha çok düştüğümüz bataklıkta debeleniriz. Bu ilim dinimizi ihtimallere ve ravilerin vicdanlarına bıraktığı için mantıksızdır. Allah kendi dinini bir ravinin vicdanına bırakacak değildir?
Bu ilmin tam doğruyu tespit edemediğinden bahsettim. Çünkü peygamberimiz Kur’an’da anlatıldığına göre bariz bir münafıklar ahalisi ile çevrili durumdadır. Buna delil olan ayet:
Ama inanan kimselerle karşılaştıklarında "Biz iman ettik" derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, "Biz sizinler beraberiz, biz (onlarla) sadece alay ediyorduk" derler. (BAKARA 14)
Yani anlayacağınız peygamberin çevresindeki herkes sahabe değildir. Hatta büyük bir çoğunluğu. Aksi halde peygamberimiz vefat eder etmez birbirlerine düşmezlerdi. Münafıkların İslam’a zarar vermek için hadis uydurması çok mu uzak bir ihtimaldir? Şu hâlde peygamberimizin eşi Aişe’den daha fazla hadis nakleden ve ismi bilinmeyip sadece lakabı bilinen Ebu Hureyre’ye niçin güveneyim? O’nun Kur’an’da bahsedilen münafıklardan olmadığı ne malum? Peygamber vefat etmeden önce sadece 12 ay boyunca peygamberimizi görmüş (fakat çoğu site 4 yıl olduğunu söylüyor ne hikmetse) olan bu zat hakkında bakalım kaynaklar ne diyor?
Bir gün Hz. Peygamber’e hafızasından şikâyette bulunmuş, Hz. Peygamber de ona, elbisesini yere yaymasını ve konuşması bitinceye kadar öylece bırakmasını, sonra toplayıp sırtına tekrar giymesini tavsiye etmişti. Ebû Hureyre, Hz. Peygamber’in bu tavsiyesine uymuş ve o günden sonra duyduklarını bir daha unutmadığını ifade etmiştir. (Buhârî, İlim 43; Tirmizî, Menâkıb 47)
Bu rivayeti Ebu hureyre kendisi naklediyor. Aslında burada bir gerçeği itiraf ediyor: Hafızasının zayıflığını. Daha sonra anlattığı elbise olayı tamamen yalan. Peygamberimiz ona bu torpili yapmış olamaz. Ayrıca peygamberin böyle bir gücü de yoktu. Ha şu da var belki de Ebu hureyre’den duyulduğu iddia edilen 5374 hadisin hiçbirini o nakletmemiştir. Raviler uydurmuştur. Ben eğer Ebu hureyre nakletmişse yalan söylüyor diyorum o nakletmediyse sorun yok. Tüm yazımı kaynaklar doğruysa üzerinden şekillendireceğim. Düşünsenize 3 yıl önce izlediğiniz bir filmde beğendiğiniz bir sözü bile bire bir hatırlamayacaksınız ama kalkıp 5374 uzun hadis ezberleyecek ve 20 yıl sonra nakledecek kadar hatırlayacaksınız. Bunun mantıksız olduğunu anlayan insanlar hemen yukarıdaki güçlü hafıza hadisini uydurmuşlar. Eğer bunu Ebu hureyre söylediyse insanlar ona inansın diye yalan söylediği çok açıktır.
Rical ilmi niçin sahabe denilen kişileri kapsamıyor biliyor musunuz? Çünkü Tarih ve siyer kitaplarına göre Ebu Hureyre bir hırsız ve yalancıdır. En azından kaynaklarda hatırı sayılır derecede bu iddiaya yer verilir. Düşünsenize Buhari tekrarsız olarak 2602 hadis naklediyor yani Ebu Hureyre’nin birçok hadisini sahih olarak görmüyor. Hatta ilginç bir bilgi vereyim. Halife Ömer’in oğlu Abdullah ibni Ömer 2630 hadis, Halife Ömer 537, peygamberin damadı Ali 536, Halife Osman 146, Ebubekir 142 hadis nakletmiştir iddiallara göre. Tabii ben dört Halifenin hadis naklettiğine inanmıyorum. Sebebi de birçok tarih kitabının onların hadis nakline karşı olduklarına dair rivayetler nakletmesi. Peygamberin eşi Aişe sürekli eşinin yanında ama peygamberi sadece mescitte gören ve sadece 12 ay peygamberi görmüş Ebu Hureyre ise 5374 hadis naklediyor. Neyse bunu vicdanlarınıza sunuyorum. Başka bir ilginç detay ise Ebu Hureyre’nin Yahudi iken Müslüman olduğunu ilan eden Kabül Ahbar’ın öğrencisi olmasıdır. Kabül Ahbar İslam’a sürekli Tevrat’ın mitolojilerini hadis olarak sokan kişidir. Kendisi eski bir haham. Aynısını öğrencisi Ebu Hureyre’de yapıyor tabi ki. İşte Yahudi mitolojisini dinimize sokmaya çalışan Hureyre’nin hezimeti:
yer yüzü balığın sırtındadır. Cennete girecekler ilk olarak bu balığın ciğerinden yiyecektir (Buhari 3/51)
Allah aşkına direk Yahudi kaynaklarından alındığı belli olan bu efsane de nedir? Bunu okuyan 21. yy insanını hangi yüzle İslam’a çağıracaksınız? Neyse konuya dönelim. Aişe validemiz, Ömer, Osman ve Ali Ebu Hureyre’yi yalancılıkla suçladıkları tarih ve siyer kaynaklarında geçer. Bunların İlki İbn Sad’ın Tabakat adlı eseridir. Diğeri ise Ebu Hureyre’nin biyografisini yazan zehebinin kitabıdır. Aişe validemiz bu cahili yalancılıkla suçladığı için kaynaklara göre Aişe validemize hakaret bile etmiştir . İşte hakaret ettiği rivayet:
Ebû Hureyre! Senin Peygamber’den naklettiğin söylenen şu hadîsler de nerden çıktı?! Bizim duyduklarımızı sen de duymadın mı? Bizim gördüklerimizi sen de görmedin mi?’ diye itiraz etmiş, o da buna: “Evet anacığım, senin bir kadın olarak ayna ve sürmedanlıkla meşguliyetin, Hz. Peygamber’le aranıza bir mania olarak girdiği hâlde, benim Efendimiz’le birlikteliğime hiçbir şey mâni olmadı.” (İbn Hacer, el-İsâbe, 7/205; Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, 2/604)
Bir de marifetmiş gibi bu rivayeti sözde islami siteler kullanıyor. Halbuki yukarıda Hureyre açıkça Aişe validemize sen ayna ve makyajdan kafanı kaldıramadın ki peygamber ne dedi diye duyasın demeye getiriyor. Halbuki kendisi açık söyleyeyim ilimde Aişe validemizin tırnağı bile olamaz. Tabi bu terbiyesizliğini Halife Ömer’e yapamıyor. Ömer Bahreyn’e Ebu Hureyre’yi vali olarak gönderiyor sonra geri çağırıyor. Çünkü zimmetine para geçirmiştir. Ömer şöyle diyor: “Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabın yoktu. Sonra duydum ki 1000 dinara ve 600 dinara atlar satın almışsın. Seni Bahreyn’in en ucra köşesine İnsanların vergilerini Allah ve Müslümanlar için değil de senin için versinler diye mi gönderdim? Bu ibn Sad’ın Tabakat’ında geçiyor. Kitapta geçen başka olay şöyledir. Ömer “Ey Allah’ın kitabının düşmanı Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin 10.000 dinarın nereden olacak?” Ebu Hureyre kendi naklettiği bir olay daha var. Bu da Tabakat’ta geçiyor. Ebu Hureyre diyor ki: “Ali benim Allah’ın Rasulü hakkında yalan söylediğimi düşünüyor” sonra Ebu Hureyre kafasına vuruyor ve şöyle ekliyor “Ben onları hep Allah Rasulünden duydum” Yani anlayacağınız yalancı olmadığına şahitlik eden tek kişi yine kendisi Zaten Ebu Hureyre Ömer’in korkusundan o vefat edinceye kadar hadis nakletmediği konusunda çoğu kaynak ittifak halinde.
Hani hadisçiler güvenilir insanlardan hadis naklediyordu? Hani Buhari atını kandıran adamı görünce ondan hadis nakletmemişti? Bu kadar hassastı? Hakkındaki iddiaların hepsi yalan bile olsa bu haberler Ebu Hureyre’yi güvenilmez yapmıyor mu? Hırsızlık ve yalancılıkla suçlanan birinden niçin hadis alıyorlar? İşte şimdi Rical İlmine sahabe dedikleri kişiler niçin dahil edilmiyor anladınız herhalde.
2. Dirayetül Hadis
Bu ilim hadisleri sınıflandırma ilmidir. Üzerinde pek durmayacağız.
3. Fıkhul Hadis
Hadislerin metnini anlama ilmidir. Hadis Kur’an’a uygun mu değil mi onu anlamaya çalışan ilimdir. Tabi ki aslında bu büyük bir aldatmacadır. Niçin mi? Çünkü Hadis Kur’an’la çeliştiğinde bu sefer ya hadis Kur’an’ı neshetti dediler ya da biz hadisin manevi anlamını anlamadık dediler ve o hadisleri elemediler. Hadisler birbiriyle çeliştiğinde ise ya bu hadis şunu neshetti dediler ya da hadislerin manen anlamları çelişmiyor dediler. Manen anlamı ne demekse. Yani anlayacağınız bu ilim tam bir aldatmaca. Ayrıca varsayalım ki gerçekten de Kur’an’a uygunluk testine soktular burada iki problem ortaya çıkıyor.
- Hani biz Kur’an’ı anlamak için hadislere ihtiyaç duyuyorduk. Kur’an’ı anlamadığımız için hadislere ihtiyaç duyuyorsak nasıl tam olarak anlamadığımız Kur’an’a bakıp hadis eleyeceğiz? İnşallah bu bölümü anladınız. Eee zaten Kur’anı anlayamadığımız ve Peygamber onu açıklayacağı için hadislere ihtiyaç duymuyor muyduk? Anlamadığımız Kitaba bakıp hadisin yanlış olduğunu nasıl anlayacağız? Bu uygunluk testi tamamen mantıksızdır.
- İkinci büyük problem de şu: Her alim Kur’an’a kendi penceresinden bakıyor. Tamam ayetlerin çoğunda herkes hemfikir ama bazılarında hemfikir değiliz. Mesela x adlı alime göre bir hadis Kur’an’dan geçemezken y adlı alime göre aynı hadis Kur’an’a uygun olabilir. Buna binlerce örnek veririm. Ama din adamlarının ismini burada zikredip hedef göstermiş gibi olmak istemiyorum. Tabii hadis üzerinden örnek vermemin bir sakıncası yok. Çoğu din adamına göre Aişe’nin 6 yaşında peygamberimizle evlenmesi Kur’an’a uygundur. Ancak bazı din adamları da bunun Kur’an’a aykırı olduğunu söylüyor. Şu halde Kur’an’a arz ederken hadisleri, kimin Kur’an anlayışına göre bunu yapacağız? Anlayacağınız hadislerin ayıklanması iddiası tamamen anlamsızdır. Ayrıca vakit kaybıdır. Çünkü dini ihtimallerin eline bırakamayız. Allah’ta bırakmamıştır. Allah, inşallah Ebu hureyre hadisleri doğru nakleder deyip dinini Ebu Hureyre’nin aklına ve vicdanına bırakmamıştır. Araf 148’de Musa peygamberin 40 gün israiloğullarından ayrıldığı ve bu ayrılık sırasında israiloğullarının tekrar buzağıya tapmaya başladığından bahsedilir. Emin olun biriniz 35. gün İsrailoğullarının yanına gitseydiniz onlar diyeceklerdi ki Musa bize buzağıya tapmayı emretti. Nitekim öyle de olmuş İşte Taha 88 “Daha sonra da (birbirlerine) işte sizin de ilahınız Musa’nın ilahı buydu; fakat o unuttu! dediler” Ne yani Müslümanlar İsrailoğullarından çok daha iyi mi bu konuda? İnsanoğlu birbirine huy olarak benziyor. Bin yıl önceki bir insanla bizim aramızda çok da fark yok. Allah bu kıssayı niye anlattı? Hikaye olsun diye mi? Çünkü bizi de aynı son bekliyordu. Peygamberimiz Muhammed vefat edeli 40 saat bile olmadan İslam coğrafyası toz duman oldu. Dinden dönenleri mi sayayım, yoksa halifelik yani iktidar için sahabe sanılan kişilerin birbirinin boğazına sarılmasını mı? Şimdi kalkmış bana diyorsunuz ki peygamberden 200 yıl sonra Buhari adlı bilgin 40 saat sonra unutulan peygamber terbiyesi ve öğretisini sahih olarak aldı. Maşallah diyorum başka bir şey demiyorum. Çünkü Halife Osman’ın kafasını kılıçla yaran Müslümanlar peygamberin sünnetini 15 yılda unutmuştu ama 200 yıl sonraki insanlar hatırladılar.
Sonuç olarak herkes kendi anladığı Kur’an’a göre hadis ayıklayacağı için sahte hadisler bu ayıklamadan sağlam çıkabilir. Kaldı ki madem Kur’an’a vuruyoruz o halde niçin hadise ihtiyaç duyalım? Zaten Kur’an’da varlar. Hadis Kur’an’da olmayan neyi tamamlıyor?İşte şimdi asıl konumuza geçelim. Yani delillerimize. Hadis olmazsa din olmaz diyenlerin bize sundukları tüm iddialara yer verip bunları aynı zamanda cevaplandıracağım.
İddia 1: Hadis olmassa namaz nasıl kılınır nereden bileceğiz? Namaz kılınamaz.
Arkadaşlar eğer bir hadis savunucusu olsaydım emin olun namaz konusu açılmasın diye ecel teri dökerdim. Bu iddiada bulunan Müslümanlar mantıklı düşünemiyor
- Bir kere hadislere göre yüzden fazla namaz kılma şekli vardır. Sünniler ve şilara bile içinden onlarca mezhebe ayrılmış ve her mezhep farklı şekilde namaz kılıyor. Birinde amin demek namazı iptal ediyor iken (caferilerde) birinde yüksek sesle söylemek gerekiyor gibi. Birinde kıyamda eller aşağıda diğerinde bağlı vs… yüzlerce farklılıklar var. Madem hadislerden öğrendiniz niçin farklı kılıyorsunuz?
- İkincisi hadislerin içinde resimli namaz hocası yok. Adam almış eline mezheplerin resimli namaz hocası ilmihalini oradan öğreniyor fakat hadisten öğrendiğini sanıyor. Bu sahte algıyı oluşturanlara yazıklar olsun. Kuran’da namaz’ın kılınışı geçiyor zaten. Bununla ilgili bir yazı yazdım ona bakabilirsiniz. Kur’an secde diyor adam diyor ki “anlamadım.” Ama hadiste secde kelimesi geçince adam bu sefer diyor ki “başıma yere koymam gerektiğini” anladım. Bu ne saçmalıktır hala anlamış değilim.
- Üçüncüsü Buhari peygamberden 200 yıl sonra hadisleri derledi. Müslümanların çoğunluğu hadislerin yüzde doksan dokuzundan habersizdi. Şu halde Buhari doğuncaya kadar geçen 200 yıl boyunca insanlar neye bakarak namaz kıldı? Bu söylemlerin cahilce söylemler olduğunu bilmenizi isterim. Şimdiki Müslümanların zihni çok bulanmış. Buhari doğmadan önce de internetin olduğunu insanların hadislere bugün ki gibi ulaşabildiğini düşünüyor. Namaz İbrahim peygamberden bize uygulamalı yani ebeveyn’den çocuğuna görsel olarak aktarılarak gelmiştir. Hz. Muhammed’den bize arada kopukluk olmadan nesilden nesile aktarılarak gelmiştir. Buhariden önce de insanlar nasıl namaz kılacağını zaten biliyordu.
- Hatta bugün ki farklı namaz şekillerinin sebebinin hadisler olabileceğine dair bir ihtimalden bahsetmek istiyorum. Her mezhep imamı kendi seçtiği hadise göre namaz kılınca Müslümanlar farklı farklı kılmaya başladı. Ama bu hadis adlı rivayetler derlenmeden önce herkes anne babasından gördüğü gibi kılıyordu ve bu zincir peygamberimize kadar gidiyordu. Ancak hadis adlı rivayetler ortaya çıkınca herkes kendi bilgisinden şüphe etmiş ve mezheplere uymaya başlamış olabilir.
İddia 2 : Peygamberin niçin recm uyguladığını hadislerden öğreniyoruz.
İnanın bu iddia tamamen peygambere iftiradır. Bu çağda internet çıktı ve bilgi hızlıca yayıldı. Peygamberin recm gibi vahşi bir uygulamayı asla yapmadığını öğrendik. Ancak halen tamamen recmi savunup uygulayan sözde İslam devletleri var. Tabi recmin savunulacak bir tarafı olmadığını anlayan ülkemiz din adamları şimdi de diyorlar ki :”Peygamberimiz Nur suresinde zina hükmü gelmeden önce recm uyguladı” Beni en çok üzen bu düşünceyi çok değer verdiğim bir alimin savunmasıdır. Bu beni kahrediyor. Şimdi bu sözde hadislerin yalanını ifşa edeyim. Allah Rasulüne miras hakkında soru soruyorlar peygamberimiz Kur’an ayeti ininceye kadar bekliyor. Kadının biri gelip kocam benimle cinsel ilişkiye girmeyeceğine yemin etti deyip zıhar kültürünü şikayet etti. Peygamber ise ayet gelinceye kadar bekledi. Aişe validemize zina ifitirasında bulunuldu. Peygamber eşi Aişe’ye recm uygulamadı. Tarihçilerin yazdıklarına göre peygamber 1 ay boyunca ayet bekledi. Yani pek çok hadis adlı rivayet ve Kur’an’a göre peygamber vahiy gelmeden hüküm vermiyor. Ama gel gör ki nur suresi inmeden başka kadını recm ediyor. Kendi karısı Aişe’yi recm etmiyor vahyi bekliyor ancak elalemin karısını recm etmekte acele ediyor. Burada adam kayırmacı bir peygamber modeli sunuyor din adamları bize. Ne diyeyim bilmiyorum. Bunlar peygambere bu acımasız iftiraları atınca peygamber aşığı oluyor biz bu iftiraları temizleyip Hz. Muhammed’in böyle bir insan olmadığını ortaya çıkarmaya çalıştığımız için peygamber düşmanı ilan ediliyoruz.
Şuna dikkat çekmek istiyorum hadisleri dinin kaynağı olamayacağını söylemem, peygamberimi reddettiğim anlamına gelmez. Bu sadece Kur’an diyen bizleri karalamak için yapılan bir propagandadır ki insanlar bizi dinlemesin. Biz peygambere, akla, bilime, vicdana iftira atan hadisleri reddediyoruz ve böylece peygamberimize sahip çıkıyoruz. Kur’an’a bakarsanız tek bir Rasulullah var. Alemlere rahmet olan, şefkatli bir peygamber. Ancak hadislere bakarsanız 6 yaşında Aişe validemizle evlenmiş bir pedofil, mecliste sohbet ederken bir güzel kadını gördü diye hemen eve koşup eşi Zeynep ile cinsel ilişkiye giren bir seks düşkünü, kadın recm eden bir cani. Bu iftiraları nasıl peygamberimize yakıştırıyorsunuz? Yazıklar olsun.
İddia 3: Kur’an’ı anlamak için belli bir yaş olgunluğu gerekir. Bu yüzden çocukları meallerden uzak tutmalıyız. Bu iş için hadis ilmi dahi onlarca ilim bilmek gerekir
İşte bizimle Kur’an’ın arasına bu şekilde duvar ördüler. O kadar ki şu an kaç tane Müslüman Kur’an’ı anlayarak okuyor söyleyemiyorum bile. Bir elin parmağını geçmez. Kur’an’ı anlamak için önce hadis ve sünnet bilmelisiniz dediler, sonra yetmedi fıkıh, ilmihal, kelam, tefsir vs.. uyduruk bin tane ilim dalı çıkardılar. Kur’an’da yüzü geçmeyen emir yasakları gün itibariyle fıkıh adlı saçmalıkla 2 milyona çıkardınız. İçimden size oha bile demek gelmiyor. Madem çocuklar dinin tek kaynağı Kur’an’ı anlayacak yaşta değil niçin onları Kur’an kurslarına gönderip küçük yaşta Kur'an okutuyorsunuz? Onlar çocuk değil mi? Madem o kadar samimi isiniz niçin küçük yaşta çocuklara yüzlerce hadis ezberletmeye çalışıyorsunuz? Ama iş düşünmeye, anlamaya , sorgulamaya gelince çocuk işi değil. Din adamlarının söyledikleri ile uyguladıkları tamamen birbirleri ile çelişiyor. Samimi değiller. Madem çocuklar derin ilim öğrenmeden bu işe bulaşmamalı niçin çocuklardan hadis rivayeti aldınız?
2630 hadis nakleden Abdullah ibni Ömer peygamberimiz vefat ettiğinde henüz 18 yaşındaydı. 2286 hadis nakleden Enes b. Malik 20 yaşındaydı. Yaklaşık 2000 küsür hadis nakleden Abdullah ibni Abbas 13-14 yaşlarındaydı. Çocuklardan dini hükümler almaya gelince sorun yok. Ama dini hükümleri öğrenecek yaşta değiller. Hangisi tehlikeli Allah aşkına?
NOT: Bu yazımda sürekli din adamı kavramı kullanıyorum. Kadınlardan özür diliyorum. Bu ifadeyi erkekler için kullanmıyorum. Din adamı ibaresini bir terim olarak kullanıyorum. İslam’da din adamı yoktur. Herkes dini bilmek ve yaşamak zorundadır. İslam’da böyle bir sınıf ta yok. Sadece kendilerine böyle bir ayrıcalıklı sınıf oluşturanlara bu sıfatla hitap ediyorum. Yoksa dini kaygısı olanlara alim diye hitap ediyorum. Aişe validemiz muhteşem bir alimdi aynı zamanda. Böyle deyip sizin de gönlünüzü aldıktan sonra yazıya devam.
İddia 4: Kitap (Kur’an) cansız bir nesne peygamber ise canlı bir örnektir. Şu halde canlı örneği almalıyız. O da hadistir.
Evet, mantıksız bir iddia daha. Ben anlamıyorum peygamberimiz vefat edeli olmuş 1400 küsür yıl nasıl canlı bir örnek oluyor? Ben onu görmedim ki canlı örnek olsun. Varsa elinizde bir video kayıt çıkarın ortaya. İşte o zaman iddianız mantıklı olur. Kur’an Hz. Muhammed dahil yirmi küsür peygamberi anlatır ve hepsini bize örnek olarak sunar. Kur’an nesne ise hadis kitabı da nesnedir. Her ikisi de kelimelerden oluşuyor. Kur’an cansız ise hadis de cansız. Sonuçta hadis de bir kitap. Siyer de cansız. Çünkü o da bir kitap. Yani hadis ile Kur’an bu noktada aynı kategoride buluşuyor. Gerçekten din adamları ne söylediklerini bilmiyorlar. Hadis nasıl canlı oluyor? Hadis de bir kitap olmasına rağmen öyle güzel algı yapıyorlar ki sanırsın peygamberle birlikte yaşıyoruz. Herkes bu modda. Peygamberi örnek alıyoruz gibi süslü laflar söylüyorlar tüm Müslümanlar da peygamber hayattaymış gibi bir moda giriyor. Sünnilerin uluslararası düzeyde tanınan bilginlerinden Nouman Ali Khan ise Kur’an bir teoridir, onu pratiğe döken peygamberdir diyor. Ah eşşek kafam! Eskiden bende bu söz oyunlarına inanıyordum. Yaw peygamber hayatta değil ki. Kur’an teori ise bir kitap olan hadisler de teoridir. Peygamberi pratikte kim görüyor da benim haberim yok. Kur’an da hadis de kelimelerden oluşan bir kitap. O zaman nasıl oluyor da Kur’an teori oluyor, hadis ise pratik? Bu din adamları Kur’an teoridir , peygamber pratiğidir diyor hepimiz de peygamber şuan hayattaymış gibi bir moda giriyoruz ve diyoruz ki adam haklı. Halbuki peygamber pratiği derken hadis kitabını kastettiklerini yani yine bir kitabı gösterdiklerini anlamam 13 yılımı aldı. Allah onun kitabına şerikler koştuğum için beni bağışlasın. Kur’an burnumuzun ucunda ama burnumun ucunda olduğunu fark etmek için nice yılları harcadım.
Kur’an peygamber kıssalarını verir. Rasulullahtan örnekler verir. Yani hepsi de pratiktir. Kur’an teori değil pratiktir. Teorik olan bir kitap izlenemez. Her çağa bir sunumu olamaz. Madem Kur’an teori niçin din adamları şu pratik dedikleri listeyi bize açıklamıyorlar? Kur’an’da olmayıp Rasulullah’ın pratiğinden ne aldık. Nedir bu pratikler listesi? Yukarıda o pratiğin namaz olmadığını gösterdik. Abdest de Kur'an'da geçiyor. O da olamaz. Sünnet diyorlar ama bunda bile uzlaşmaları yok. Bir din adamının bu sünnet dediğine diğeri değil diyor. Yani sünnet nedir sorusuna bile net cevapları yok. Sarık ve cüppe bazılarına göre sünnetken bazılarına göre sadece Arap kültürü. Ya Allah bu kadar net olmayan, zor, sisli, ihtimallere kalmış bir din göndermiş olabilir mi ? Yeter artık uyanın. Kur’an’a sızmak isteyenler bunu hadis üzerinden yaptılar. Hadisler İslam’ın Truva atıdır.
İddia 5 : Peygamberin hayatı boyunca söylediği her söz ve yaptığı her şey Allah’tan gelen vahiydir. Peygamberimize Kur’an gibi benzeri bir vahiy daha verilmiştir. Aşağıdaki ayet (Necm:3) Peygamberimizin konuşmalarının da vahiy olduğunun delilidir. Hadisler de vahiydir. Sünnet vahy-i gayri metluv olarak ifade edilir ve vahyi metluv olan Kur'an’a uymamız gerektiği gibi, ikinci vahiy olan sünnete de uymamızın esas olduğunu belirtir. Zira bağımlılığı ve Allah’tan olmaları bakımından ikisi de aynıdır. “Bana Kitap ve onunla beraber onun misli verildi.” (Ebu Davud) Hadisi de bunu doğrular.
İddiada delil gösterilen ayete bakalım
Vahyin aşama aşama inişi şahit olsun (1) Arkadaşınız ne sapmıştır ne kanmıştır (2) ne de kendi keyfinden konuşmaktadır. (3) Bu (Kur’an), kendisine indirilen bir vahiyden ibarettir. (4) (NECM 1,2,3,4)
İddia edilen ayetleri gördünüz şimdi Kur’an’daki tüm parçaları birleştirelim bakalım dedikleri doğru mu?
Ve sonra kuluna ne bildirilecekse onu vahyetti. (NECM 10)
Allah peygamberine bir şey iletecekse bunu normal vahiy yoluyla yaptı. yukarıdaki ayet buna delildir. "Ve sonra kuluna ne bildirilecekse onu vahyetti." diyen Kur'an vahyin tek kanalı olduğunu belirtiyor. Ayrıca Kur’an, Allah’ın peygamberini Kur’an dışına yani vahyin dışına çıkarmaya çalışanlardan bahsediyor ve diyor ki:
İşte o (tipler) eğer ellerinden gelse, sana vahyettiğimizin dışında Bizim adımıza birtakım şeyler tedarik edesin diye, seni dahi baştan çıkararak tuzağa düşürmeye çalışırlar; seni de ancak bunu başarabildikleri zaman dost edinirler (İSRA 73)
Görüldüğü gibi peygamberin vahiy dışında bir hadisi/sözü dini noktada söyletmeye çalışanlar olmuş. Ama başaramamışlar. Daha sonra Kur’an Hz. Muhammed’i ve bizi uyarır. Dikkatli olun sizi Allah’ın ayetlerinden saptırmasınlar/uzaklaştırmasınlar.
Sana indirildikten sonra seni ALLAH‘ın ayetlerinden saptırmasınlar. Rabbine çağır; ortak koşanlardan olma. (KASAS 87)
Şimdi asıl peygamberin Kur’an dışında vahiy almadığını, hadislerin vahiy olmadığını gösteren ayetlere gelelim:
Allah seni affetsin (Ey peygamber!) Daha kimin doğru söylediği senin için (iyice) ortaya çıkmadan ve sen (kimler) yalancı (iyice) tanımadan, niçin onlara izin verdin? (TEVBE 43)
Ayet ortada. Allah, Elçisi onunla savaşa gelmemek için bahane uyduranlara evde kalmaları için izin vermesini sert bir şekilde eleştiriyor. Peygamber aceleci davranıyor. Kişisel bir karar veriyor. Allah peygamberin bu kişisel kararını eleştirmektedir. Bu da peygamberin her sözünün veya yaptığı her eylemin vahiy yani din olmadığının delilidir. Vahiy olmadığı gibi doğru bir karar da değildir. Bu ayet aynı zamanda peygamberin yaptığı her eylemin ve söylediği her sözün vahye dayanmadığının da bir delilidir. Peygamberimiz bir eşti, bir babaydı, bir devlet başkanıydı, bir ordu komutanıydı, bir komşuydu. Peygamberin bir eş olarak, bir devlet başkanı olarak, bir komşu olarak söylediği sözler din olamaz. Peygamberimizi günümüzde yaşayan biri olarak hayal edin. Komşusunun balkonunda çöp olmasından rahatsız oldu. Ve komşusuna dedi ki biz çöpten rahatsız oluyoruz. Çöplerinizi balkonunuzdan kaldırır mısınız? Koku bizi rahatsız ediyor. Peygamber vefat edince ne olacaktı biliyor musunuz? Peygamberden işittim ki balkona çöp bırakmak uygun değildir. 100 yıl sonra ise her kim ki balkona çöp bırakır cehennemdeki yerini hazırlasın formuna dönüşecekti. Bu temsili bir örnek sadece. Siz çoğaltabilirsiniz bu tür örnekleri. Peygamberin her sözünün vahiy olmadığının başka bir delili daha var.
Onlara bir ayet getirmediğin zaman, “Sen bir tane derleseydin ya!” derler. De ki: “Ben yalnızca rabbimden bana vahyedilene uyarım: bu (vahiy) Rabbiniz katından gelen bir bilinç kaynağıdır; inanacak bir toplum için de kapsamlı bir doğru yol haritası ve bir rahmet pınarıdır” (ARAF 203)
Peygamberin sıradan konuşmalarının ilahi olmadığının en büyük kanıtı bu ayettir. Peygamberin her sözü vahiy olsaydı inanmayanlar “niçin ayet getiremedin” gibi bir söylemde bulunmazlardı. Çünkü her sözü vahiy olduğu için bu itirazlara gerek kalmazdı. Ayrıca Ali İmran suresi 159. ayette Peygamberin hüküm verirken insanlara danışmasını söylüyor . Madem her söylediği ve yaptığı vahiy niçin insanlara danışması söyleniyor.
Şu halde onları affet, affedilmeleri için de dua et ve yönetim işinde onlarla istişare (ye devam) et! Artık kararını verdiğin zamanda Allah’a güven! Çünkü Allah kendisine güvenenleri sever (ALİ İMRAN 159)
İddia 6: Kur’an’da helal ve haramlar eksiktir. Bu noktada hadislere ihtiyacımız var.
Bu iddia baştan sona Kur’an’a aykırı bir iddiadır. Kur’an’da haramlar bellidir.
Size yalnızca leş, kan, domuz eti ve ALLAH'tan başkası için adananları haram kılmıştır. Kim (bunları yemek) zorunda kalırsa, istekli olmamak ve sınırı aşmamak koşuluyla ALLAH bağışlayandır, Rahim’dir. (NAHL 115)
Kur’an’a göre haram yiyeceklerin sayısı dört’tür. Yukarıda yalnızca kelimesini görmek istemeyen insanlar için vurgulu yazdım. Ancak bu Müslümanlara yeterli gelmedi. Sonra Besmelesiz kesilen hayvanların haram olduğunu iddia ettiler. Sonra haramların sayısı 1000 küsüre çıktı. Şu an kaç bin haram var ben de bilmiyorum. Şimdi peygamberin haram bırakma yetkisinin olmadığına dair delillerimizi sunalım.
Ortak koşanlar, “ALLAH dilemeseydi ne biz, ne de atalarımız ortak koşmaz ve hiç bir şeyi de haram etmezdik” diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar aynı şekilde yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda bize göstereceğiniz herhangi bir bilgi var mı? Siz ancak zanna (şüpheli ve çelişkili rivayetlere) uyuyorsunuz ve siz sadece tahminde bulunuyorsunuz.” (EN’AM 148)
En’am 148 kulağı vahye açık olan herkes için açıktır. Haram bırakma yetkisi yalnız ve yalnız Kur’an’a aittir. Yani Allah’a. İşte iki ayet daha
De ki: “ALLAH'ın şunu haram ettiğine tanıklık edecek tanıklarınızı getirin.” Tanıklık ederlerse onlarla beraber tanıklık etme. Ayetlerimizi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların keyfine uyma. Onlar, Rablerine başkalarını eş koşmaktadırlar. (EN’AM 150)
Ortak koşanlar, “ALLAH dilemeseydi ne biz ne de atalarımız O'ndan başka bir şeye tapmaz ve O'nun haram ettiğinden başkasını da haram kılmazdık” (derler). Kendilerinden öncekiler de böyle davranmıştı. Elçinin açıkça bildirmekten başka bir görevi mi var? (NAHL 35)
Görüldüğü gibi İslam din adamlarının bıraktığı sahte haramları reddetmektedir. 1400 yıl önce İslam öncesi dünyanın genel durumunu okuyanlarınız varsa bu ayetleri anlarsınız. Bilgisi olmayanlar için aktarayım. Kur'an indiğinde dünya toplumlarında bugün olduğu gibi binlerce haram vardı. Kur'an insanları mantıklı olmaya davet etti. Ve Haramları dört adet ile sınırladı. Mesela hayvan yüreği yemek birçok kabile de haramdı gibi.. Zaten Rasulullah dini tekrardan rayına koymak, sahte haramları kaldırıp insanları tekrardan özgürleştirmek, dinin kolay olduğunu insanlara hatırlatmak için gönderilmedi mi? Değil din adamları peygamberimizin bile haram bırakma yetkisinin olmadığını Kur’an’dan öğreniyoruz.
Sen ey peygamber! Eşlerin (den bir kısmının) rızasını kazanmak için, neden Allah’ın helal kıldığı şeyi kendine haram ediyorsun? Yine de Allah çok bağışlayıcıdır, sınırsız bir merhamet kaynağıdır. (TAHRİM 1)
Elçinin değil Müslümanlara kendisine bile haram bırakması Allah tarafından yetkisini gasp olarak değerlendirilmiş. Allah tarafından uyarılmıştır. Müslümanların Kur’an’ı din açısından yetersiz görmesi yeni bir anlayış değildir. Aynı anlayış müşriklerde de vardı.
Onlara apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar, “Bundan başka bir Kur’an getir yahut onu değiştir!”, derler. De ki: “Onu kendi tarafımdan değiştiremem. Ben yalnız bana vahyedilene uyarım. Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabından korkarım.” (YUNUS 15)
Peygamberin haramları sadece vahyin belirleyeceğini ifade etmesi istenen ayet her şeyi açıklıyor zaten. İşte Ayet:
De ki: Bana vahyedilende, yiyen birisi için şunların dışında haram edilmiş bir madde bulamıyorum: leş, akan kan, domuz eti- ki pistir- Allah’tan başkası adına kesilen kurban dışında….” (EN’AM 145)
İddia 7: Kur’an, birçok ayetinde Allah’a ve Elçisine itaat edin diyerek “ve” bağlacı kullanıyor. İkisine ayrı ayrı itaat etmemiz isteniyor. Bu durumda Allah’a itaat etmek için Kur’an’a, Peygambere itaat etmek için ise hadislere uymalıyız. Tevbe 29’da da Allah ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayanlarla savaşın ayeti var. Bu da delildir.
İşte can alıcı iddia bu. Arapç da ‘’ve” (و ) bağlacı kendi dilimizde de olduğu gibi sadece iki ayrı şeyi tanımlayan bir bağlaç olarak kullanılmaz. Kur’an’da bunun birçok örneği vardır.
Ey önceki vahyin mensupları, kitabın gizlediğiniz birçok bölümünü açığa çıkaran ve birçoğunu da yüzünüze vurmayan elçimiz geldi size. ALLAH'tan bir nur ve apaçık bir kitap da geldi size. (MAİDE 15)
Yukarıdaki ayette nur ve kitap ayrı şeylerden mi bahsediyor? Nur kitabın bir özelliği olarak ve bağlacı ile tanımlanmış. Yoksa nur ve kitap ayrı ayrı verilmiş değil.
Yola gelmeniz için de Musa'ya kitabı ve furkanı verdik. (BAKARA 53)
Bakara 53’te Musa Peygamber’in iki ayrı kitap (kitap ve furkan) almış olduğunu anlatmıyor. Yok böyle bir şey zaten. Vahiy, aldığı kitabın bir özelliğini belirtmek için ‘’ve furkan’’ ifadesinin kullanıldığını görebiliyoruz. Tamam artık ve bağlacının Türkçedeki gibi kullanılmadığını biliyorsunuz. Şimdi bu tür ayetleri nasıl anlayacağımıza gelelim.
Tevbe 1 de “Bu Allah ve Rasulünden kendileri ile anlaşma yaptığınız müşriklere bir ültimatomdur” diyor. Madem Allah ve Rasulü/Elçisi ayrı ayrı kavramlar ya da ayrı iradeler o halde şu ayeti şöyle mi anlayacağız: Allah müşriklerle bir anlaşma yaptı Rasul/Elçi ayrı bir anlaşma yaptı. Allah ayrı bir ültimatom verdi, Elçisi ise ayrı bir ültimatom. Böyle saçma bir mantık olabilir mi? Kim bu ayeti okursa anlaşmayı yapanın Rasul/Elçi olduğunu anlar. Fakat Allah bu tür ayetlerde Allah ve Rasulü/Elçisi diyerek dini noktada Rasul/Elçinin sadece Allah adına hareket ettiğini ve onun emirlerini yerine getirdiğini bildirir. Dini noktada Elçinin kendi iradesi yoktur. Allah’ın iradesini bize tebliğ eder. Çünkü o vahyin iniş üssüdür. Elçiye itaat elçiyi gönderene itaattir. Bu ayetlerde Allah ve Rasulü iki ayrı kavram değildir. Allah ve Rasulü Allah’ın iradesini temsil eder.Bir başka delil de Tevbe 2’dir. “Yeryüzünde dört ay daha dolaşın…” der. Yani tevbe 1’deki anlaşmanın ne olduğunu açıklar. Ayetleri birlikte görelim.
Bu Allah ve onun elçisi tarafından, müşrikler içerisinden anlaşma yaptıklarınıza yönelik bir ilişik kesme ilanıdır: (1) Bundan böyle, işte size dört ay daha (serbestçe) dolaşın, fakat bilin ki, asla Allah’ın gözetiminden kaçamazsınız ve (yine bilin ki) Allah hakkı tanımaya yanaşmayan kimseleri, er geç utanç içinde bırakacaktır. (2) (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ- TEVBE 1,2)
Şu halde söyleyin Allah yeryüzünde dört ay dolaşın izni verdi de peygamber 1 ay da benden mi dedi? Bu tür ayetlerde Allah ve Rasulü kavramından anlayacağımız iki varlık değildir. Rasul elçidir. Rasulün kendi sözü yoktur. Allah’ın sözü vardır. Allah mesajını elçisi aracılığıyla verdiği için Allah ve elçisi gibi son derece naif bir üslup kullanıyor. Ama bu örnekler yetmez birkaç ayette daha bu yanlışı düzeltmeye devam edeceğim
Yine Allah ve O’nun elçisi’nden, Büyük Hac gününde bütün insanlığa yapılmış bir duyurudur ki… (TEVBE 3)
İnsanlar bu ayetten Allah ayrı bir duyuru Elçi ayrı bir duyuru yaptı şeklinde mi anladı? Elbette hayır. Duyuruyu Elçi aracılığıyla Allah yaptı. Enfal suresi 1’de “Sana cihadın bahşettiği gelirler hakkında soruyorlar. De ki: ‘Cihadın bahşettiği bütün gelirler Allah’a ve elçisine aittir’ şu halde, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun” gibi bir olaydan bahseder. Ganimetlerin Allah ve Elçisine ait olması ne demektir? Buradan Allah’a ayrı Elçisine ayrı pay mı olduğunu anlıyoruz? Elbetteki hayır! Savaş gelirlerinin tamamı Allah’a aittir. Bu da o malların kamu malı olduğunu Müslümanlara vurgulamak için kullanılmıştır. Yoksa Allah savaş ganimetlerini ne yapsın. Ayete dikkat ederseniz bir ayrıntı daha var. Ganimetler Allah ve elçisine aittir ifadesinden sonra Allah’a karşı sorumlu davranmaya çağrılıyoruz. Niçin devamında sadece Allah geliyor? Niçin Allah ve Elçisine sorumlu olmaya davet edilmiyoruz. Sebebi açık Allah ve Rasulü bir kalıptır. İkisi farklı kavramlar ve varlıklar için değil Allah’ın iradesi için kullanılıyor. Delillere devam edelim.
Onlar arasında, sadaka ve zekatların (dağıtımı) konusunda sana dil uzatanlar var: eğer kendilerine ondan bir pay verirsen seslerini keserler, yok eğer kendilerine ondan bir pay vermezsen, o zaman da öfkelerini kusarlar. (58) Ah keşke onlar Allah’ın ve O’nun elçisi’nin kendilerine verdikleriyle yetinselerdi;…” (59) (TEVBE 58,59)
Yukarıdaki iki ayete çok dikkat edin! Tevbe 58’de peygamberin sadaka dağıtımından rahatsız olanların tavırlarını ortaya bırakıyor. Ama o da ne! Tevbe 59’da sadaka dağıtımını yapanın Allah ve elçisi olduğunu söyleniyor. Lütfen yukarıdaki ayete tekrar bakın. Tevbe 58'de sadakaları dağıtanın peygamber olduğunu dile getiriyorken bir sonraki ayette "Allah’ın ve O’nun elçisi’nin kendilerine verdikleriyle" diyerek sadaka paylaştıranın Allah ve Rasulü olduğu vurgulanıyor. Bir kısım sadakayı Allah bir kısım sadakayı Elçi mi dağıtıyor? Elbette hayır. Peki Niçin Allah ve Rasulü ifadesi geçiyor? Çünkü arkadaşlar Hz. Muhammed sadaka bölüştürme işini Tevbe 60’a göre yani vahye göre yaptı. Kendi kafasına göre değil Allah’ın hükmüyle hükmederek yaptı. Dolayısıyla insanlar da peygamberin değil Allah'ın hükmünden rahatsız oldular. Bu yüzden Tevbe 58’de sadakayı dağıtanın Muhammed peygamber (Elçi) olduğu vurgulanırken, Tevbe 59’da ganimet paylaştırmanın hoşnutsuzluğunu Allah kendi üzerine alıyor ve" Allah ve Rasulü" kalıbını devreye sokuyor. Çünkü Elçi Allah’ın ayeti Tevbe 60’a göre sadakayı bölüştürdü. Sırf bu ayetteki incelik bile Muhammed'in Kur'an'ı yazmadığının delilidir. İşte Tevbe 60:
Zekatlar yalnızca yoksullara ve düşkünlere, bu işi yapan görevlilere ve kalpleri kazanılacak kimselere, özgürlükleri elinden alınanlar (köleler) ve borç yükü altında ezilenler için, Allah yolunda gösterilen her türlü faaliyet ve yolda kalmışlar için verilir: Bu Allah’ın koyduğu kuraldır (TEVBE 60)
Bu kalıp Nisa suresinde de geçer. İşte ayet:
Ve her kim Allah’a ve peygamberine hicret etmek üzere evinden çıkar da… (NİSA 100)
Burada bahsi geçenkonu bir kısım insanın Allah’a bir kısmının da Elçi’ye mi hicret edeceği? Allah’ın mekânı var mı ki onun yanına hicret edebilelim? Allah ve Rasulüne/Elçisine hicret etmek iki ayrı kavram mı? Yoksa aynı şey mi? Allah’ın bildirdiği vahyi Elçinin bize tebliğ etmesi Allah ve Rasulü kalıbının açıklamasıdır.
Siz Ey iman edenler! Allah’a ve O’nun Elçisi’ne bağlılığınızı gösterin; (O’nun mesajını) işittiğiniz halde o’ndan yüz çevirmeyin! (ENFAL 20)
Yukarıdaki ayete son derece dikkatli bakın. Ayet Allah’a ve elçisine itaat edin diyorken devamında “o’ndan yüz çevirmeyin” diye sonlanıyor. Yani tekil zamir olan “O” kullanılıyor. Halbuki Allah ve elçisi iki ayrı kavram olsaydı çoğul zamir olan “onlardan yüz çevirmeyin” demesi gerekirdi. Elçiye itaat onun kişisel görüşlerine itaat değildir. Elçiye itaat elçiyi gönderene itaattir. Bu da elçinin Allah’tan alıp bize tebliğ ettiği Kur’an’a uymak ile olur. Zaten Kur’an kavram olarak ‘’Muhammed’e itaat’’ ifadesini değil, görevinden dolayı ‘’Elçiye itaat’’ ifadesini kullanıyor. Bu kavramlara dikkat edilmelidir. Allah gerçekten kelimelerini özenle seçmiştir. Dini noktada "Muhammed'e itaat" değil "elçiye itaat" kavramının seçilmesi mükemmel bir inceliktir. Dini noktada Muhammed'in bir hükmü olamaz elçinin olur. Elçi'de kendi heva ve hevesinden konuşmaz onu gönderen Allah adına konuşur.
İddia 8 Peygamberin Vahiy dışında bir bilgi kaynağı daha vardı. Bu yüzden hadislere muhtacız.
Bu iddiayı 5. Madde de cevapladım . Ancak bir şeyler daha eklemek istiyorum. Ahzab 53’te
Dahası sizin ne Allah Rasulünü üzmeniz, ne de ölümünden sonra onun eşleriyle evlenmeniz ebediyyen helal değildir: Çünkü bütün bunlar Allah katında zaten çok büyük bir vebaldir (AHZAB 53)
Yukarıdaki ayeti çoğu insan anlamakta zorlanıyor. Çünkü hükmü sadece 20 yıl- 30 yıl arası geçerli olacak bu hüküm niçin Kur’an vahyiyle Muhammed peygambere bildirildi? Peygamber, Kur’an dışında Allah ile iletişime geçebiliyorsa pekâlâ bu hükmü oradan alabilirdi? 1400 yıl önce vefat etmiş eşleri ile ilgili uygulanabilirliği çok kısa olan bu hükmü Kur’an niçin ölümsüzleştirdi? Aslında bu tür ayetlerin niçin kur’an’da olduğunu hiç anlayamıyordum. Çünkü Kur’an evrenseldi ve bu ayetler buna uymuyordu. Şimdi anlıyorum ki bu ayetler peygamberin Kur’an dışında vahiy alamadığını ve Allah’ın sadece Kur’an aracılığı ile Nebi ile iletişime geçtiğini bize kanıtlamak için. Çünkü Müslüman olma iddiasında olan insanların Hz. Muhammed'in hayatını tahrif edeceklerini Allah biliyordu. Bizim tekrar Peygamberimizin yolunu bulmamızı sağlayan ipuçları Kur’an’a yerleştirildi. Elbet tek açıklaması bu değildir ayetlerin.
Ayrıca Uhud savaşında peygamberimiz neredeyse öldürülüyordu. Sahabe denilen kişiler ganimet için hakim tepeyi terk ettikleri için. Peygamberin farklı bir vahiy kaynağı olsaydı derhal uyarılırdı. Ancak vahiy inmiyor vahiy inmeyince peygamber de öğrenemiyor. Bu da farklı bir vahiy kanalının olmadığının delili.
İddia 9: Hikmet, Kur’an’dan ayrı bir şeydir. Hikmet aynen Kur’an gibi Peygamberimize vahyedilmiştir. Peygamberimize Kur’an’dan ayrı, Kur’an’ın içinde olmayan vahiyler de inmiştir. Bunun adı vahy-i gayri metluv’dur. “Bana Kur’an’ın misli kadar daha hüküm verildi. “ (Ahmed b. Hanbel) Hadisi de buna delildir.
Şimdi bu iddianın sebebi Kur’an’daki bazı ayetlerdir. Hemen ayeti görelim:
Allah sana kitap ve hikmet indirdi (NİSA 113)
Hikmet ha-ke-me kökünden türemiştir. “At’ın ağzına vurulan gem” anlamına gelir. Gem At’a gideceği yönü vermek için kullanılan demir parçadır. Hikmet’in diğer anlamı bilgeliktir. Yani anlayacağınız üzerine doğru yolu bulmamız için Allah’ın bize verdiği bilgeliktir. Yukarıdaki ayette kitap Kur’an’dır, Hikmet ise hadistir deniliyor. Ancak bu Kur’an’a uymayan bir iddiadır.
Sana bu okuduklarımız, ayetlerden ve HİKMETLİ mesajdandır. (ALİ İMRAN 58)
Bu (kitap), üstün bir hikmettir; ancak uyarılar yarar sağlamıyor. (KAMER 5)
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi hikmet Kur’an’dır. Kur’an’ın bir özelliğidir. Bunun için sağlam bir delil daha verelim.
Allah’ın ayetlerini hafife almayın! Allah’ın size olan nimetlerini, size öğüt vermek için size indirdiği vahyi ve hikmeti hatırlayın ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! İyi bilin ki Allah her şeyin aslını bilir (BAKARA 231)
Şimdi bu ayeti arapça inceleyeceğiz. Dilin grameri gerçeği ortaya çıkarsın. “ve mâ enzele aleykum minel kitâbi vel hikmeti yeızukum bihi…” anlamı “ve size onunla öğüt alacağınız kitap ve hikmeti” şimdi eğer vahiy ve hikmet farklı kaynaklar olsaydı burada “yeızukum bihi” değil “yeızukum bihima” şeklinde gelirdi. Ne demek bu? Yanisi şu arkadaşlar: “ve size onunla öğüt alacağınız kitap ve hikmeti“ cümlesindeki “onunla” tekil ifadesi gelmezdi bunun yerine “onlarla” veya “o ikisiyle” ifadesi gelmesi gerekirdi. Yani cümlenin şöyle olması beklenirdi:”Ve size o ikisiyle öğüt alacağınız kitap ve hikmeti” Sonuç olarak hikmet Kur’an’ın bir özelliğidir. Bilinçtir, bilgeliktir, Kur’an ile doğru hüküm verme kabiliyetidir.
İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir. Eğer şu halk, bunları inkâr ederse, biz onların yerine inkâr etmeyecek bir toplumu geçiririz. (ENAM 89)
Yukardaki ayet, 18 elçinin ismini andıktan hemen sonra hepsine hikmet verildiğini belirtiyor. Hikmetin hadislerde olduğunu iddia edenler, neden diğer elçilerin de hikmetlerini/hadislerini aramıyorlar?
İddia 10: “Doğrusu Allah Rasülü sizler için, Allah’a ait ve ahiret gününü umut besleyen ve Allah’ı sürekli hatırda tutan herkes için güzel bir örnek teşkil eder” (AHZAB 21) Bu ayet tartışılmaz bir şekilde hadisleri işaret ediyor.
Bu ayet çok istismar ediliyor. Peki bu ayette bahsedilen örnekliğin hadis olduğunu nereden çıkarıyoruz? Kur’an’dan bahsediyor olmasın! Peygamberin dini konularda nasıl davrandığı Kur’an’da belirtilmiştir. Onun Kur’an’da anlatılan kişiliği örnek alınmalıdır. Şöyle düşünün madem peygamber’in hadisleri ile onu örnek alacağız o halde Allah çoğu insana zulmetti. Çünkü peygamber ile Buhari arasında geçen 200 yıl boyunca Müslümanların çoğu pek hadis bilmiyordu. Çünkü hepsi derlenmiş değildi. 200 yıllık boşlukta insanlar bu örneklikten mahrum mu kaldı? Tabi ki hayır din ihtimallerin eline verilemez. Allah Rasulü örnek alın dedikten sonra onun dini noktada örnekliğini de Kur’an’a serpiştirmiştir. Delillerimizi sunmaya başlayalım.
İnkarda ısrar edenler, (yine) Sen Allah tarafından gönderilmiş değilsin diyecekler. Sen (de) de ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter; bir de ilahi mesajın bilgisini iyice sindirmiş kimseler (RAD 43)
Peygamberimize yukarıdaki ayette elçiliğinin kanıtının Kur’an’ı iyice sindirenler olduğunu ifade etmesi isteniyor. Yani Elçi kim sorusunun cevabı Kur’an’da var.
Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum... (YUNUS 15)
Bu ayet peygamberin sadece vahye uyduğunu gösteriyor. Rasulullah’ı örnek almak onunda uyduğu vahye uyarak mümkün olur. Elçi sadece vahye uyuyorsa ve bizden de elçiyi örnek almamız isteniyorsa o halde tıpkı onun gibi biz de sadece vahye uyarsak onu örnek almış oluruz. Peygamberi örnek almak isteyen hayatını Kur’an’a göre düzenler. Eğer peygamberi örnek almak onun canlı uygulamalarını (sünnetini) ve sözleri olduğu iddia edilen hadisler ise o halde Allah bize haksızlık etti. Biz Peygamberi görmedik. Onun canlı örnekliğine şahit olamadık. Bize kala kala hangisi sahih belli olmayan rivayetler. Bu mu yani? Allah dinini insanların doğru aktarma ihtimaline mi bıraktı? Asla! Bu doğru değil. Rasulü örnek al diyen Kur’an neyi örnek alacağımı da yazıyor. Yazmalıydı da. Aksi halde peygamberi görenler şanslı biz ise şansız olmuş olacaktık. Allah bir imtihan yaptığını söylüyor ancak peygamberi görenleri bu imtahanda on adım önde olacak bir avantaj mı sağlıyor? Asla, Asla Asla! Peygamberi canlı görmek bir avantaj olsaydı bu bize haksızlık olurdu. Bu yüzden peygamber Kur'an ile ölümsüzleştirilerek fırsat konusunda tüm Müslümanlar eşit koşullara sahip oldu. Şu ayete bakın
Doğrusu İbrahim’de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örneklik vardır. Hani onlar kendi kavimlerine şöyle demişlerdi:… (MÜMTEHİNE 4)
Bakın Hz. Muhammed için kullanılan ayetin aynısından İbrahim peygamber için de kullanılıyor? Niçin kimse İbrahim peygamberin hadislerinin peşine düşmüyor? Bu ikiyüzlülük değil mi? Kur’an “elçiler arasında fark gütmeyiz deyin” demiyor mu bize? İbrahim peygamberin hadisleri nerede? Onu örnek almak için uyduruk mitolojilere mi bakmalıyız? Tabii ki hayır. Allah İbrahim peygamber’de sizin için güzel bir örneklik var diyor ve hem bu ayetin devamında ve de Kur’an’da anlattığı kıssalar sayesinde İbrahim peygamberin hangi konuda örnekliğini alacağız bunu zaten veriyor. Bu yüzden Kur’an’ın tümüne hâkim olmak önemli. Hz. Muhammed’in örnekliği de aynı şekilde Kur’an’ın geneline serpiştirilmiştir. Peygamberin örnekliğini peygamberden 200 yıl sonra yazılmış hadis derlemelerinde değil Kur’an’da arayacağız. Allah peygamberi örnek alın dediği yıllarda ortada bir hadis kitabı yoktu. Biz hiç kafamızı kullanmayacak mıyız?
İddia 11 “Elçi size ne verdiyse onu alın, sizi neyden alıkoyduysa ondan da sakının” (haşr 7) tamamen hadis ve sünnetten bahsediyor. O zaman hadis ve geleneklerin bize öğrettiğini almalıyız, bize yasakladıklarından kaçınmalıyız.
Bu konuda da çoğu din adamı yalan söylüyor. Haşr 7’nin hadislerle yakından uzaktan alakası yoktur. Allah onların yalancı perçeminden yakalayacaktır. Bu ayet bağlamından koparılarak sahte bir algı oluşturuluyor. Ayetin tamamını verip bunları ifşa edeceğim:
Allah malum beldelerin sakinlerinden alıp iade ettiği tüm savaş gelirlerinin sorumluluğunu Rasulü’ne vermiştir. Artık (bu gelirler) Allah’a Rasulü’ne, (onun) yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir: bunu böyle yaptık ki, servet (sırf) zengin sınıflarınız arasında dolaşan bir güç ve iktidar aracına dönüşmesin. İmdi Rasul size (ondan) ne (pay) verirse onu alın, ama size vermediği şeyde de ısrarcı olmayın: Allah’a karşı sorumlu davranın; unutmayın ki Allah cezası çetin olandır. (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – HAŞR 7)
Ayete baktığınızda konunun ganimet paylaşımı olduğunu görürsünüz. Ne kadar alakasız olduğunu görmüş olmalısınız. Ancak diyelim ki dedikleri gibi bir ayet olsaydı yine de bundan hadis çıkmazdı. Sanki Kur’an’ı bizzat biz Allah’tan bizzat elden aldık da hadisleri peygamberden aldık gibi bir algı oluşturmuşlar. Halbuki biz Kur’an’ı Hz. Muhammed’den aldık. Vahiy Kur’an’ın dediği gibi Hz. Muhammed’in yüreğine indirilmiştir. O yüreğine inen ayetleri hadis/söz ile bize tebliğ etti ve vahiy katiplerine yazdırdı. Yani “Elçi size ne verdiyse onu alın, sizi neyden alıkoyduysa ondan da sakının” ayeti olsaydı biz bu ayetten elçinin bize vahiy adına verdiği her şeyi almamız gerektiğini anlardık. Çünkü Elçi bize vahyi ulaştırıyor. “Sizi neyden alıkoyduysa” cümlesinden ise vahiyle bize ne yasaklandıysa nebi de onu bize bildirecekti ve bizde elçinin bildirdikleri üzerinden vahyin yasağına uyacaktık.
İddia 12 Nisa 65 belirtildiği gibi insanlar Allah’ın elçisini aralarındaki anlaşmazlıklarda hakem kabul etmedikçe ve onun kararlarına içten bir şekilde uymadıkça inanmış sayılmayacaklardır. Bu ayette Hadislerin önemini vurguluyor.
Bu konuda da yanlış bir mantık kuruluyor. Şimdi Ayeti verelim önce:
Ama hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında tartıştıkları her konuda seni hakem yapmadıkça, sonra da senin hükmüne içlerinde hiçbir tereddüt taşımaksızın tam bir teslimiyetle uymadıkça iman etmiş sayılmazlar (NİSA 65)
Peki, elçi insanlar arasında nasıl hakemlik yapacaktı? Kendi kişisel fikri doğrultusunda mı karar verir? Kur’an buna cevap verir:
Ve sen aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet! Onların keyfi yargılarına da uyma! Allah’ın sana gönderdiklerinden bir kısmında seni yanıltmalarından sakın! (MAİDE 49)
Yukarıdaki ayet olayı açıkça ortaya çıkarıyor. Elçi kişisel fikrine göre değil Kur’an’a göre hüküm veriyordu. Peygamberin kendi hükmü olamaz dini açıdan. O da dini konularda Kur’an’a bakıp hüküm veriyordu. Bu ayette bizimde Elçi gibi hüküm çıkarırken Kur’an’a bakmamızı ve Allah’ın hükmünü uygulamamızı öğütlüyor. İşte bu ayet Kur’an’ın kuran ile tefsirine mükemmel bir örnektir. Kur’an’ı anlamadaki metodumuz bu olmalıdır. Nisa 64’dü tefsir eden diğer ayet ise Nahl 64’tür.
Biz sana ilahi mesajı, sadece üzerinde anlaşmazlığa düştükleri (inançla ilgili) meselelerin çözümlerini kendilerine sunasın, inanıp güvenecek bir topluluk için de bir yol haritası ve bir rahmet olsun diye indirdik (NAHL 64)
Bu ayette bize gösteriyor ki peygamber sıkıntılarla ilgili çözüm üretirken yani hüküm verirken ilahi mesajdan yardım alıyor. Yani Elçinin hükümlerini hadis kitaplarında değil Kur’an’da aramalıyız. Kur’an’ı Kur’an ile tefsir etme metodunu 1400 yıllık acılı ve sancılı süreçlerden sonra bulduk. Tecrübe ve birikimlerimiz gösterdi ki biz peygamberimizden bile daha gerideyiz. Çünkü peygamberimiz ve sahabeler Kur’an’ı Kur’an ile tefsir ediyorlardı. Olay bu kadar basitti. Kur’an bu kadar basitti. Din bu kadar basitti. Peygamberimizin vefatından sonra o kadar dine zam yapıldı ki daha yeni yeni onun metodunu kavrayabildik. Kur’an’ı fıkıh ile, hadis ile bilmem bin tane tuhaf ilimle tefsir etmeye çalıştığımız için yaşanamayacak bir din ortaya çıktı. Her gün Müslümanlığı eskilerin safsataları olarak görüp ateist ve deist olanların sayısı artıyor. Emin olun Allah o, İslam’dan çıkan insandan daha çok İslam’ı anlaşılamayacak, hikayelerle doldurulmuş bir din haline getirip İslam ile insan arasına engel koyan Müslümanları suçlayacak. Kur’an’ı hadislerle tefsir etmek Kur’an’ı anlamamamıza sebep oluyor. Günümüze taşıyamamamıza sebep oluyor.
İddia 13 : Kur’an’ı anlamak için ayetlerin iniş sebeplerini bilmeliyiz (Esbab-ı Nüzul) Ayetin nasıl bir tarihsel arka planı olduğunu bilmezsek Kur’an’ı anlayamayız.
Bu mantık aslında kendi içinde tutarlı değildir. Çünkü Kur’an 6236 ayetten oluşuyor ve nüzul sebebini bildiğimiz ayet sayısı sadece 500’dür. Ayrıca bunlar arasında birbirleriyle çelişenleri de çıkarırsak sayı iyice azalacaktır. Rivayet kültürüyle gelmişlerdir. Peygamberimiz ihtiyaç duymamış olacak ki iniş sebeplerini kaydettirmemiş. Kur’an uyarıları sadece belli bir zaman ve mekana hitap etmez. Kur’an her dönem uygulanması gereken değişmez prensipleri verir. Bu iddia Kur’an’ı 1400 yıl öncesinde belli bir zamana ve mekana hapsetmekten başka işe yaramaz. Ayrıca Kur’an’ı varsayımlara bağlamaya sebep olacaktır. Kur’an’ı sebebi nüzul ihtiyacı ile temellendirmek Kur’an’ı çağımıza taşımayı engelliyor. Müslüman dindarlara bakınca insan kendini 1400 yıl öncesinde hissediyor. Bunun sebebi Kur’an’ı anlamayı 1400 yıl öncesine hapsetmiş olmalarıdır. Günümüze bir sunumu olmayan evrensel olmayan bir metin elde edilmiş oluyor. Halbuki bu ayetlerin sebebi ne olursa olsun. Bu o dönemi ilgilendirir. Kur’an ise canlı bir mesajdır. Her çağa yeniden iner ve o çağın koşullarına cevap verir. Bu yüzden esnektir ayetler.
Siz sebebi nüzulünü öğrendiğinizde o ayeti çağımıza taşıyamıyorsunuz. Örnek vereyim. Kur’an din, mezhep, meşrep, ırk ayrımı yapmadan tüm insanlara “Atalarınızın dinini terk edin” diyor. Ancak siz bunun sebebi nüzulünü öğrendiğinizde bu Mekkeli müşriklere inmiş deyip ayeti üzerinize almıyorsunuz. Gerçekten durum böyle. Müslümanlar Kur’an’da olumsuz olan hiçbir ayeti kendi üzerlerine almıyorlar. Ya müşrikler için, ya Yahudiler için ya da münafıklar için indiğini düşündükleri için toptan o ayetleri sadece okumak için okuyorlar. Ama nerede cennet vadi varsa nerede güzel bir ayet varsa Müslümanlar hemen benden bahsediyor havasına giriyor. Halbuki ayet açık. Sebebi nüzul hikayesini bilmese Kur’an’ı günümüze taşıyacak ve “Atalarınızın dinini terk edin” ayetini daha sağlıklı yorumlayacak ve bu ayetle bağnazlığın kınandığını, körü körüne taklitin kınandığını, dinin anne den oğula geçmediğini dinin seçilmesi gereken bir olgu olduğunu anlayacak.Kur'an evrenseldir diyor ama kötü ayetler, olumsuz ayetlerin hepsi 1400 yıl önce yaşayan mekkeli müşriklerden bahsediyor ona göre.
Hadi diyelim sebebi nüzulü kabul ettim. Çelişkili olanları da kabul ettim. Madem sebebi nüzul olmadan anlaşılamıyor Kur’an ve biz 500 ayetin iniş sebebini biliyorsak Peki, geriye kalan 5736 ayeti nasıl anlayacağız? Eğer bu bilgi bize lazım ise biz sonsuza dek kur'an'ı anlayamayacağız. Bu bilgi bize lazım olsaydı Allah kendi peygamberine not ettirmez miydi? Niçin Allah, dininin ileriki dönemlere sağlam ulaşması konusunda işini şansa bıraktığını düşünüyorsunuz? Bu ne biçim Müslümanlık gerçekten anlamıyorum.
İddia 14: Peygamberimizin görevlerinden birisi de Kur'an-ı Kerim'i sözlü ve uygulamalı olarak açıkça ortaya koymaktır. O, müminler tarafından anlaşılamayan ayetlere, kavramlara ve konulara açıklık getirmiştir. Uygulamalarıyla da bizlere örnek olmuştur. Kur’an’ın açıklayıcısı Muhammed Peygamber’dir. Kur’an, hadisler tarafından açıklanmıştır. Çünkü her şeyin sadece Kur’an’da açıklanması imkânsızdır. Kur’an’ı tefsir eden peygamberimizdir.
Yıllarca bende böyle inandım. Çünkü gerçekten o kadar bilgi kirliliği var ki görüyorsunuz ama hakikate kör oluyorsunuz. Duyuyorsunuz ama hakikate sağır oluyorsunuz. Bu tarihi hatalı fikri Kur’an çürütüyor. Ancak biz Kur’an’ı okuyor ama görmüyoruz. Ya da görmek istememişiz. Bu kısmı maddeler halinde açıklayacağım.
1. Kur’an bu dini açıklayanın Muhammed peygamber değil bizzat kendisi olduğunu defaatle belirtiyor.
Ve doğrusu Biz bu Kur’an’ı ders alınsın diye kolaylaştırdık: öyleyse yok mudur ders alan? (KAMER 17,22,32,40)
Allah size ayrıntılı açıklamalar içeren kitabı indirmişken ben O’nun dışında bir hakeme mi başvurayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, Kur’an’ın gerçeğe dayalı olarak Allah tarafından indirildiğini bilirler. O halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma. (FİZİLALİL KUR’AN MEALİ - EN’AM 114)
Bak iyice kavrayıp anlamaları için ayetleri nasıl çeşitli biçimlerde açıklıyoruz (EN’AM 65)
Yukarıdaki ayetler gibi onlarcası var. Kur’an kendisinin kendisini açıkladığını söylüyor. Yani Kur’an’ı Kur’an ile tefsir edin. Bu sizin bildiğiniz kitaplara benzemez. Bu ilahi bir tasarım diyordu. Ama Kur’an’ı duyamıyordum. Bu metodu anlayacağıma bende Kur’an’ı anlamak için yüzlerce ilim ve binlerce külliyat okumam gerektiğini sanıyordum. Ama şimdi anlıyorum ki Allah adildir. 1400 yıl önce bu kitabı gönderdiği insanların elinde sadece Kur’an vardı. Ne hadis, ne fıkıh, ne ilmihal, ne tefsir serileri. Sadece bu kitabı okudular ve anladılar. Çoğu bizim kadar birikimli ve donanımlı da değildi. Ama biz binlerce külliyatın içinde kaybolmuş halde bir türlü bu Kur’an’ı onlar gibi anlayamıyoruz. Sebebi çok açık. Biz Kur’an’ı bırakalı yüzlerce yıl olmuş. Din tüccarları siz Kur’an’ı anlamazsınız diyor. Çünkü kendi mesleklerini koruyorlar. Din halkın ulaştığı bir yerde olursa adam ne satacak? Kur’an’ı hadisle değil de yine Kur’an’la tefsir etti Rasulullah. Buna kanıt En’am 105’tir.
İşte böylece Biz, mesajlarımzı çok boyutlu olarak dile getiriyoruz ki Sen dersini almışsın! Desinler, dahası öğrenmeye gönüllü bir topluluğa onu açıklayabilelim. (EN’AM 105)
Hatta Rasulullah dahil tüm Müslümanların Kur’an’ı Kur’an ile açıklaması gerektiğine keskin bir kanıt var. O da Furkan suresi 32 ve 33. İşte Kur’an’ı ihtilaflı beşer sözleriyle açıklamayı reddeden ayetler:
Bir de inkarda ısrar edenler ki: Kur’an ona topyekûn indirilseydi ya! İşte Biz, bütünü oluşturan parçaları ait oldukları yere biri diğerini açıklayacak şekilde yerleştirerek, onunla senin iç dünyanı inşa edip pekiştirelim diye böyle yaptık. (FURKAN 32)
Furkan 32 Kur’an niçin toptan inmedi sorusunun yanıtıdır. Çünkü Kur’an kendi kendini tefsir edecek şekilde dizayn edilmiştir. Hayata bir sunumu olması için parça parça indirildi ki biriyle diğerini açıklayalım. Bu ayet bana yeni indi desem yeridir. Eğer Kur'an'ı tefsir eden peygamberimiz olsaydı bu bize haksızlık olacaktı. Çünkü peygamberin tefsiri diye bir kaynak yok. Ayrıca böyle bir şey olsaydı Kur'an çağımıza göre yeniden yorumlanamayacaktı. Bizi 1400 yıl önceye hapsedecekti. Kim Kur'an'ı bu çağa taşımaya kalksa peygamberden daha mı iyi biliyorsun. Sen peygamber düşmanı bir kafirsin sözlerini işitecekti.
İmdi, onlar senin karşına hangi temsili anlatım tarzıyla çıkarlarsa çıksınlar, kesinlikle Biz sana o konudaki gerçeği ve en doğru açıklamayı getiririz. (FURKAN 33)
Bakın Kur’an’ı açıklama işini Allah yine Kur’an’a verdiğini söylüyor bu ayette. Allah burada en doğru açıklamayı sana öğretiriz sende onlara açıklarsın deseydi kabul ederdim peygamberin Kur’an’ı tefsir eden ve açıklayan merci olduğunu. Ancak hayır! Tefsir ve açıklama görevi de zaten bizzat Kur’an’ın kendisinde. Kur’an’ı Allah açıklıyor hadis kitapları değil. Böylece peygamberi görme şerefine nail olamayan bizler dinimizi tastamam öğrenecek bir sistemle şerefleniyoruz. Allah Kur'an'ı Kur'an ile tefsir sistemini bırakarak dini insanların vicdanına ve ellerine bırakmayarak korumuştur.
2. Kur’an ayrıntılı bir kitap olduğunu belirtiyor onlarca ayette. Aynı zamanda detaylandırıldığına dair de sürüyle ayet var.
Elif Lam Ra. (Bu) öyle bir kitaptır ki, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış ve sonra da DETAYLANMIŞTIR. (HUD 1)
Ayrıca Kur’an’da yaklaşık 39 ayet bu Kur’an’ın ayrıntılı ve detaylı olduğundan bahseder :22:99, 6:38, 6:114, 6:119, 6:126, 6:154, 7:32, 10:15, 10:37, 12:1, 12:111, 13:2, 15:1, 17:12, 19:73, 19:97, 22:16, 22:72, 24:1, 24:34, 54:17, 24:46, 54:22, 27:1, 54:40, 28:2, 57:9, 29:49, 58:5, 30:28, 65:11, 36:69, 16:89, 43:2, 6:145, 44:5-8, 17:39, 46:7, 43:36. Yani Kur’an’ı Allah detaylandırmıştır hadis kitapları değil.
3. Kur’an’ın müfessiri Allah’tır Hz. Muhammed değil. Bunu da Kur’an söylüyor
Rahman?... (1) Kur’an’ı o öğretti (2) (RAHMAN 1,2)
Onu (Kur’an’ı) aceleye getirip dilini oynatma. Onu toplamak da okutmak da bize düşer. O halde, biz onu okuduğumuzda, sen onun okunuşunu izle. Sonra onu açıklamak da bizim işimiz olacak (KIYAME 16,17,18,19)
Bu ayetlerden sonra söze ne hacet. Kur’an’ı açıklama görevinin Rasulullah’ın değil bizzat Allah’ın olduğunu dile getiren ayet hadislere değil Kur’an’a bakmamızı istiyor. Allah’ın herhangi bir kulu Kur’an’ın açıklayıcısı ve tefsircisi olamaz. Allah bize konuşmayı ve düşünmeyi öğretendir. Allah’ın kelimelerle anlattığı kitabı (Kur’an’ı) kapalı ve açıklamaya muhtaç olarak niteleyip, insanların kelimelerle anlattıklarının (hadislerin) daha açıklayıcı ve daha detaylı olduğu iddia edilemez. Bilgilerimiz bazı ayetleri okuduğumuzda anlamak için yetersiz olabilir. Hatta bazı ayetleri anlamak için bilimin ilerlemesi bile gerekebilir (örnek Alak: 1 ve Zariyat 47. Ayetler). Bu Kur’an’daki ayetlerin kapalı olduğu anlamına gelmez, ayetleri anlamak için zamanının gelmesi gerektiğini gösterir. (AHMET MURAT SAĞLAM, NEDEN YALNIZ KUR’AN)
4. Dini noktada Kur’an her şeyi açıklıyor mu?
Evet Allah’ın bizden istediği her şeyi açıklıyor ama Kur’an Müslümanlara yeterli gelmiyor. Kur’an’ın beşer sözüne muhtaç kalmadan inanç noktasında her şeyi açıkladığını ifade eden ayeti:
Her topluluk içinden, kendilerine karşı bir tanık gönderdiğimiz, şunlara karşı da seni tanık olarak getirdiğimiz gün... Biz sana bu kitabı,(din ile ilgili) her şeyi açıklayan, bir yol gösterici, bir rahmet ve Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (NAHL 89)
Nahl 89 Kur’an’ı açıklayanın hadisler olduğu tezini çürütür.Kur’an din için gerekli her şeyi içerdiğini şu ayetlerde vurgular: 16;89, 12;111, 6;115, 6;38, 6;114, 41;3, 6;126, 11;1, 3;118 vs.. Müslümanlar bu noktada saçmalama ve sulandırma işine gidebiliyor. Sadece 4 yiyeceğin haram edilmesi adamı kesmiyor. İşte Allah’ın bu tipleri azarladığı ayet:
Siz ey iman edenler! Açıklanması halinde sizi zora sokabilecek şeyler hakkında soru sormayın! Nitekim Kur’an iniyorken onlar hakkında soru sorarsanız size açıklarız. (Açıklanmadığına göre) Allah onlarla sizi mükellef tutmamıştır (MAİDE 101)
Bu ayet dinin basitliğini kabul edemeyen zihinlere gönderilmiştir. Bu tiplerin ne sorduğunu tahmin edebiliyorum. Çünkü bu tipler bugün de var yarın da olacak. Yok oje abdesti bozar mı, yok sakız orucu bozar mı, yok saç boyatmak haram mı gibi dini sulandıran sorular sormuşlardır. Allah da böyle bir ayet olmadığına göre böyle bir yasak da yok diyor. Ama adam tatmin olamıyor. Her şeyin haram olmasını isteyen bu tipler yaşadı hep toplumumuzda. O tipleri hiç sevmedim zaten. Emin olun her şey yasaklı olsa ilk bu tipler yasağı çiğner. Allah bile dini detaylara girmeyin demek zorunda kalıyor bu radikal, sulandırıcı dindarlara
Bugün Allah’ın yüzü aşmayacak emir ve yasağını 2 milyona çıkaran zihniyet de bu soruyu soranların devamı. Futbol ve diğer sporlar haram mı?, Uzaya çıkmak helal mi?, Domates yemek helal mi?, Ramazanda sakız çiğnemek helal mi? Bunlara benzer sürüyle soru sorulabilir. Hadis taraftarları, Kur’an’ı yetersiz çıkarmak için bu türden sorular sorarak, cevaplarının Kur’an’da olmadığı söyleyip, Kur’an’ın yetersiz olduğuna hükmederler. Peki, yukarıdaki gibi hadislerde de olmayan hükümleri gördüğünüzde, neden aynı şekilde hadislerin de yetersiz olduğuna hükmedip, tutarlı olmuyorsunuz? Bir şey dinde açıklanmadıysa o helaldir. Bu kadar basit.
5. Peki, Peygamberimizin görevi ne?
Bu konuda Kur’an konuşsun.
… Yüz çevirirseniz bilesiniz ki elçimize düşen görev, açıkça bildirmektir. (MAİDE 92)
… Yüz çevirirseniz, elçimizin görevi açıkça bildirmekten ibarettir. (Teğabun 12)
Onlara söz verilenlerin bir kısmını sana göstersek de, senin canını alsak da, sana düşen görev bildirmektir. Hesap ise bize düşer.(RAD 40)
Yalanlarsanız, sizden önceki toplumlar da yalanlamışlardı. Elçinin görevi ancak açıkça bildirmektir.(ANKEBUT 18)
De ki, "ALLAH'a ve elçiye uyunuz. Reddederseniz, o kendi görevinden sorumludur, siz de kendi görevinizden sorumlusunuz. Ona uyarsanız, doğruyu bulursunuz. Elçinin tek görevi, mesajı açıkça bildirmekten ibarettir. (NUR 54)
Bunun gibi onlarca ayet yazılabilir. Elçinin görevi mesajı bize iletmektir. Hatta şu ayete bakın:
Şu halde sen, Benim tehditlerimden korkanları bu Kur’an aracılığıyla uyarmaya devam et! (KAF 45)
Baksanıza elçinin uyarı yaparken bile kendi hadisler/sözleri ile değil Kur’an’la uyarması isteniyor.
Bakara 219: Sana sarhoş edicilerden ve kumardan sorarlar: “O ikisinde büyük bir günah ve insanlar için yararlar var; ancak günahları yararlarından daha büyüktür” de. Ayrıca, sadaka olarak neyi vereceklerini senden sorarlar: “Artanı” de. ALLAH ayetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz…
Bakara 220: Bu dünya ve ahiret hakkında... Sana bir de yetimler hakkında sorarlar: De ki, “Onları erdemli kişiler olarak yetiştirmeniz en büyük iyiliktir. Mallarını mallarınıza katarsanız aile bireyiniz olurlar.” ALLAH bozanı düzeltenden ayırt etmesini bilir. ALLAH dileseydi sizi zora sokardı. ALLAH güçlüdür, bilgedir.
Bakara 222: Sana aybaşı halini sorarlar, De ki: “O bir rahatsızlıktır. Aybaşı halinde olan kadınlarla cinsel ilişkiye girmeyin ve ondan kurtuluncaya kadar onlara yaklaşmayın. Kurtuldukları zaman ALLAH'ın size uygun gördüğü yerden onlarla cinsel ilişkide bulunun. ALLAH yönelenleri sever, arınanları sever.”
Yukardaki ayetler çok net bir şekilde soruların cevaplarını Allah’ın verdiğini gösteriyor. Yani bir soru sorulduğunda bu cevap elçiden değil, Allah’tan geliyor. Böylece Muhammed Peygamber sorulan sorunun AÇIKLAYICISI DEĞİL, cevabın İLETİCİSİ olmuş oluyor.
Kıyamet günü sadece Kur’an’dan hesaba çekileceğiz. “Bu, sana ve halkına bir mesajdır; ondan sorulacaksınız.” (ZUHRUF 44)
Ben hadis taraftarlarının neredeyse tüm sorularını yanıtladım. Niçin sadece Kur’an dediğimizi ifade etmeye ve onları Sünniliği, mezhepçiliği terketmeye çağırıyorum. Tekrar Kur’an’ın etrafında birleşelim. Tek olalım, yek olalım. Zira bu siteyi açtığımda ben bir sünniydim ve hadis taraftarıydım. Ben Allah’a teslim oldum. Şimdi de ben Hadis olmazsa İslam olmaz diyenlere sorular soracağım.
1. Peygamber niçin Kur’an’ı kayda geçirdiği gibi çok ihtiyacımız olan hadisleri kayda geçirmedi? Hadi o size göre bunu düşünemedi Allah da mı düşünemedi?
2. Ayetlerin iniş sebebini peygamber niçin yazdırmadı? Madem onları bilmezsek Kur’an’ı anlayamayız niçin önlem almadı?
3. Hadis ve iniş sebeplerini dört halife niçin kayda geçirmedi? Hatta Ömer döneminde kimsenin hadis nakledemediğini net olarak biliyoruz. Tabi diğer halifelerden tam emin olmasak bile karşı olduklarına dair hadis kitaplarınızda rivayetler var bunu nasıl açıklıyorsunuz?
4. Peygamberi canlı olarak görmememiz ve onun sünnetini en sahih şekilde görmememiz ve onun Kur'an tefsirini bilmememiz Allah tarafından bize yapılan haksızlık değil mi?
5. Eğer hadislere inanıyorsanız aşağıdaki hadis ve rivayetleri nasıl açıklıyorsunuz?
Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber, “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” (El-Hatib, Takyid, 33)
Benden bir şey yazmayın, benden Kur’an dışında bir şey yazan onu yok etsin. (Sahih-i Müslim c.4, sayfa 97; Sünen-i Darimi c.1, sayfa 119; Sünen-i Ahmed b. Hanbel c.3, sayfa 182)
Allah elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin ver-medi. (Tirmizi, es-Sünen, K. İlm, sayfa 11)
Din konusundaki ihtilaflarda size Kur’an yeterlidir. (5324 - Buha-ri-Müslim-Nesai), (4727 - Muvatta-Müslim), (5406 - Buhari-Müslim)
Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden dolayı Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle,Kab’ı da Kırede dağlarına sürgün etmekle tehdit etmiştir. (Tahzırul Havas 10b.)
Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı?” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı.” cevabını verdi. (Buhari, K. Fezailul Kuran; Müslim, K Fezailus Sahabe; Ebu Davud, K. Fiten; Tırmizi K. Fiten)
Hz. Ali minberden şu hutbeyi veriyordu: “Yanında hadis sayfaları bulunanlar gidip onları yok etsinler. Zira halkı helak eden olay, alimlerin naklettikleri hadislere uyarak Kuran’ı terk etmeleridir.” (İbni Abdül Berr, Camiul Beyanil İlm)
Ebu Bekir, Peygamberimiz’in vefatından sonra halkı toplamış ve onlara şöyle demiştir: “Sizler Allah’ın elçisinden farklı hadisler naklediyorsunuz. Bu durumda sizden sonrakiler daha büyük anlaşmazlıklara düşecektir. Allah’ın elçisinden hiçbir hadis nakletmeyin. Sizden hadis nakletmenizi isteyenlere deyiniz ki: İşte Allah’ın Kitabı aramızda, onun helalini helal kılın, haramını haram görün.” (Zehebi, TezkiratulHuffaz 1/3; Buhari l.cilt)
6. Madem hadisler Kur’an’ın açıklamasıdır Bazı surelerin başında geçen Hurufu Mukattaa (Elif-Lam-Mim vs..) harflerinin anlamı nedir?
7. Madem hadisler Kur’an’ın açıklamasıdır. Kur’an’da geçen orta namaz nedir? Hadis ve rivayetlere göre sabah namazı, bazı rivayetlere göre öğlen, ikindi, akşam, vitir, Cuma , bazı rivayetlere göre ise bayram namazı olduğunu söyleyenler var. Bu Nasıl Kur’an açıklaması oluyor?
8. Ali imran 7. Ayet’e doğru tefsir verebilmek için noktanın cümlenin neresine geleceği tartışmalıdır. Madem hadis Kur’an’ın açıklamasıdır? Noktanın nereye konacağını ve ayetin doğru tefsirini gösteren hadis nerededir?
9. Kur’an’da peygamberin sözlerini takip etmemizi söyleyen niçin tek bir emir bile yoktur?
10. Yüz bine yakın kişinin dinlediği veda hutbesi bile 3 farklı şekilde günümüze ulaştı? Bunun anlamı nedir?
11. Kur'an'da 30 yerde La İlahe İllallah geçtiği halde Niçin Muhammedun Rasulullah ile devam etmiyor? Tek bir Yerde bile "La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah" ifadesi geçmez. Bunun sebebi nedir? Allah'ı tek başına anmamız sizi rahatsız mı ediyor?
Ve Allah ne zaman tek başına anılsa, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri keskin bir nefretle dolar. Halbuki O'nun yanısıra başka güçler de anıldığı zaman hemen neşelenirler (ZÜMER 45)
Sonuç olarak: din, kişi veya mezhebe göre değişmeyen net bir tanım içermek zorundadır!! Din kolay olmak zorundadır. Kur’an dinin TEK kaynağı olarak belirlendiğinde ise tüm problemler minimize edilecektir. Yüzlerce mezhep , Sünnilik ve Şiilik yok olup yeniden tek bir ümmet olacağız. Aramızda çok küçük ihtilaflar hariç yeniden tevhid bayrağının altında diğer toplumlara örnek bir toplum olabileceğiz.
Bu yazıyı yazmamı sağlayacak bilinci bana kazandıran ve aynı zamanda kaynak olarak bilgilerini aldığım Mustafa İSLAMOĞLU’na, Mehmet OKUYAN’a, Emre DORMAN’a, Caner TASLAMAN’a, Edip YÜKSEL’e, Gürkan ENGİN’e, Ahmet Murat SAĞLAM’a ve Sonia CİHANGİR’e sonsuz teşekkürlerimi bir borç bilirim
Bu yazıyı okurken ön kabullerden yola çıkmamanızı rica ediyorum. Yöntemimiz bellidir. Dinin tek kaynağı Kur’an’dır. Kur’an’ı hadisler ve mitolojilerle değil Kur’an’ı Kur’an ile tefsir edeceğiz
Ne yani! Şimdi bu ilahi kelamı, kendilerine iletmen için sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Elbet bunda, inanacak bir toplum için tarifsiz bir rahmet ve bir öğüt vardır. (ANKEBUT 51)
Bu tür kılık kıyafetler İslam’da var mı yok mu Kur’an bize yol gösterecek. Benim buradaki tevilim (yorumum) mutlak değildir. Sadece bulgularımı delillerimle birlikte size sunmaya çalışacağım. Beni de dinleyin. Delillerim size mantıklı gelirse benden alın. Gelmezse almayın. Diğer dünyada bu konuda sorumluluk kabul etmeyeceğim. Bu benim görüşümdür.
Başörtüsünün var olduğunu iddia edenler buna Kur’an’dan delil olarak Nur 31 ayetini delil getiriyorlar birazdan Nur 31’in başörtüsüyle alakalı olup olmadığını delillerimizle inceleyeceğiz. Ama bu konuda siz Araplardan daha mı iyi biliyorsunuz cahil eleştirisini önce açıklayayım. Bu konuda mısırda bulunan birkaç Arap âlimi izledim. Siz de youtube’dan izleyin. Başörtüsünün Nur 31’e göre çıkamayacağını ifade ediyorlar ancak şöyle ekliyorlar Kur’an’da başörtüsü yoktur ama hadis ve sünnette göre var olduğundan İslam’da vardır. Böyle bir mantık makul değildir. Kur’an sadece Kur’an’dan sorumlu olduğumuzu bildiriyor:
Gerçek şu, bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir şeref ve itibar kaynağıdır. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız. (ZUHRUF 44)
Erkeklerin kadınlar hakkında şöyle yap böyle yap deyip bunu da Allah emretti demeleri Allah adına yalan söylemekten başka nedir? Dine yapılan zamlar yüzünden İslam ile arasına mesafe bırakan milyonlarca kadından bahsetmek gerek. Erkek âlimlerin başörtüsü var mı yok mu diye bin yıldır tartışmasını utanç verici buluyorum. Madem Allah’ın böyle bir isteği olduğunu düşünüyorsunuz bırakın da bunu kadınlar ve kadın âlimler tartışsın. Çünkü hüküm kadınları ilgilendiriyor. Bu Allah ile kadın arasındadır. İnsanlar bir şeyi istemediklerinde bunu Allah istemiyor gibi büyük laflar edip, Allah’a kolayca iftira atabiliyorlar. Kur’an bizi bu konuda da uyarır: “Aldatıcının hiçbir türü sizi Allah ile aldatmasın!” (FATIR 5)
Şimdi ben Kur’an’da başötüsü vb. özel örtüler olduğunu iddia edenlerin iddialarına karşı bazı sorularım var. Bizi ilgilendiren anahtar kavramlar: Humur, cilbab, siyab ve ziynettir. Bu kavramları anlamak örtü konusunu çok iyi kavramamızı sağlayacaktır. Kanıt olarak sunulan Nur 31’in amacını anlamak için Nur 30’dan başlayacağız. Nur 30’u çoğu din adamı görmezden geliyor.
Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler ve iffetlerini korusunlar; tertemiz kalabilmeleri için en uygun davranış şekli budur: unutmasınlar ki Allah, ortaya koydukları her bir şeyden haberdardır. (NUR 30)
Nur 30 erkeğe uyarıdır. “Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler” cümlesi erkeklerin kadınlara hiçbir zaman bakmaması değildir. Bu mezhepçilerin iddiası. Bu cümlede Kadına şehvetle, arzuyla, aklında cinsel fanteziler kurarak bakmamak gerektiği anlatılıyor. Nur 31 ‘de de erkekten istenilen bu erdemin tam olarak yapılabilmesi için kadınlardan erkeğin şehvetini kamçılamayarak erkeğe yardımcı olması isteniyor. “Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler” uyarısının aynısı Nur 31’de kadınlar için yapılacaktır. Ama burada önemli olan ilk olarak bu konuda erkeğin uyarılmasıdır. Kadın erkeğe şehvetle bakmaz, arzuyla bakmaz yalanını uyduran feministler de var elbet. Ama bu büyük bir aldanış. Kadın da en az erkek kadar kendi yapısına boyun eğer. Buna örneği yine Kur’an verir. Züleyha’nın Yusuf peygambere yaptığı tacizleri ve en nihayetinde onu yatak odasında sıkıştırarak onunla cinsel ilişkiye girme arzusunu Kur’an anlatır :))
İffet sadece kadınlara mı? Erkekler peki? “Mümin erkeklere söyle bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler” ayeti nedir? Kadınlara iffetin kıyafet olduğunu öğrettiler. Oysaki iffet kıyafette değil kadının ve erkeğin yüreğindedir. Eğer kıyafet ile iffet olsaydı örtülü olup da iffetli olmayan kadın olmazdı. Şimdi de iddianın sahibi olan ayeti inceleyelim.
Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar, ziynetlerini (zinetihinn), bunlardan görünen kısımlar dışında açmasınlar; bunun için de, humurlarını göğüs dekoltelerinin üzerine vursunlar (Yadribne). Ziynetlerini yalnızca kocalarına, babalarına, kayınbabalarına, oğullarına, üvey oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, diğer kadınlara, sözleşme altında bulunan kimselere (mâ meleket eymânuhunne) ya da emirleri altındaki cinsel arzudan yoksun erkek hizmetlilere veya kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklara açabilirler; bir de yürürken, gizli olan ziynetlerini teşhir etmek için ayaklarını yere vurmasınlar. Siz ey iman edenler! Topyekûn günahları terk edip Allah’a yönelin ki, mutluluk ve kurtuluşa erebilesiniz. (NUR 31)
Yukarıdaki ayette bazı kavramları arapça orijinal metne sadık kalarak olduğu gibi Türkçe mealini yazmaya çalıştık. Hangi meale bakarsanız bakın ayeti yukarıdaki gibi çevirdiğini görürsünüz. Ancak yine de yukarıdaki mananın da doğru olmadığını görüyorum. Ayetin anlaşılması için din adamlarının yorumlarıyla kirletilmemiş halini size vermeye çalıştım ki birlikte inceleyebilelim. Nedir bu kelimeler? Ziynet (zinetihinn), humur (humurihinne), Yadribne bu üç kavramı anlamak çok önemli. Baş örtüsü Kur’an’da var diyen kesimin iddia ettiği kanıt bu ayetin şu cümlesidir “vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne” anlamı şu: “Örtülerini göğüs dekoltelerinin üzerine vursunlar” Burada Örtülerini diye çevirdiğimiz “humurihinne” kelimesinin başörtüsü olduğu iddia ediliyor. Gerçekten de başörtüsü anlamı da var. Ancak bu onun dar anlamıdır. Bu kelimenin genel anlamıyla örtü demek olduğunu vurgulamam gerek. Kur’an’da bu tür kelimeleri anlamak için yine: Kur’an’dan yardım alacağız. Çünkü hangi anlamı vereceğimizi ayetin tamamına bakarak hatta bazen ayetin komşu ayetlerine bakarak bazen de tüm Kur’an’a bakarak karar veririz. Kelimenin geçtiği yerde hangi manayı vermek gerektiği hususunu, o kelimenin geçtiği yerde neyin amaçlandığını inceleyerek karar verebiliriz. Bu yüzden doğru anlamı vermek için ilk önce bu ayetten bir önceki ayet olan Nur 30’dan başlayacak sonra da Nur 58, Nur 60, Ahzab 59 ile devam edeceğiz. İlk önce Nur 31’in bence daha isabetli çevirisi şu şekilde:
Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar, ziynetlerini (zinetihinn), bunlardan görünen kısımlar dışında açmasınlar; bunun için de, humurlarını göğüs dekoltelerinin üzerine vursunlar (Yadribne). Ziynetlerini yalnızca kocalarına (açsınlar) hatta babalarına, kayınbabalarına, oğullarına, üvey oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, diğer kadınlara, sözleşme altında bulunan kimselere (mâ meleket eymânuhunne), emirleri altındaki cinsel arzudan yoksun erkek hizmetlilere veya kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklara (dahi açığa çıkarmasınlar.) Bir de yürürken gizli olan ziynetlerini teşhir etmek için ayaklarını yere vurmasınlar. Siz ey iman edenler! Topyekûn günahları terk edip Allah’a yönelin ki, mutluluk ve kurtuluşa erebilesiniz. (NUR 31)
Yukarıda Nur 31’i niçin tüm İslam dünyasının yanlış mana verdiğini ve benim farklı mana verme ihtiyacımın sebebini birazdan anlatacağım. Nur 30 “Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler ve iffetlerini korusunlar” der. Nur 31 de ise “Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar” diyerek devam eder. Bu ayetler birbiriyle bağlantılıdır. Bu iki ayette ortak bir uyarı görüyoruz. O da şudur: Erkek ve kadınların birbirleriyle ilişkisini cinsellik üzerinden yürütmemelidir, şahsiyet üzerinden yürütmelidir. Birbirlerine insan olarak, toplumun ortak bireyleri olarak bakmalı, bakışlarını şehvet üzerinden temellendirmemelidirler. Bu sağlıklı bir kadın-erkek ilişkisi için gereklidir.
Bu uyarının hemen ardından çok önemli bir emir Allah tarafından kadınlara yapılır :“ziynetlerini, bunlardan görünen kısımlar dışında açmasınlar” Bu ayette anlamadan geçemeyeceğimiz, olmazsa olmaz kelimemiz ziynet’tir. Ziynet nedir? Sorusu hayati derecede önemlidir. Ziyneti birebir Türkçeye çevirirseniz “süs” anlamını verirsiniz ki çoğu meal yazarı bunu yapmış. Ya da “Aksesuar, takı, gerdanlık vb.” anlamlara da gelir. Sonra Müslümanlar bu “ziynet” kelimesini sulandırdıkça sulandırdı. Yok ziynet kadın yüzüdür, yok kadın elidir, yok kadın sesidir, yok kadın saçıdır, en nihayetinde kadının her yeridir diyenler oldu.
Ancak bu anlamların hiçbiri ayetin bütünlüğüne uymaz. Çünkü kadınların ziynetlerini görünen kısımlar dışında açmamasından bahsediyor. Yani bu takı, kolye, aksesuar, ya da süs gibi kavramları devre dışı bırakır. Bu şekilde çevirmek tarihi bir tefsir hatasıdır. Aslında bu kelimenin Türkçe karşılığı yoktur. Niçin mi böyle dedim? Bu kelime Kur’an’ı evrensel sisteme entegre etmek için kullanılmış mükemmel bir mecazdır. Allah bunun kadının hangi bölgesi olduğunu yani sınırını belirlememiş. Buna saç diyenler olmuş. Baş örtüsü de bu mantıktan türemiştir. Ancak bu anlamlar ayetin amacını ıskalamaktadır.
Ziynet Nedir?
Nur 31’e baktığımızda “emirleri altındaki cinsel arzudan yoksun erkek hizmetlilere veya kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklara” ziynetlerin gösterilemeyeceğinden ya da İslam âleminin anladığı anlamıyla gösterebileceğinden bahsediyor. Demek ki ziynet cinsellikle, cinsel bölgelerle ilgili bir kavramdır. Allah sınırını belirlememiş de olsa bunun asgari kadının cinsel organı, göğüsleri vs. bölgeleri olduğunu varsayabiliriz. Çünkü Nur 31’de aynı zamanda örtülerini göğüs yakalarının üzerine vursunlar cümlesi var. Ziynet her örfte değiştiği için de Allah açma dediği yerleri keskin bir hatla belirtmemiştir. Bunu “ziynet” mecazı ile kadına bırakmıştır. Allah, Kur’an’ın evrensel bir disiplin oluşunu bu tür bir kavramla yeniden tesis etmiştir.
“bir de yürürken, gizli olan ziynetlerini teşhir etmek için ayaklarını yere vurmasınlar.” Ayetin bu cümlesi de ziynet hakkında bize fikir verir. Kadınların şehvetli, arzu uyandıran yürüyüşler yaparak göğüslerini, popolarını vs. belirginleştirmesini istemiyor. Buradan da ziynetin vücudun en azından yoğun cinsel bölgeleri kast ettiğini görebiliyoruz. Tabi burada kast edilen göğüs ve popo olmayabilir. Ben bir erkek olarak sığ ve dar düşüncemi beyan ediyorum kastedilen daha farklı olabilir.
“Ziynetlerini açmasınlar” cümlesini “güzelliklerini açığa vurmasınlar” diye çevirenler olmuş. Bu son derece hatalıdır. Çünkü kadının yüzü de güzeldir. Allah’ın güzel yarattığı şeye düşmanmış gibi tekrardan saklamaya çalışması söz konusu olamaz. Sonuçta Yusuf peygamber de inanılmaz yakışıklı bir erkekmiş. Kadınlar için dayanılmaz bir güzelliği olduğunu biz Kur’an’dan öğreniyoruz. Şu halde onun da çarşafa girmesi gerekirdi. Allah adilse kadının güzelliğini saklanmasını isterken aynı zamanda erkeğinkini de aynı şekilde saklamasını isterdi. ilk olarak şunu söyleyebilirim ki Başörtüsü ile güzellik kapanmaz ikincisi Allah güzelliklerin ortaya çıkmasına düşman değildir. Allah’ın bu ayetlerde muradının erkek ve kadının cinsel güdülerini birbirlerine karşı silah olarak kullanmalarının önüne geçmektir. Diyebiliriz ki her iki tarafın da birbirlerinin cinsel güdülerini kamçılamayarak birbirlerine iffet konusunda destek olmalarını istemektedir. Bu Allah’ın mutlak muradıdır demiyorum. Benim anladığım budur.
Ayrıca “Ziynet” kelimesine güzellik ve cazibe anlamı vermek Kur’an’a aykırıdır. Çünkü “Bundan sonra sana, başka hiçbir hanım helal değildir; güzellikleri seni hayran bıraksa dahi” (AHZAB 52) ayeti ortadadır. Demek ki peygamberimiz kadınların güzelliklerini gayet net görüyordu. Bu ayet peygamber döneminde çarşaf, burka vb. üniformaların peygamber döneminde olmadığının tartışmasız delilidir. Çünkü peygamber kadınların güzelliklerine hayran kalacak kadar net olarak o kadınları görüyordu besbelli. “Ziynet” “güzelliklerini açığa vurmasınlar” olsaydı Ahzab 52’de güzelliğini açığa vuran kadınlar nedir peki? “Ziynet (zinetihinn)” kelimesinin güzellik anlamına gelmediğine dair bir delil daha Araf 26.
Ey Ademoğulları! Size katımızdan hem çıplaklığınızı örtmek hem de zarafet ve güzellik aracı olmak üzere giysi (yapma yeteneği) bahşettik; fakat takvâ elbisesi var ya: işte en hayırlı olandır. Bunlar da Allah’ın ayetlerindendir; belki insanlar ders alırlar. (ARAF 26)
Bu ayet bir hakikati dile getirir. Giysilerin amacı zarafet ve güzelliktir. Şu halde erkek kendini güzelleştirecek giysiler giyebilir ama kadın bunu yapamaz öyle mi? Kadın çarşafa layık erkek parlak giysilere. Bu Kur’an’ın bu ayetine aykırıdır. Çarşaf peçe vb. kıyafetlerin tümü bu ayete aykırıdır. Ziynet (zinetihinn)” kelimesinin güzellik anlamına gelmediğine dair bir delil de Nur 60’tır. Orada hiç evlenmemiş yaşlı kadınların ziynetleri kimseye göstermemeleri istenir. Eğer bu doğruysa ziynet ise güzellik ise yaşlı bir kadının ne tür bir güzelliği olabilir? Nereden bakarsak bakalım ziynetin böyle bir anlamı yoktur.
Bu kelimeyi özetlersek: “Ziynet” kadının cinsel arzu uyandıran bölgeleridir. Bu bölgeler de zamana, mekana, topluma göre değişmektedir. Bu yüzden bu mecazi ifade ile Kur’an kendini 1400 yıl öncesi Arap erkeklerin cinsel bölge sınırlamalarından kurtarıyor ve uygulanabilirliği her çağa uygun bir emir verilmiş oluyor. Böylece her devirde kadın kendi toplumundaki erkeklerin zaafını bilecek ve onların çok hassas olduğu bölgeleri konusunda erkeğin iffetini muhafazasında erkeğe yardımcı olacaktır.
Burada ziynet nedir sorusuna erkeklerin bizi azdıran her şey dediklerini görüyorum. Yani temel mantıkları bu. Ancak bu mantık hatalıdır. Suudi bir şeyh(!) kadınların iki gözü beni tahrik ediyor tek gözü açık olsun diyor. Yani anlayacağınız kadını kutuya bırakın. Erkek, içinde kadın olduğunu bilirse yine azar. Bu böyle maalesef. Saç beni tahrik eder o halde ziynete dâhildir diyemezsiniz. Böyle bir mantık olamaz. Allah kadının göğsünü kapatmasını ve tahrik edici yürüyüş yapmasını ziynet olarak zaten Nur 31’de açıklamıştır. Bu emirlerden sonra erkeği azdıran her şeyi kapatın dememiştir Allah. Sadece belli bölgeleri. Eğer Allah erkeğin şehvetine göre hareket etse ya kadını yaratmamalıydı ya erkeğin şehvet duygusunu değiştirmeliydi. Çünkü Allah kadına torbaya girmesini bile söylese erkek içinde kadın olduğunu bilip yine şehvetlenir.Ziynet hakkında daha sağlıklı bir düşünceye sahip olmak için Kur’an’a başvuruyorum ve aynı surenin 60. Ayeti bize biraz daha yol gösteriyor.
Bir de, artık evlenme ümidi beslemeyen, otura kalan kadınların ziynetlerini göstermeksizin giysilerini (siyâbehünne) çıkarmalarında kendileri için bir beis yoktur. Ama iffetleri üzerine titrerlerse bu kendileri için daha hayırlıdır (NUR 60)
Dikkat edin ziynet nereleri yine net bilmiyoruz ama ziynetlerini asla göstermeyeceğini biliyoruz artık. Hiç kimseye. Çünkü ayette bir istisna belirtilmemiş. Peki, evlenmemiş ve yaşını almış kadınlar ne yapabilicek? Siyablarını yani elbiselerinin belli bir bölümünü artık çıkarabilecek. Genç kadınlar gibi dikkat etmesine artık gerek yok. Ancak ziynet hariç. Ziynetin açılması yine yasak. Burada geçen siyab kelimesine dikkat edin. Anlamı elbise/dış elbise yani dışarı çıktığımız zaman üzerimize aldığımız elbise. Özel bir çarşaf vb. bir elbise değil. Bunun çarşaf olduğu iddia edenler olsa da buna bir delilleri yoktur. Bu dış elbise denen kavrama bir yerde daha rastlıyoruz. Ahzab 59
Sen Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına, (bütün) mü’minlerin hanımlarına üzerlerine giysilerini (cilbablarını) almalarını söyle: bu onların tanınmaları ve rahatsız edilmemeleri için daha uygundur: Ve Allah zaten tarifsiz bir bağış, eşsiz bir merhamet kaynağıdır. (AHZAB 59)
Fakat o da nedir dış elbise diye ısrarla çevrilen kavramlar farklı birinde siyab birinde cilbab. Allah Kur’an’da farklı kavramlar kullanıyorsa muhakkak farklı anlamları olduğu içindir. Siyab, Kur’an’da 8 kez geçer. Fakat ne olduğunu anlamak için Nur 60’tan iki ayet geriye gidip Nur 58’i inceleyelim:
Siz ey iman edenler! Sözleşmeleriniz altında bulunanlar ve içinizden ergenlik çağına ulaşmamış olanlar (dahi), günün şu üç (vaktinde) yanınıza girmeden önce sizden izin istesinler: sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit (śiyâbekum mine-zzahîrati) ve yatsı namazından sonra. Bu üç vakit sizin için mahremiyet vakitleridir. Bu vakitler dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda, sizler için de onlar için de herhangi bir beis yoktur. Bu mesajları Allah size işte böyle açıklamaktadır: zira her hükmünde tam isabet sahibi olan Allah, (yarattığı insanı) çok iyi bilmektedir. (NUR 58)
Bakın siyab kelimesi burada da geçer. Hem erkek hem de kadın için kullanılmıştır. Çünkü ayet ey iman edenler diye gelir ey kadınlar demez. Öğlen vakti sadece kadınlar soyunup istirahata çekilmez. Her neyse buradan siyabın normal evin dışında giydiğimiz elbiseler olduğu çarşaf, burka, peçe vs. olmadığı ortaya çıktı. Çünkü erkekler bunları giymez. Burada dikkat etmenizi istediğim şey mâ meleket eymân denilen sözleşmelerimiz altında bulunan kişiler ve çocuklarımız sabah, öğlen ve yatsıdan sonra çıplak olabileceğimiz yani siyablarımız üzerimizde olmayabileceğinden izin alarak eşlerin odasına girilmesini istiyor. Fakat Nur 31’de ise kadınların bunlara ziynetlerini göstermesinde sakınca yok denmişti. Kur’an çelişiyor bu mantığa göre. İşte bu yüzden Nur 31 tüm İslam âleminde yanlış çevriliyor. Aslında Nur 31’de bir kadın yalnızca kocasına ziynetlerini gösterebilir diğer sayılanlar ise gösterilmeyecek kişilerin hassaslığını anlamamız içindir. Bu yüzden Nur 31’in doğru çevirisi benim kanaatime göre şudur:
Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar, ziynetlerini (zinetihinn), bunlardan görünen kısımlar dışında açmasınlar; bunun için de, humurlarını göğüs dekoltelerinin üzerine vursunlar (Yadribne). Ziynetlerini yalnızca kocalarına (açsınlar) hatta babalarına, kayınbabalarına, oğullarına, üvey oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, diğer kadınlara, sözleşme altında bulunan kimselere (mâ meleket eymânuhunne), emirleri altındaki cinsel arzudan yoksun erkek hizmetlilere veya kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklara (dahi açığa çıkarmasınlar.) Bir de yürürken gizli olan ziynetlerini teşhir etmek için ayaklarını yere vurmasınlar. Siz ey iman edenler! Topyekûn günahları terk edip Allah’a yönelin ki, mutluluk ve kurtuluşa erebilesiniz. (NUR 31)
Kırmızı renkle gösterdiğim yerlere dikkat edin. Klasik manayı niçin yanlış bulduğumu size delillerimle açıklayacağım.
Klasik Nur 31'in manası yanlıştır çünkü:
1- Çok sayıda kelime arapça “ev” bağlacı ile bağlanmış halbuki Türkçedeki gibi ve bağlacını kullanmasını beklerdim. Yani ziynetlerini kocalarına ve babalarına ve kayınpederlerine … göstermesinler demesini beklerdik. Halbuki burada "ve" değil "ev" bağlacı kullanılmış. “Ev” bağlacının "ve hatta, ve dahi" anlamı vardır. Nur 31’de bu anlamda kullanılmadığından nasıl emin olabiliriz? “Ev” bağlacının hatta anlamı için bakara 200 inceleyin.
(Hacca has) ibadetlerinizi tamamladıktan sonra (bir zamanlar) atarınızı andığınız gibi, hatta (ev) daha güçlü bir biçimde Allah'ı anın! (BAKARA 200)
“ew” bağlacı cümle içinde birden fazla kez kullanılıp da bağlaçtan sonra bağımsız bir fiile sahip cümlecikler var ise “yahut/veya” (seçeneklerden biri) anlamını taşır.
“Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya (ev) Rabbinin gelmesini veya (ev) Rabbinin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. ” (ENAM 158)
Nûr-31. ayete baktığımızda “ev” bağlaçları çok sayıda kullanılmış; ama “ev” bağlaçlarından sonra gelenler birer cümlecik şeklinde değiller, yani kendilerine has birer fiilleri bulunmuyor, birer özneden ibaretler. Bu da özel bir kullanım.
2- İslam aleminin kabulüne göre Allah Nur 31’de “sözleşme altında bulunan kimselere (mâ meleket eymânuhunne), kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklara açabilirler” demektedir. Halbuki Allah, Nur 58’de “Sözleşmeleriniz altında bulunanlar ve içinizden ergenlik çağına ulaşmamış olanlar”ın izin almadan anne babasının odasına girmemesini söyler. İlginçtir madem Allah sözleşme altında bulunan kimselere ve çocuklara kadınların ziynetlerini gösterme ruhsatını veriyor niçin Nur 58’de izinsiz sabah öğlen çıplakken ve gece yatsı namazından sonra kadının odasına izinsiz girmeyi yasaklıyor. Kadının ziyneti hani bunlar için açılabiliyordu? Bu iki ayet çelişmektedir bu mantığa göre. Halbuki Nur 31’de ziynetin yani kadının cinsel bölgelerinin sadece kocası tarafından görülebileceği babaları, yeğenleri, küçük çocukların bile göremeyeceğinden bahsetmektedir.
3. Bir delilim daha var. Nur 60. Ayeti. Bu ayette Allah yaşlanmış ve hiç evlenmemiş kadınların ziynetlerini göstermemesi gerektiğinden bahseder. Hiçbir istisna saymaz. Hatta siyabını (elbisesinin belli bir bölümünü) çıkarabileceği ruhsatını söylemesine rağmen. Burada inanılmaz derece dikkat etmenizi istediğim nokta kadının evlenmemiş olmasıdır. Demek ki Nur 31’de asıl istisna kocadır. Sadece kocasına gösterebilir. Çünkü genç ve güzel bir kadının ziynetini kayınpederine, üvey oğullarına gösterme ruhsatı veren Allah niçin Nur 60’ta yaşlı bir kadının ziynetini hiç kimseye göstermesine izin vermiyor? Bu mantıklı mı? Bu kanıt gösteriyor ki Nur 31’de ziynet sadece kocaya gösterilir. Ne babaya, ne kayınpedere, ne üvey oğullara. Bu da nur 31’in yanlış çevrildiğinin en büyük kanıtıdır.
4. Nur 31 yanlış çevriliyor çünkü ziynetin kadının cinsel bölgeleri olduğu aşikardır. O halde bir kadın ziyneti olan cinsel organını ya da göğüslerini nasıl olur da babalarına, kayınbabalarına, oğullarına, üvey oğullarına, kardeşlerine, erkek kardeşlerinin oğullarına, kız kardeşlerinin oğullarına, diğer kadınlara, sözleşme altında bulunan kimselere (mâ meleket eymânuhunne) ya da emirleri altındaki cinsel arzudan yoksun erkek hizmetlilere veya kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklara açabilir? Böyle yapan bir kadın var mı? Bu sağlıklı ve mantıklı mıdır? Böyle yapılırsa emin olun cinsel sapkınlıklar ailede zuhur eder.
Ziynet ayetin bütününe baktığımızda kadınların cinsel arzu uyandıran çok özel bölgeleri anlamına geldiğini anlıyoruz. Fakat kadınların hangi bölgeleri cinsel bölgedir sorusu Allah tarafından net belirtilmemiş örf ve adetlere bırakılmış gibi gözükmektedir. Bu yüzden Allah şu bölgeni ya da bu bölgeyi açma demiyor. Ben “ziynet” ifadesini kullanarak kadına şu mesajı verdiği kanaatindeyim: Senin toplumunda cinsel eğilimler ne yöndeyse o bölgen konusunda dikkatli giyin. Böylece erkeklerin iffetine sende katkıda bulun. Erkeklerin iffetini muhafaza etmesinde onlara destek ol!
Ayeti birlikte anlamaya devam edelim. “ziynetlerini, bunlardan görünen kısımlar dışında, açmasınlar” ayetinde “görünen kısımlar dışında” derken ne kast ediliyor olabilir? Bu çok ilginç bir cümledir. Ziynetin görünen kısımları var demek ki. Gelenekçiler ve mezhepçiler bu ifadede el, yüz ve ayak kastedildiğini iddia ediyor. Peki, buna kanıt nedir? Bu bir yorumdur. Çünkü Allah Nur 60’ta evlenmemiş yaşlı kadınların siyablarını ( bazı elbiselerini) çıkarma ruhsatı getiriyor. Ama buna rağmen ziynetini gösteremezsin diyor. Demek ki ziynet kadının çok sınırlı bölgeleri olmalı. Tüm vücudu değil. Bu görünen kısımları tarif etmekte zorlanıyorum ama tabi aklıma birkaç seçenek geliyor. Kadın göğsü hangi kıyafet giyilirse giyilsin belirgindir. Kadının vücut kıvrımları da öyle. Bunlar kast ediliyor olabilir. Ama bu konuda henüz net bulgulara sahip değilim.
Kur’an’da başörtüsü vs. takılmasını isteyen bir ayet var mı?
Şimdi gelelim tüm tartışmaların asıl sebebi olan Nur 31’deki cümleye: “vel yadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne” anlamını tartışacağız. Türkçesi: ”humurlarını göğüs dekoltelerinin (cuyubihinne) üzerine vursunlar (Yadribne).
Burada anahtar kavramlar humur, cuyub ve yadribne’dir. Bunları anlamak başörtüsünü anlamak olacaktır. İlk olarak yadribne kelimesi nedir ona bakalım. Yadribne kelimesi vurmak, sıkıca bağlamak, sıkıca tutturmak, dövmek anlamlarına geliyor. Darabe fiilinden türemiştir. Bu kelimeyi salsınlar diye çevirerek Kur’an’ı istedikleri anlamla değiştirmeye çalışıyorlar. Böylece anlam “göğüslerinin üzerine başörtüsünü salsınlar” şekline dönüşecek ve humurihinne kelimesinin başörtüsü anlamının seçilmesini gerektiğini söyleyecekler. Ama yok öyle yağma! Soru işaretlerimiz giderilmeli. Yadribne’nin "salmak" diye bir anlamı yoktur. Bu konuda arap tartışmacıları izledim. Adam diyor ki vurmak yukarıdan aşağı olur âlimler öyle diyormuş. Bu kadar saçma bir açıklama olabilir mi? Yadribne’nin salmak gibi bir anlamının olmadığını Araplar da biliyor
Bu fiille, humurun “yaka açığına konulması” yani “yaka açığının kapatılması” anlatılır. Kuran’da “salsınlar, indirsinler” manasında “felyudnine” kelimesi kullanılır. Allah böyle bir ifade kullanmak isteseydi "yadribne” fiili yerine “felyudnine” fiilini kullanamaz mıydı? Bu örnek bize, gelenekçi zihniyetin, kendi fikirlerini doğru çıkartmak uğruna gerektiğinde Kuran’daki kelimelerin manasını kaydırmaktan çekinmediğini bir kez daha göstermektedir.
Şimdi en önemli kısma geldik. Hımâr (humurihinne) Nedir? Hımâr : Şal, perde, vücut örtüsü ,yer örtüsü, başörtüsü, genel anlamda örtü gibi anlamlara gelir. Bunu ben söylemiyorum. 1300’lü yıllarda yaşayan İbn Manzur’un Lisanul Arab adlı sözlüğünde geçiyor. Hımâr baş için kullanılırsa başörtüsü masa için kullanılırsa masaörtüsü anlamına gelir. Yani "genel anlamıyla örtü" demektir. Ancak başörtüsü anlamı da verilirse ayete uygun düşüyor. Çünkü Araplar 1000 yıl önce de humurun dar anlamı olan başörtüsü anlamında kullanmışlardır. Fakat burada sorun şu: Genel anlamda örtü anlamını mı vermeliyiz yoksa dar anlamı olan başörtüsü anlamını mı? Başörtüsü anlamını verdiğimizde ayetin anlamı ve amacı ve verdiği mesaj değişmiyor. Bunu açıklayacağım.
Humur’un tekil formudur hımâr. İçkiye de aklı örttüğü için aynı kökten gelen "hamr" adı verilmiştir. Ayrıca Arapça başörtüleri için hımâr dışında burka, nikâb, lifâm, lisâm, nasif, mıkne’a ve cilbab kelimeleri kullanılır. “hımâr” kelimesiyle aynı kökten gelen “hamr” kelimesini ele alalım. Bu kelimeye sözlüklerde hem geniş manalı “sarhoşluk veren madde” hem de daha dar anlamlı “şarap” manası verilmiştir. Bu kelimenin geçtiği ayetlerden “hamr” yüzünden Müslümanların arasında düşmanlık ve kin oluştuğunu anlıyoruz. (Maide 91) Bu tip etki ise sadece “şarap” içilince değil, aynı şekilde diğer “sarhoşluk veren maddeler” kullanılınca da oluşur. Bu yüzden Kuran’da geçen “hamr” kelimesine geniş manalı “sarhoşluk veren madde” anlamının verilmesini zorunludur. Eğer şarap olarak çevirirsek Kur’an evrensel bir hitap olmaktan çıkar. Uyuşturucu ve diğer içki şekilleri uygunmuş gibi algılanır. yüzyıllarca boyunca şarap diye çevrilen bu kelime uyuşturucunun bulunması ile genel anlamıyla “sarhoşluk veren madde” anlamında kullanılmaya başlandı. Ateistler de siz Kur’an’ı işinize geldiği gibi değiştirmeye çalışıyorsunuz söylemlerine sarıldılar. Haklılar. 1000 yıl önce de tefsirlerde bu kavramın sarhoşluk veren madde anlamına geldiği tefsir notlarına düşülüyordu. Ancak halka anlattıklarında dar anlamı olan şarabı anlatıyorlardı. Bunun bir hata olduğunu şimdi biliyoruz. Aynı hata şimdi de humur için yapılıyor kanaatindeyim.
Benzer şekilde aynı kökten gelen “hımâr” kelimesine hem geniş manalı “örtü” hem de daha dar anlamlı “başörtüsü” manası verilmiştir. Bu kelimenin geçtiği ayetten “hımâr” ile yaka açığının yani göğüs dekoltesinin kapatılmasının istendiğini görüyoruz. Bu da “hımâr” kelimesinin örtü olarak çevrilmesi gerektiğini bana düşündüren güçlü bir kanıttır. Şimdi gelin iki anlamıda hımâr’a vererek ayette nasıl durduğuna bakalım. İlk olarak benim tercih ettiğim geniş anlamında “örtü” olarak kabul edelim. Sonra da “başörtüsü” olarak anlam verelim.
Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar, ziynetlerini, bunlardan görünen kısımlar dışında açmasınlar; bunun için de, örtülerini göğüs dekoltelerinin üzerine vursunlar (NUR 31)
Ayet örtü şeklinde anlaşılacaksa bir sorun kalmaz zaten. Allah kadınların göğüs dekoltelerinin bir örtüyle -ki bu örtü her kültüre göre değişir biz de şal olduğunu kabul edelim ya da normal göğüs dekoltesiz bir buluz olduğunu varsayalım- kapatılmasını istiyor. Ayet bu kadar açık ve anlaşılır. Hatta göğüs dekoltesinin kapatılmasını isteyen bu kısım müthiş bir yalanı da ortaya çıkarır. Peygamber döneminde peçeyle, çarşafla vb. giysileri kadınların kullandığı yalanı. Eğer kadınlar çarşaflı ve peçeli olsaydı Allah göğüs dekoltenizi kapatın demezdi. Çünkü zaten çarşaf ve peçenin altında bırakın göğüs dekoltesini içinde kadın olup olmadığı bile belli değildir. Şimdi de hımâr kelimesinin “başörtüsü” olduğunu kabul edelim bakalım gelenekçilerin dedikleri mantıklı mı?
Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını (yasak) olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar, ziynetlerini, bunlardan görünen kısımlar dışında açmasınlar; bunun için de, başörtülerini göğüs dekoltelerinin üzerine vursunlar (NUR 31)
Bir kere başörtüsü anlamı versek bile bu ayetin amacı göğüs dekoltesinin kapatılmasıdır. Başörtüsünü takmak değil. Vurgu göğüs dekoltesidir. Bu ayeti gelenekçiler ve mezhepler nasıl açıklıyor onu size sunduktan sonra konuyu yine ben devralacağım. "Cahiliye döneminde bir aksesuar olarak başın üzerinden sırta atılan başörtüsü vardı. Kur’an’da bu ayetle sırtınıza atmayın göğsünüzün üzerine atın diye kadınları düzeltti." diye bir tarihi arka plandan bahsediyorlar ki biz gerçekte böyle olup olmadığından emin değiliz. Çünkü elimizde bilimsel bir kanıt yok. Bu ayeti açıkladığını sananların başka bir rivayeti de şu:
Peygamberimiz ’in döneminde kadınların bir kısmının çırılçıplağa yakın, göğüsleri açıkta dolaştığı, hatta İslam’ın hâkimiyetinden önce putperestlerin Kabe’de haccı çıplak yaptığını söyleyerek tam bir karalama hikayesi uydurmuşlardır. (Kurtubi, el Cami-il Ahkamil Kuran 7/189).
Bu sözlere baktığımızda Arapların başın örtülmesi erkekte de kadında da hem aksesuar yani geleneklerinde geçen bir giyim, hem de iklim şartlarının bir gerekliliği. Bu kesin olmayan bilgiyi doğru kabul edelim. Demek ki zaten Araplarda başın örtülmesi gelenekmiş. Sıcak yörelerde başı örtmek, böylece güneşin etkilerinden, güneş çarpmalarından korunmak birçok sıcak iklimli bölgenin kültüründe vardır. Fakat mezhepler, kadınların saçının örtülmesi geleneğini farzlaştırmış, erkeğin başına sarık takmasını da sarıklı namaz kılanın 70 kat daha fazla sevap alacağı izahlarıyla dini bir kıyafete dönüştürmüşlerdir
O dönemin kadınları da bugün ki bazı kadınlar gibi dekolte giyinip erkeklerin tutkuyla göğüslerine ve vücutlarına bakmalarını istiyorlardı. Herkes tarafından beğenilmek her zaman kadınları zaafı oldu. Ayetin amacı başörtüsü değildir. Hımâr’ı başörtüsü olarak kabul ettiğimizi varsayın. Aksesuar amacıyla başörtüsü örten Araplara ayet, meselenin başörtüsünden daha çok göğüslerde olduğuna dikkat çekmek istiyor. Madem başörtüsü kullanıyorsunuz o başörtüsünü göğüslerinizi kapatmak için kullanın diyor. Allah zaten onların kültürlerinde olan örtüyle göğüslerini örtmelerini istedi. Adam kalkmış diyor ki zaten başörtüsü vardı bu yüzden emretmedi. Bu kadar mantıksız bir çıkarım olabilir mi? Allah’ın bir toplumun kültürüne müdahale etmemesi onu emrettiği anlamına mı gelir? Hayır. O zamanki toplumun bunu önceden taktığını nereden bileceğim. Ben Muhammed peygamber döneminde yaşamadım ki.
Bu, Allah’ın başörtüsü örtmek isteyen toplumun bu kültürüne karışmadığını ve bunun kararını o toplumdaki kadınlara bıraktığının göstergesidir. Allah başınızı örtün demiyor. Başını aksesuar olarak örten bir topluma göğüs dekoltelerinizi o örtüyle örtün diyor. Burada Allah’ın Arap toplumunun başörtüsü kültürüne karşı çıkmaması onu din olarak kabul ettiği anlamına katiyen gelmez. Allah’ın toplumun bir âdetine karşı çıkmaması onu zaten din olarak görüyordu mantığını doğurmaz. Allah bu çağda hımâr kelimesini tartışacağımızı biliyordu. Şu halde bilinçli olarak seçilmiş bir kelime. Niçin kesin olarak başörtüsü dışında bir anlama gelmeyen bir kelimeyi kullanmadı? Kur’an’ı evrensel kılmak için. Başörtüsünü kullanan toplumlar göğsünü başörtüleriyle kullanmayan toplumlar bir örtüyle kapatsın deniliyor. Mükemmel bir nükte.
Kur’an’da açıkça oruç, namaz, zekât size farz kılındı diyor. Ama başörtüsü tartışmalıdır ve güçlü bir delil de yoktur. Bir konu tartışmalı ise Allah’ın muradı anlaşılamamıştır. O ayetin her çağa hitap edecek şekilde esneklik sağlaması insanlar tarafından anlaşılamamaktadır. Hala Kur’an’ın evrenselliği Müslümanlarca tam olarak anlaşılamamıştır. Ayet farklı çağlara, farklı toplumlara, farklı coğrafyalara, farklı iklimlere hitap etmesi Müslümanların hoşuna gitmemektedir. İllaki net ve kesin hüküm aramaktadırlar. Fakat Kur’an kesin çizgiler belirleseydi her konuda işte o zaman her çağa bir sunumu olamazdı. İnsanlar bir türlü bunu kabullenemiyorlar.
Sorun, Tarihin belli bir döneminde ihtiyacı karşılayan adetlerin evrensel olan dinimize mal edilmesidir. Abdestte yıkanacak yerlerin sınırlarını veren Allah, aynı şeyi kapanmada yapamıyor mu? Sadece el yüz ve ayaklar sınırını Allah bir kelimeyle söyleyemiyor muydu? Humur başörtüsüdür diyenler şu detayı gözden kaçırıyor. Bize deniliyor ki kadının saçı ziynetidir. Tamam diyelim. Peki, o zaman niçin Allah nur 60’ta yaşlanmış ve evlenmemiş bir kadının ziynetini kimseye göstermemesini fakat siyabını çıkarabileceğini söylüyor. Kıyafette dikkat etmesi artık istenmiyor ama ziyneti gösterme deniyor. Ziynet saçı kapsıyorsa eğer yaşlı kadına saçını kapat kıyafetlerin ise açık olabilir mi deniyor? Üst Mekke alt Paris mi olsun deniliyor? Vicdanlarınıza bırakıyorum
Madem kadınların sizin söylediğiniz şekilde kapanmasının açık bir hüküm olduğunu söylüyorsunuz, niye ayrı ayrı kapanma şekillerini savunuyorsunuz? Neden kiminiz peçe farzdır, kiminiz ise değildir diyor? Neden kiminiz kadınların elleri gözükemez deyip yaz-kış kadınlara eldiven giydiriyor da, kiminiz kadınların elleri gözükebilir diyor? Neden kiminiz çarşaf dışında hiçbir şeyle kapanılamaz diyor da, kiminiz pardösü ile de olabilir diyor? Hiç şüphesiz kesin sınırlı bir hüküm olsa, böyle ayrı ölçüler çıkmazdı. Tüm bu ayrı ölçüler ve hükümler, kapanma konusunda geleneklerin, örfün, Emevi ve Abbasi döneminin kadına bakış açılarının dinselleştirilmesinin neticeleridir. Her bir ayrı kapanma modeli savunanlar da “Allah’ın isteği tam budur” diye savunuyor, sanki Allah’ın aynı konuda beş-on tane ayrı görüşü varmış gibi bir çelişki ortaya konuluyor.
Nur 31’deki şu ifadeye dikkat: “bir de yürürken, gizli olan ziynetlerini teşhir etmek için ayaklarını yere vurmasınlar.” Bu cümle bir hakikati daha içinde barındırır. O da peygamber dönemindeki kadınların peçe, çarşaf, burka benzeri şeyleri giymediği gerçeği. Çünkü çarşaf vb. kıyafetlerin içinde kadın nasıl ziynetini teşhir edecek? Allah aşkına çarşafın içinde kadın olduğundan bile emin olamazsınız. Yakın zamanda İŞİD terör örgütü erkek militanları da savaştan çarşaf giyerek kaçmışlardı. İnsanlar anlayana kadar çok kişi kaçmıştı bile :)) Herkes onları kadın sanmıştı. Çünkü çarşaflı bir kadının yürüyüşü belli olmaz. Kimliği bile belli olmaz. Bu cümle bize bu tür kıyafetlerin peygamber döneminde olmadığına tek başına yeterli bir kanıttır.
Eğer humur başörtüsü ise benim Kur’an’dan beklediğim şudur: İlk önce başınızı örtün ayeti gelmeliydi. Çünkü ben 21.yy.da yaşıyorum. Hz. Muhammed dönemini görmedim ki. Yani o dönem kadınların saçını tamamen veya kısmen örttüğünü nasıl bileceğim? Eğer Allah bu emre uymamızı istiyorsa bize Kur’an’da bildirmesi gerekmez miydi? Humur’un örtü değil de başörtüsü anlamı olduğunu iddia edenler bunu o dönem ki kadınlar zaten örtülüydü o yüzden Allah gerek görmedi mantığına dayanır. Yani tamamen bir fantastik düşünce. Burada şu soru aklıma geliyor. Kimse o dönem elini yüzünü yıkamasını bilmiyor muydu ki Allah detaylı bir şekilde abdest almayı anlatıyor?
Allah başörtüsünü emrediyorsa önce başınızı örtün ayeti gelir daha sonra örttüğünüz başörtüsü ile göğüslerinizi de örtün ayeti gelmesi beklenirdi. Allah Kur’an’da dini ile ilgili bilgileri insanların insafına bıraktığını sanmıyorum. Allah’ın “2000 yıl sonraki Müslüman zaten miladi 600’lü yıllarda nasıl giyinildiğini bilir onu emretmeme gerek yok” demiş olma ihtimali vermiyorum.
Son olarak bu ayette cuyub kavramını açıklayayım. Cuyub göğüs yakası, göğüs dekoltesi, sine vs. anlamlara gelir. Arapça ceyb ile aynı köktendir. Bunun Kur’an’da bu anlamda kullanıldığına delil Musa’dır. Kasas suresi 32. Ayette de ceyb kavramı geçer. Musa elini koynuna/ göğüs yakasına sokar.
Bu konuda çarşaf vb.. kıyafetlerin olduğu iddia edilen bir ayet daha var ki onu yazmam bile gereksiz ama yine de başka sitede okuyup birilerinin kafasını karıştırmak isteyenler olabilir.
Eğer cilbab çarşaf vb. giysiler olsaydı burada örtülerinizi göğüs yırtmaçlarınızın üzerine örtün denmezdi. Çünkü cilbab zaten bütün vücudu kapattığına göre göğsü kapatma emrine gerek kalmazdı. Bu ayetin anlaşılmasında kilit kelime “cilbab”dır. “Cilbab” Arapçada üste giyilen giysileri ifade eden bir kelimedir. Fakat ayette, cilbabın nereden nereye kadar olan bölgeleri örteceğinin tarifi yoktur. Bu da normal dışarı çıkıldığında giyilmesi gereken kıyafet olduğunun göstergesidir. Yani cilbab evde giydiğiniz rahat giysilerin aksine dışarı çıktığınızda giydiğiniz kıyafeti temsil eder.
Bir de, kadınlardan artık cinsel arzu duymayacak kadar yaşlanmış olanlar var; işte böylelerin, ziynetlerini açığa vurmaksızın, giysilerinde (siyablarından) bir kısmını çıkarmalarında bir beis yoktur. Ama iffetleri üzerine titrerlerse bu kendileri için daha hayırlıdır (NUR 60)
Bu ayet Allah’ın kadınların kıyafetine dikkat etmesinin amacını açıklar. Bu ayet aynı zamanda Namaz da örtünme Allah’a saygıdır bahanesini tamamen çürütür. Çünkü Allah yaşlı kadınlara giyimlerine dikkat etme talebinin onları kapsamadığını ifade etmektedir. Bu da kıyafete dikkat etmenin Allah’a saygıyla alakasının olmadığını iki cins arasında sağlıklı bir ilişkinin kurulması için bu önerilerin Allah tarafından yapıldığına kanıttır. Ayrı bir fecaat daha var. O da erkeklerin kadınlara ibadet ederken başörtüsünü örtmelerini söylemeleri. Ahzab 59’da Allah kadınların taciz edilmemesi için kıyafetlerine biraz daha özen göstermelerini öneriyor. Demek ki bayanların giyimlerindeki özen erkeklere karşı olan bir durum. Allah’a karşı yapılması Allah’ın tacizinden korunmak için mi? Haşa. Bu düşünce Allah’ı erkek gibi düşünmenin bir ürünüdür. Saygıyla alakası yoktur. Allah yukarıda Araf 26’da bana saygı duyan takva elbisesini giysin diyor. Başörtüsünü değil.
Başka bir konuya da açıklık getirmek istiyorum. Günümüzde başörtüsü olarak kullanılan Hicâb ne Kur’an’da ne de Arap dilinde başörtüsü olarak kullanılır. Bu kelimenin de anlamı kaydırılmak istenmektedir. Hicâb’ın anlamı set, duvar, perde, engeldir. Kur’an’da 7 yerde kullanılır ve hiçbirinde başörtüsü anlamına gelmez. Fussilet 5, İsra 45 buna örnektir.
“Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanların arasında görünmez bir perde kıldık” (İSRA 45)
Günümüz Müslümanlarını özetleyen bir ayet vereceğim.
Sonra onların peşinden (başka) elçilerimizi de getirdik; peşlerinden de Meryem oğlu İsa’yı getirdik ve ona İncil’i verdik; ve ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik. Ama ruhbanlık başka… Onu kendilerine emretmediğimiz halde onlar uydurdu, gerekçesi de Allah’ın rızasını kazanmaktı; fakat onun gereklerine de hakkıyla riayet etmediler ya… Neticede Biz onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik; fakat yine onlardan birçoğu yoldan saptılar. (HADİD 27)
Bu ayet olduğu gibi günümüz Müslümanlarını anlatıyor. Ruhbanlığı İslamiyet’e soktular sonra da kendileri bile soktukları onca şeye uymadılar. Uyamadılar. Çünkü yaşanılacak bir din ortada bırakmadılar. Ne demek mi istiyorum? Hanbeli ve şafiye göre yüzün kapatılması bile farz. Diğer iki mezhep maliki ve Hanefi ise sadece fitne zamanlarında yüz örtülmeli diyor. Fitne zamanı ne demekse? Önce uydurdular sonra Allah’ın dediği gibi uydurduklarına bile riayet etmediler. Bugün hangi Hanefi hangi şafii ülkemizde yüzünü örtüyor? Kim çarşaf giyiyor? Konuyu bitirmeden evvel bu örtünme hadislerinin Kur’an ile nasıl çeliştiğini de göstermek boynumun borcu.
Aişe validemiz şöyle demiştir: “Allah ilk muhacir kadınlara rahmet etsin. Allah Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar ayetini indirince mırtılarını (elbiselerini) yardılar, onunla başlarını örttüler.”
Yine şöyle demiştir: Bize Ebu Nuaym anlattı, bize İbrahim bin Nafi, Hasan b. Müslim’den, safiye bint Şeyba’dan anlattı, Aişe validemiz şöyle demiştir: ”Bu Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar ayeti inince, onlar eteklerini aldılar, onları kenarlarından yırttılar ve onlarla başlarını kapattılar” (Buhari 4759; İbni Kesir Tefsiri cilt 6 s. 570)
Eğer hımâr başörtüsü idiyse ayette başörtüsünü göğüs bölümünün üzerine vursunlar diyor. Demek ki başörtüsü zaten kullanılıyordu. Çünkü ayet başörtüsü kullanmaya başlayın demiyor. Yani kendi rivayetleri Kur’an’daki kendi yorumlarıyla uyuşmuyor? Hani başörtüsü bu ayetten önce kullanılıyordu fakat arkaya atılıyordu. Ayet ise arkaya değil ön bölgeye atın diyordu? Kendi tefsirleri kendi rivayetleriyle, kendi rivayetleri kendi sözleriyle çelişiyor ve bunların hepsi de Kur’an ile de ayrıca çelişiyor. Ayrıca eteklerden başörtüsü boyutunda bir bölüm keserseniz mini etek elde etmiş olursunuz. O da apayrı bir mesele. Bu sözde hadisin Kur’an ile çeliştiği açıkça görülüyor.
Bir başka rivayeti daha sizinle paylaşacağım. Bu rivayette kendi hadisleri ile çelişiyor. İşe gelen hadis alınıyor işe gelmeyen alınmıyor. Hadis külliyatında peygamber döneminde kadın ve erkeklerin aynı kaptan abdest aldıkları geçiyor. (Buhari, Vudu; Ebu Davud Taharet 39; İbn Mace Taharet 36) Abdest topuklara kadar ayak, dirseklere kadar eller, yüzü yıkamak ve başı mesh etmek olduğuna göre bu hadisten kadınların erkeklerle kadınların karışık abdest aldıkları ve başı mesh etmeleri için başlarının açık olduğu ve yüzü yıkamak için yüzün açık olduğu açıkça görülür. Ben hadislerin peygamberden geldiğine inanmıyorum. Sadece inananların çelişkilerini göstermek için bu örnekleri veriyorum. Oysa mezhepçi İslamcılık, bu hadisleri görmezden gelir ve kendi kafalarına uygun üretilmiş malzemelere sarılır.
Asıl sorun kadının kalktığı yere oturulamayacağını, hiçbir yönetici vasfının olmadığını, erkeğin kölesi gibi olması gerektiğini, kadınların çoğunun cehennemlik olduğunu zanneden zihniyetten kaynaklanmıştır. 1400 yıl önceki Araplar kafalarını sıcaktan korumak için erkekler sarık, kadınlar ise başörtüsü kullanmış olabilir. Bu onların doğa ile mücadelesidir. Bu kültürü ve mecburiyeti dinselleştirmeye hakkınız yok.
Bir kere şunu kabul etmeliyiz ki Kur’an’ın cinselliğe bakışı Müslümanın cinselliğe bakışından çok çok farklıdır. İnsanoğlunun çoğu örfünü özümsediğim söylenemez. Cinsellik konusunu “ayıp”, “günah”, “utanma”, “çekinme” vb. kavram ve duyularla tanımlarken hiç kimsenin görmediği zamanlarda Allah’ın da kendisini görmediğini sandığı o zamanlarda asıl ayıpları kendisi yapar. İnsanoğlu böyle bir varlık. Biz bu konuyu normalleştirmediğimiz sürece hep ergen bir toplum olarak kalacağız. Allah’ın “ayıp”ı ile bizim “ayıp” dediğimiz şeyler aynı şeyler olmadığı için bugün İslam coğrafyasında binlerce sıkıntı hâsıl olduğunu üzülerek görüyoruz. İslam’da seks bir tabu değildir. Hiçbir zaman olmadı. İslam aileyi kutsal görür. Aile kurumunu korumak için de zinayı yasaklamıştır. Zinanın yasaklanması erkek ve kadını evliliğe teşvik eder. Daha doğrusu mecbur bırakır. Bu iyi olandır. Aile kavramının bozulduğu toplumlarda çok da sağlıklı bireyler yetişemediği acı tecrübelerle ortaya çıkmıştır. Şu halde din adamlarının dediği gibi zina şeytan işidir yok bilmem ne vs. saçma sapan açıklamaların ne bugüne bir sunumu vardır ne de yarına. Her işi şeytanın üzerine yıkıp niçin zina etmemeliyizi yeni nesile anlatamazsak yeni nesil doyacağı bir cevabı almazsa zina kaçınılmaz olacaktır. Halbuki “şeytan işi” adlı saçma soyut ve mantığı olmayan açıklamalardan artık vazgeçmeliyiz.
Niçin Evlilik Bağı Kurulmaksızın Seks Yapmayı İslam Yasaklar?
Çünkü evlilik dışı cinsel ilişki aile kurumunu yıkar. Bu da topluma zarar verir. Mutlu bir ailede yetişen bir birey ile mutsuz ya da paramparça bir ailede yetişen çocuk aynı seviyede sağlıklı olamadığını insanoğlu acı tecrübelerle öğrendi ve öğrenmeye de devam ediyor. Zina yasak olmazsa çoğu erkek ve kadın için evliliğin bir önemi kalmayacaktır. Batı, önümüzde duran en büyük deneydir. Erkek ya da kadın bu noktada eşinden başkasıyla olamayacağının farkına varması eşler arası bağı da artıracaktır.
Mastürbasyon İslam’da Yasaklanmış Mıdır?
Şimdi bu noktada şu soru sorulmalı: İslam’ın kaynağı nedir? Eğer cevap olarak Kur’an diyorsanız mastürbasyon kur’an’da yasaklanmamıştır, ayıplanmamıştır, haram kabul edilmemiştir. Allah’ın ayıp demediğine ben ayıptır demeyeceğim. Benim ayıbım Allah’ın ayıp dediğiyle paralel olmak zorundadır. Eğer İslam’ın kaynakları arasına hadisleri ve din adamlarının görüşlerini de alırsanız cehenneme gittiniz demektir. Çünkü bu yazıyı okuyup “ne demek İslam yasaklamamıştır” diyenleriniz bile hayatınızın bir köşesinde bu köprüden geçmiş olmalıdır. İstisna olanlarınız hariç tabi ki. Müslümanların kafası bin yıldır karışık. Çünkü Kur’an’ın yasaklamadığını din adamları yasaklıyor ve kimse de kalkıp "ey din adamı bu görüşüne Kur’an’dan delil getir" deme gayretini göstermiyor. Din adamlarını rab edindiğinin farkında değil bu ümmet. Çünkü yalnızca Rab yasak koyar. Bazıları Allah her şeyi Kur’an’da yazsaydı 100 cilt göndermesi gerekirdi o yüzden yazmadı diyerek son derece gülünç bir savunma yapacaktır. Ancak o tiplere şu soruyu soruyorum. Oruçluyken akşamları eşlerin cinsel ilişki yapabilmelerine değinen Allah bu işe gelince mi unuttu. Ya da sizin ifadenizle Allah şöyle mi düşündü: “Off yeter yaa çok oldu. Gerisini elçim Muhammed halleder” Bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu size göstermek için iddianızı somutlaştırdığım absürt bir cümle kurmak zorunda kaldım. Şu halde Kur’an yasaklamadığına göre "Allah bu konuda bir sıkıntı görmedi" sonucuna ulaşmamız çok da zor değil.
Mastürbasyon dinin konusu değildir, tıbbın konusudur. Bu konuda bilimsel verilere bakmak, uzmanların kanıtlarını incelemek gerek. Bazı doktorlardan mastürbasyonun doğal olduğunu ancak sık sık bu işe odaklanmanın bireyin gelişimini olumsuz etkilediğini belirtmektedir. Şu halde doktorların tavsiyelerine sağlımız açısından kulak vermek en doğru ve hakiki yol olacaktır. İnsanlara mastürbasyon yapmaması gerektiği gibi bir baskıyı uygularsanız, sahte hadisleri önüne bırakıp cehenneme gideceğini söylerseniz bu sadece onun psikolojisini bozacaktır. Çünkü bu noktada iradesini kaybeden her erkek ve kadın siz böyle söyleseniz de yapacak söylemeseniz de. Ancak söylerseniz bunu suçluluk ve Allah’a terbiyesizlik olarak algılayacağından psikolojik bir tramva o bireyi her yaptığında bekliyor olacak. İşte bu suçluluk duygusu ileriki yıllarda seks günahtır mantığına dönüşecek ve artık çoğu dindar için bu psikolojik cinsel bozukluk olarak ortaya çıkacaktır. Ayrıca evlilerin eşlerini bırakıp mastürbasyon yapmaları da onların bu noktada hasta olduklarını gösterir ve bir uzmandan yardım almaları gerekir.
Çoğu dindar kadının seks deninince şeytan görmüş gibi ürkmesini buna bağlıyorum. Ayrıca mastürbasyon yapılmamalı baskısı bireylerde görülme korkusu yarattığından bu işi oldu bittiye getirmeye çalışan erkeklerde ileriki yıllarda "erken boşalma" dediğimiz ve kadın için son derece kötü sonuç doğuran bir hastalığı da hortlatacaktır. Allah bunu Kur’an’da yasaklamadığına göre bir bildiği var deyip Allah’a güvenin. Allah yasak bırakmayı unuttu deyip size yasak “koyacak” din adamları aramayın. Yine de karar sizin. Mastürbasyonun yasaklanmasının bireylerde oluşturduğu olumsuz etki ortadadır. Bunun yerine çocuklarınıza sağlıklı bir eğitim verip özellikle ergenliği sağlıklı bir birey olarak atlatmalarına yardımcı olun. Mastürbasyonu yasaklayacağınıza bunun sık sık yapılmaması gerektiğine dair doktor tavsiyeleri izletilmeli ve bireyin hayatının merkezine "seks" kavramını bırakmaması gerektiği öğretilmelidir. Böylelikle çocuk hem doğasıyla savaşmayacak hem de kişisel gelişimine zarar verecek kadar cinselliğe odaklanmaması gerektiğini bilecek.
Kur’an’da cinsel ilişki ile ilgili yasaklar nelerdir?
Kur’an’ın yani Allah’ın bizden bu konuda da beklentileri vardır. Allah yasak bırakmaktan zevk aldığı için yasak bırakmaz. Bizim her açıdan sağlıklı bir yaşam sürmemiz için bunu yapar. Bizim için bırakır kısacası.
Oruç tutan eşler cinsel ilişkiye girebilir mi?
“Oruç günlerinizin gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helaldir: Onlar sizin elbiseleriniz, siz de onların elbiselerisiniz. Sizin kendinizi zor duruma düşüreceğinizi Allah gördü; İşte bu yüzden size affıyla muamele etti ve zorluğu üzerinizden kaldırdı: Şimdi artık onlara yaklaşın ve Allah’ın size meşru kıldığından yararlanın!” (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – BAKARA 187)
Evet, yukarıdaki ayette oruç olduğumuz günlerde iftardan önce cinsel ilişkiye girilmemesi gerektiği vurgulanır. Ancak burada dikkat edilecek nokta iftardan sonra da Müslümanların cinsel ilişkiye girmemelerini Allah, “Sizin kendinizi zor duruma düşüreceğinizi Allah gördü” diyerek reddetmiştir. Bu yasak Kur’an’da yok. Buradan anladığımız ya Müslümanlar bu ayetten önce arap kültüründen dolayı geceleri de ilişkiye girmiyorlardı ya da dönemin oruç tutan Yahudilerinden bu uygulamayı gördüler ve iftardan sonra cinsel ilişkinin Allah’ın ayıplayacağını sandılar. Kendi doğalarıyla yaptıkları bu savaşı Allah yukarıda “kendinizi zor duruma düşüreceğinizi Allah gördü” diyerek Müslümanlar kendilerine bir haram icat etmeden bunun önüne geçti. Bu ayet yasak bırakmak için değil bir yasağı kaldırmak için indiği açıktır. “Allah’ın size meşru kıldığından yararlanın!” bu cümle zaten Müslüman’ın cinsel hayata bakış açısının ne olması gerektiğini açıkça ifade eder zaten. Eşler arası haz (seks) meşrudur. Bu meşru haktan yararlanmalıdır. Gayrimeşru olan, evlilik bağı kurulmadan yapılan cinsel ilişkidir. Seks kötü değildir, zina kötüdür.
“Onlar sizin elbiseleriniz, siz de onların elbiselerisiniz” cümlesini önemsiyorum. Bu ifadenin çok güzel bir mecaz olduğunu ifade etmeme gerek yok sanırım. Giysi giyilir. Erkeğin kadını, kadının erkeği giymesi olayı çok harika bir anlatım oluşturuyor. İkinci önemli nokta ise elbise insanı güzelleştirdiği için güzeldir. Şu halde kadın erkeği, erkek kadını güzelleştirir. Bu cümle bile dindar kadın ve erkeğin cinselliğe bakışını yasaklardan daha çok birbirini özgürce mutlu etmeye yönelik olduğunu vurgulamaya yeter de artar bile.
Hayızlı Kadın ile Cinsel İlişki Mümkün mü?
“Sana kadınları ay hali hakkında soruyorlar. De ki: ‘O sıkıntı verici bir rahatsızlıktır: Ay hali sırasında kadınları (rahat) bırakın ve onlar temizleninceye kadar (cinsel) ilişkiye girmeyin! Temizlendikleri zaman, Allah’ın size emrettiği gibi yaklaşın!’” (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – BAKARA 222)
Bu ayetle Allah kadınlara adet döneminde bu tür tekliflerle gidilmesini yasaklar. Kadının bu dönemde sıkıntı çektiğini haz peşinde koşacak ya da erkeğin hazlarının peşinde koşacak bir halde olmadığını belirtir. Ve erkeğin bu konuda eşini korumacı ve ona karşı anlayışlı bir tavır sergilemesi istenmektedir. Bazılarınız eşimiz sıkıntılı bir süreç geçirmiyor diyebilir. Hakikaten bazı kadınların adet dönemi kolay ve hafif geçer. Yani her kadın sıkıntı çekmez. Allah bir konuda tavsiyede bulunduysa muhakkak vardır bir bildiği deyip tıbben konuyu biraz inceledim. Kadın hayızlı iken cinsel ilişkiye girmenin büyük problemleri olmadığını ifade eden doktor beyanlarıyla karşılaştım. Ancak adet döneminde kadın cinsel organının mikroplara karşı savunmasız olduğu bilgisine rastladım. Yani kadına her halükarda zarar verme riski var. Şu halde Kur’an ile bilimin yine paralel bir noktada gittiğini görüyoruz. Şu halde Allah’ın bu tavsiyesine uymak gerek.
Yukarıdaki ayette “Allah’ın size emrettiği gibi yaklaşın!” gibi bir ifade var. Peki, Allah bize nasıl emretmiş? Resimli bir cinsel ilişki kılavuzu Kur’an’da olmadığı açık. Bu ayete cevabı yukarıdaki bakara 187 ve 222 verdiği gibi bakara 223 de veriyor. Bakara 187 de iftardan sonra yaklaşabilme emrini verdi. Bakara 222 de ise hayızlı iken yaklaşmama emri verdi. Bakara 223 de ise Allah bu konuyu biraz daha mecaz bir anlatımla ifade etme gereği duyuyor. Ayeti verdikten sonra niçin mecaz kullanıldığına dair görüşümü sunacağım.
“Kadınlarınız, sizin için bir tür tarladır; tarlanıza nereden ,nasıl ve ne zaman isterseniz öyle varın! Fakat önce kendi canlarınız için bir hazırlık yapın! Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve unutmayın ki, mutlaka O’na kavuşacaksınız! Artık sen de mü’minleri müjdele!” (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ – BAKARA 223)
Allah “Kadınlarınız, sizin için bir tür tarladır;” diyerek müthiş bir mecaz ifadeye imza atıyor. Peki niçin bu konuda mecazı kullanıyor da direk cinsel ilişki şeklini tarif etmiyor. Çünkü Kur’an’ın amacı eşlerin ne yapacağına karışmak değil, eşlerin sağlıklı ve her iki tarafında mutlu olduğu bir seks hayatı oluşturmaktır. Kur’an evrenseldir. Şu halde Allah, cinselliği de keskin sınırlara kurban edip Kur’an’ın her devre her topluma, her bireye hitap edemeyecek bir forma girmesini istemiyor. Kur’an’da bir ayet Müslümanlarca tartışıldıysa bu o ayetin anlaşılmadığını gösterir. Ayrıca Kur’an’ın her çağa bir sunumu olduğu mantığını kavrayamamakta sebeplerinden biridir. Kur’an her çağa farklı hitap etmek istediği yerlerde mecaz kullanır. Ancak Müslümanlar illaki keskin ve mutlak anlam aramakta ve Kur’an’ı bir kaba sığdırmaya çalışmakla o kadar meşguller ki Kur’an’ın bu mucizevi yapısını göremiyorlar. Bakara 223, 500 yıl önce farklı anlaşılmış olabilir ama bugüne farklı bir sunumu var. Yarına da bambaşka bir sunumu olacak. Çünkü allah tarla ile ne demek istedi sorusu her çağda farklı bir cevap bulacak ve Kur’an o çağa da hitap etmiş olacak. Şimdi ayeti irdeleyelim. Kendi görüşümü size sunmak istiyorum.
“Kadınlarınız, sizin için bir tür tarladır;” ayetini birçok meal yazarı yanlış çevirerek “kadınlar sizin tarlanızdır” diyerek çeviriyorlar. Bu büyük bir hatadır. Hatalı bir mealdir. Bu evrendeki en büyük edebi yazar Allah’tır hangi kelimeyi niçin kullandığını çok iyi bilir. Şimdi diyeceksiniz ki ne fark var? Olur mu! Dünya kadar fark var. Ayeti “kadınlar sizin tarlanızdır” diyerek çevirirseniz tarlanın sahibi erkek olur. O halde erkek istediği zaman tarlaya girer, sürer vs. anladınız meseleyi. Kadının cinsel ilişkiye girmek isteyip istememesinin bir anlamı kalmaz. Erkek tarlanın sahibi olduğu için karar erkeğin olur. Bu da Kur’an’ın adaletine sığmaz. Ancak şu mükemmel ince noktaya dikkat edin. Ayet ne diyor? “Kadınlarınız, sizin için bir tür tarladır;” ayet bu şekilde çevrildiğinde ise tarlanın sahibi kadındır. Cinsel ilişki sadece erkeğin isteğine değil kadının tarlaya giriş izni verip vermeyeceğine bağlı değişir. Kadınların bir tür tarla olduğunu ifade eden bu ayetin erkeğin cinsellik için adresinin kadın olduğuna bir vurgudur. Homoseksüel ilişkiye bir red vardır bu cümlede. “Kadın bir tür tarladır” ifadesinden benim anladığım eşimiz cinsel hayatımız için başvuracağımız adrestir. Ayrıca tarlanın sahibi kadın olduğu için erkeğin bu ilişki için tarla sahibi kadından izin alması gerekir. Yani kadın da eşiyle cinsel ilişkiye girmeyi istiyor olmalıdır. Karşılıklı rıza olursa seks her iki tarafı mutlu eden harika bir nimete dönüşür.
Farkı anlamayanlar için tekrar özet geçeyim “kadınlar sizin tarlanızdır” ayeti tarlanın sahibini erkek yapar ve kadına seçim hakkı tanımaz. “Kadınlarınız, sizin için bir tür tarladır;” doğru mealinde ise Allah, tarlanın yolunu erkeğe tarif ediyor. Tarla, “sahibi kadın olan eşindir” deyip ok işareti ile nerede bulacağımızı söylüyor. Bu mecazı şöyle yorumluyor birçokları: tarla ekin veren yerdir. Kadın’ın mahsulü ise çocuktur. Çocuk için ise cinsel ilişkiye girilebilecek tek yer vajinadır. O halde vajina hariç diğer seks türleri yasaktır gibi bir yorum yapıyorlar. Ancak Allah bunu isteseydi bu kadar çetrefilli bir mecazı mı kullanırdı. Yoksa vajinayı kast eden bir kelime mi kullanırdı. Bu görüş tamamıyla Allah’ın muradını anlamaya çalışmaktır. Kabul ediyorum. Ancak Allah’ın muradını tutturduğunu hiç zannetmiyorum. Niçin mi? Şöyle düşünün eğer gerçekten bu ayet cinsel ilişkiyi sadece kadın cinsel organı ile sınırlandırıyorsa o halde cinsel ilişki sadece çocuk yapmak için yapılır. Haz için seks yapılamaz. Çünkü tarla ile ürün alınan organ kast ediliyorsa. Tarlaya siz sadece hangi dönem gidersiniz? Ekin yapmak istediğiniz dönem gidersiniz. Mesela kışın gider misiniz? Hayır tabii ki. Şu halde bu mantığa göre prezervatif, doğum kontrol hapları kullanılamaz. Çünkü amaç çocuk yapmaktır ve sadece çocuk yapmaya karar verdiğinde cinsel ilişkiye girebilirsin. Ya da şöyle düşünün. Örnek üzerinden gideceğim. Kadın vajinal olarak cinsel ilişkiye girmek istemiyor olabilir. O gün yorgunluktan dolayı ya da ruhen isteksiz olabilir. Ancak eşinin şehvet ibresi yükseklerde olduğu için de eşine de bu konuda yardımcı olmak istiyor olabilir. Bu yüzden erkeğin cinsel organını kendisi okşayarak, ya da göğüs vs. gibi bir bölgesine sürtünmesini sağlayarak eşini rahatlatma yoluna gidebilir. Aynı şey kadın için de geçerli. Erkek isteksiz olduğu bir dönemde kadın cinsel ilişkiye girmek istiyor olabilir. Erkek eşinin vajinasını okşayarak onu orgazm edemez o zaman bu mantığa göre. Yukarıdaki tarla açıklamasına göre bunların hepsi haram oluyor. "Ya kadın cinsel organı ya da asla" mantığı kimse kusura bakmasın tarla mecazından çıkmaz. Zaten çıkmayacağını bildikleri için falanca âlimin görüşü, yok falanca hadis böyle diyerek bize yasa koyucu olarak Allah’ın yanında âlimleri ve uyduruk hadisleri gösteriyorlar. Neyse ayeti bu şekilde anlayanların bile inandıkları şekilde yapmadıklarını bir erkek olarak tahmin etmem çok zor değil. Kendilerini ve toplumu kandırdıklarını sansınlar.
Dindarların baskıları yüzünden nice erkek cinsel noktada psikolojik bozukluk yaşıyor ve cinsel sapkınlığa sürükleniyor. O yasak bu yasak denile denile adam bir hapishaneye sokuluyor zihnen. Yetmiyormuş gibi dini öğrenen bireylere sürekli yeni yasaklardan bahsedilerek ne yapılıyor biliyor musunuz? Hapishane duvarlarını o bireye doğru yaklaştırıyorsunuz. Bu muhteşem baskıya dayanamayan erkek ve kadınların çoğu pis bir şekilde patlıyor ve onlarca psikolojik hastalık peyda oluyor. Erkekler cinsel sapkınlıklara sürüklenirken kadınlar ise eşleri ile bile cinsel hayatı yaşamayı günah olarak görmeye başlıyor. Kadın evlendikten sonra hadi yap da işimize dönelim moduna giriyor. Ruhundan arındırılmış berbat bir evliliğe dönüşüyor. Ya bu sadece bir örnek. Nice psikolojik zararları daha oluyor da bu tıbbın konusu bu yazının değil. Halbuki Kur’an birbirinizin elbisesisiniz diyor. Yani her iki taraf da bundan haz duyar, mutlu olur. Allah cinselliği erkek mutlu olsun diye göndermedi.
Ayette geçen “tarlanıza nereden, nasıl ve ne zaman isterseniz öyle varın!” cümlesinden benim anladığım hangi pozisyonda, hangi mekânda, hangi saatlerde eşler birbirini arzularlarsa o saatte yapabilirler. Bu cümle yasak bırakmıyor, yasakları kaldırıyor. Ve cinsel ilişkide zaman, mekan, şekil vb. kararları eşlere bırakıyor. Benim ayetten anladığım budur. Gördüğünüz gibi Kur’an’da ayetler bu şekilde. İslam’da cinsel haramları din adamları bırakmıştır ve kesinlikle Allah’ın bırakmadığı yasakları mutlak kabul etmemelisiniz. Ha doktorunuz size seks ile ilgili bir şey yasaklayabilir bunu kast etmiyorum. Allah’da doktor da sağlımız için yasak bırakır. Allah herkesi kapsayan yasakları bıraktı. Doktor ise sadece sizde görülen bir rahatsızlıktan dolayı bazı şeyleri yasaklayabilir.
Anal seks haram mıdır?
Kadının anüsünden yapılan bu cinsel ilişki doktorlar tarafından delilleriyle beraber sakıncalı bulunmuştur. Kadına büyük zararları vardır. Birinci zararı kadın bu tür cinsel ilişkide muhteşem bir acı çeker. Ancak biz Kur’an’dan biliyoruz ki adet dönemi kadınlar rahatsız olduğu için cinsel ilişki yasaklanır. Yani Allah bu noktada kadının rahatsızlığı fiziksel olsun duygusal olsun fark etmez kadını koruma yoluna gitmiştir. O halde Kur’an biz erkeklere bu işte nasıl bir yol izleyeceğimizi açıklıyor: Erkeğe, kendi hazzın için kadına zarar verme diyor. Seks işinde kadını fiziksel olarak rahatsız edecek davranışlarda bulunamazsın. Çünkü adetli kadın cinsel ilişkiye girmekten rahatsız olur. Ha olmayanlarda olabilir ancak onların da cinsel organları mikrop kapmaya müsait olacağı için her türlü kadına fiziki zarar verilmiş olur. Anal seks dibine kadar kadına fiziksel açıdan zarar verir. Kadına verdiği ikinci zarar ise kadının anüsündeki kasları bozar ve ileride kadın dışkısını tutamamaya başlar. Bu bir kadının organını bozmaktır. Bakara 222’de kadın sırf istemiyor diye yaklaşmayın diyen Kur’an kadına bu denli zarar veren bir ilişkiyi onaylar mı? Elbette hayır. Anal seks saçmalıktır. Ve bu denli yaygınlaşmasının iki nedeni var: Birincisi tahmin ettiğiniz gibi porno endüstrisi. Yalanlarla doludur. Ama dünyanın en ucra köşesinde yaşayan cahil erkekler Batı kadınının buna izin verdiğini sanır. Akıllı hiçbir kadın buna izin vermez. Amerika’da yaşayan kadınlar da anal sekse izin vermez. Ama porno endüstrisi ABD kadınının bunu normal karşıladığı algısını oluşturur. Akıllı olun ey Müslümanlar! Anal seks gerekli değildir. Eşinizin acı çektiği bir ilişkide siz haz alıyorsanız doktora gitmelisiniz. Çünkü siz hastasınız. Porno bu yanlışı size doğru ve haz verici olarak gösteriyor. Pornoda kadının bundan hoşlandığını gören cahil erkeğimiz bunu normalleştirir zihninde. Kafası iyi çalışmayan erkek kahramanımız kandırıldığını anlamaz. Sonra suçu bu saçma isteğini kabul etmeyen eşine arar. Çünkü izlediği filmdeki kadın gayet memnundu. Anlamaz ki o kadın on binlerce dolar alıyor o sahte haz görüntüsünü vermek için. Anal seks Bakara 222’ye aykırıdır. Kadına fiziksel zarar veren her türlü girişim yanlıştır. Buna salak porno endüstrisinin kırbaç vs. aptal aptal icatları da dahildir. Mutlu olmak için bunlara ihtiyacınız yok. Porno endüstrisi kapitalist sistemin en çirkin yüzüdür. Size kelepçe, kırbaç vs. salakça şeylere özendirir sonra da gidip o mantıksız şeylere para vermenizi sağlar. Anal seksin yaygınlaşmasının ikinci sebebi de kızlık zarı korkusu. Çoğu kadın maalesef lise veya üniversite yaşantısında erkek arkadışıyla cinsel ilişkiye girer. Kızlık zarının bozulmaması için yani ilerde kocama ve topluma bunu izah edemem korkusuyla sevgilisinin anal seks talebini kabul eder. Kızlarımızın bu konuda bilinçlenmesi gerekmektedir. Erkeklerin bu isteğine kolayca hayır diyebilmelidirler.
Oral seks haram mıdır?
Oral sekste yani ağız yoluyla yapılan sekste iki tarafta birbirine zarar vermediğinden hiçbir sakınca görmüyorum. Şimdilik doktorlar cinsel organların ilişki öncesi temizlenmesi şartıyla bir sorun olmadığını söylüyorlar. Şu halde ilerde tıp bir sorun bulursa bırakılmalıdır. Ancak şimdilik tıbbi bir zararı yoktur. Oral seks Kur’an’da yasaklanmamış. Tıp dünyası da yasaklamadığına göre bana göre doğaldır ve eşlerin karşılıklı rızasına kalmıştır. Tabi bazı kadınlar oral seks hakkındaki bu düşünceme sert tepki verecektir. Bunun sebebi tamamen psikolojiktir. Yetiştiğimiz kültürden dolayı bu tiksinti yaşanıyor. Tıpkı çinde köpek etinin yenilmesinin toplumumuzda tiksinti uyandırması gibi. Farklı toplumlarda bunun normal kabul edildiğini tarih kitapları ve heykeller göstermektedir. Hindistanda kaç bin yıllık oral seks heykellerinin resimlerini gördüm. Bugünün Batı dünyasında da bu normal bir talep olarak kabul ediliyor. Tarih öncesi bu olguyu Kur’an yasaklayabilirdi ama yapmadı. Günümüz kadınları ise dediğim gibi büyük bir cinsel baskıyla yetişiyor. Bir erkeğe selam veren kadının bile kötü yola düşmüş gibi davranıldığı toplumlarda kadın cinsellikten soğuyor. Seks haram, ayıp ve kötüdür algısı kadınların içine işlemiş. Bu da psikolojik olarak kadınlarımızda ruhsal bozukluklar meydana getirmiş maalesef. Normal cinsel ilişkiye bile soğuk bakan kadınlardan oral sekse doğal bakmalarını beklemiyorum zaten. Ancak bu şeyleri aşmamız gerek. Eşler birbirini hiçbir şeye zorlayamaz elbet. Bu noktada erkekler ve kadınlar cinselliğe kendi bakış açısıyla bakan eşler bulmaları daha iyi olur. Ne demek yani demeyin hemen. Kast ettiğim evlenmeye karar verdiğiniz kişiyle konuşursunuz bu konuda da paralel fikirleriniz varsa evlenirsiniz. Evlendikten sonra ona zorla yaptırırım düşüncesini bırakın.
Ben toplum tarafından bozulan kadın psikolojisiin bir yan etkisi olarak görüyorum kadınların cinselliğe bakışını. Erkek cinsel organını öcü ve düşman bellemiş bir birey olarak yetiştiriliyor ömür boyu. Tamam evlenmeden öyle görsün de bu bir hastalığa dönüşüyor kadında ileriki zamanlarda. Kocasının cinsel organı da kadının bilinç altı tarafından düşman kabul edilmeye devam ediyor. Cinsel organdan dehşete kapılma ve iğrenmesi de bu yanlış baskının hastalığa bürünmüş hali. Bazı kadınların cinsel ilişkiye girecekken yorgan altına girmek istemeleri, ışığın kapalı olmasını istemeleri, erkeğin cinsel organını görmek istememeleri vs. bunların hepsi toplumun suçudur. Kadına yanlış olanın seks değil de zina olduğunu anlatamazsanız böyle olur. Sürekli yasak sürekli baskı kadının cinsel duyularını köreltir. Sonra tüm erkekler “başım ağrıyorcu” eşlerden şikayet eder. :)
Cinsel Konuşmalar Haram Mı?
Elbette değil. Kadın ver erkek bu noktada özgürce birbirleriyle konuşabilmelidir. Her iki taraf da eşinin kendisini arzulama seviyesini yukarı çekecek konuşmalar yapabilir. Eşler arasında her türlü konuşma doğaldır.
Cinsel Organlara Bakılması Haram Mı?
Hayır değil. Hatta bakılmaması nasıl mümkün onu anlamıyorum. Bunlar hep giyinik mi cinsel ilişkiye giriyor? Hadis çıkardılar başımıza bir de. Neymiş, cinsel organa bakan kör olurmuş. Daha kör olan birini duymadık. Vallahi pes diyorum bu din adamlarına. Kendileri bakmıyorsa bir şey bilmiyorum. Sahtekârlar.
Cinsel İlişkinin Vakitleri Nelerdir?
Bu soruya cevap bile vermek istemiyorum. Ama biliyorum ki internette sanki ciddiye alınması gereken bir konuymuş gibi bunu aratanlar var. Yok kardeşim öyle bir vakit. Eşiniz ve sizin canınız ne zaman istiyorsa. Saçmalamanın bir âlemi yok. Bu işi de sulandıran sözde İslami siteler yığınla mevcut. Bu konudaki hadis denilen rivayetlere de güvenmeyin. Hz. Muhammed gece eşleriyle ne yaptığını gelip Ebu hureyre ya da diğerlerine anlatmaz. Ya biraz akıllı olun. Siz ne yaptığınızı anlatıyor musunuz ki peygamber anlatsın. Peygamber sizden daha mı az onurluydu gafiller.
Ne Yapmalı?
Kadınların çocukluktan beri baskıyla büyümelerinin yan etkileri konusunda eşleri onlara yardımcı olmalıdır. Cinselliğin kötü olmadığına onu bu konuda serbest bırakarak ve anlatarak açıklamalısınız. Bu konuda kadınlara da büyük bir görev düşüyor. Bu baskıların yarattığı psikolojik rahatsızlığı yenmede eşine yardımcı olmalıdır. Aynı zamanda bilinçli bireyler olarak aynı baskıyı siz kızınıza yapmayın. Eğitimli kendini bilen bir kız yetiştirerek üzerinize düşen görevi yapmış olursunuz. Baskı kurarak büyütürseniz aynı hatayı geleceğe miras bırakırsınız. Böylece gelecekte de mutlu olmaya çalışan bir kız yerine kendini sıkan, erkekten ve cinselliğinden korkan, utanan, çekinen, mutlu olamayan kadınlar olur. Başım ağrıyorcu kadınlar hem kendilerini hem eşlerini mutsuzluğa mahkum eder. Halbuki Batı kadını bunu aşalı çok oldu. Erkekler kadar özgür yetiştikleri için seks konusunda bir erkek kadar arzulu oluyor, canları istediklerinde seksi başlatan taraf oluyorlar. Tabi seksi evlilik dışı da yapıyorlar. Zinayı desteklemiyorum tabii ki. Bu da Batı kadınının hatası. Ama kadını baskı altında tutan bizim gibi toplumlarda bu böyle değil. Ben şu hareketi yapmam, ben onu yapmam, şunu yapmam, sapık mısın?, git başımdan başım ağrıyor vs. sayın gitsin. Bu sağlıklı bir bireyin hareketleri değil açık söyleyeyim. Seks, erkeğe ne kadar haz veriyorsa kadına daha fazla verir. Özgür yetişen toplumların kadınları buna delildir. Kadın bu hastalığını aşamaz ise doktor yardımına başvurulmalı. Ancak yine de kadın toplum yüzünden kazandığı bu psikolojik rahatsızlığı aşamıyorsa eşinizi aldatma ya da kuma getirme yoluna gitmemelisiniz. Bunun yerine boşanma en iyi çözüm olarak duruyor. Daha yolun başındayken en iyisi bu.
Ha bu arada zinayı yasaklayan ayete bir örnek vereyim isra 32. Sonuç olarak eşler birbirini mutlu etmeye birbirine haz vermeye baksın. Anlayış sevgi ve saygı her türlü sorunun üstesinden gelmenizi sağlar. Cinselliği bir tabu olmaktan çıkarın. Allah’ın haram etmediğini siz psikolojik durumunuzdan dolayı birbirinize haram kılmayın. Bu doğanızla savaşmanıza ve mutsuz bir evliliğe sürüklenmenize sebep olur. Halbuki doğanızı keşfe çıkmanız, özgür ve baskısız bir zihinle kendinizi rahat bırakmanız gerek. Toplum yıllarca zihninize yeterince baskı yaptı bir de siz kendinize baskı yapmayın. Meşru istekler olmak kaydıyla eşinize ve kendinize karşı fedakar olmanız gerek. Eşinizi mutlu ve dinç görmek sizi de mutlu edecektir. Her iki taraf için de söylüyorum. Mutlu bir cinsel hayat eşleri birbirine daha fazla bağlar. Başka insanla aldatma ihtiyacını minimize edecek (hasta insanlar hariç) Akşam işten eve hemen gitmeyi istetecek ve eşinize sarılmaya sizi sabırsızlandıracaktır. Mutlu bir cinsel hayat olmadan mutlu bir evlilik olmaz.
Kur’an’ın hiçbir yerinde Allah Hz. Muhammed için bu ifadeyi kullanmamıştır. Bazı meallere baktığımızda Muhammed peygamberin isminin yerine “Ey Habibim” ifadesi kullanılmıştır ki bu kesinlikle meal sahibinin keyfi tercihidir. Bilmeyen dostlarımız için açıklayalım Arapçada "Habib" kelimesi “Sevgili” anlamına gelir. Yani “Ey Sevgilim” tabirinin Allah tarafından Hz. Muhammed için kullanıldığını zanneden mükemmel bir kitle var. Fakat bu ifade din adamlarınca ortaya atılan bir yanlıştır.
Bu ifadeyi kabul etmemiz mümkün değildir. Çünkü Allah yarattığı bir kulunu sever desek bile bunu bir adım öteye geçirip âşık olur ya da sevgili olur noktasına vardırmak büyük bir hata olur. Çünkü âşık olan varlık aşık olduğuna muhtaç olur. Bu bir acziyettir aynı zamanda. Allah bunlardan münezzehtir. İhlas suresini anlamını bilerek okuyan biri Allah'ın sevgilisinin de olmayacağını bilir. "Ey sevgilim" ifadesini Allah'a atfetmek Allah'a iftira atmaktır. Muhammed peygamberi Allah'a denk bir makama oturtmaktır. Ayrıca ihlas suresinin anlaşılmadığını da kanıtlıyor.
Bazıları kalkıp ey cahil adam burada kast edilen “manevi aşktır” diyecektir. Ama bu da mantıksız bir açıklamadır. Çünkü “manevi aşk” kavramı tasavvufçuların icat ettiği anlamı ve kapsamı belli olmayan bir ifadedir. İçi boştur. Bu kavram ile neyi kast ettiklerini kendileri bile açıklayamazlar. Aşk ve bunun sonucunda oluşan sevgililik iki kul arasında gerçekleşen bir duygudur. Allah’ı da insanlaştırmaya çalışan tasavvufçular “Allah aşkı” vb.. süslü kavramlar kullanmaktalar. Bununla yetinmeyip bir kul ve insan olan Muhammed peygamberle Allah arasında özel bir ilişki türü peyda edip aralarında tuhaf bir sevgili ilişkisini olduğunu iddia etmekteler. Bunun sapkın bir argüman olduğunu ifade ettiğimizde sizin anlayamayacağınız düzeyde soyut bir sevgililiktir diyorlar. Soyut kavramlar kullanarak size anlamlı gibi gelen bu tür cümleler, Allah’ı insanlaştırma çabasından fazlası değildir. Hiçbir insan – Hz. Muhammed – dahil Allah için vazgeçilmez değildir. Allah ile bir kulun sevgililiğinden veya aşkından söz edilemez. Çünkü bu kavramlar Allah tarafından Big Bang’den çok sonra yaratıldı. Sonradan yaratılan bir duygu ve kavram Allah'ı kapsayamaz.
Halk arasında yaygın olan yanlışlardan biri de Allah için Tanrı kavramının kullanılamayacağıdır. Özellikle dini hassasiyeti olan Müslümanlar bu kavrama karşı tepkilidirler. Ancak bu Tanrı kavramının ne olduğunu bilmemelerinden kaynaklanır. Tanrı öz Türkçe bir kelimedir ve geçmiş çağlarda Tengri olarak kullanılmaktaydı. Arapça karşılığı ise “İlah”dır. Kur’an’da birçok ayette - Bakara 163, Nisa 171 gibi - Allah için ilah kavramı kullanılır. Hatta La ilahe illallah derken bile “Allah’tan başka ilah yok” demiş oluruz. Bu ifadeyi Türkçeleştirdiğinizde ise “Allah’tan başka Tanrı yoktur “ demiş olursunuz.
Nisa 171’de “Allah tek ilahtır” denilir. Türkçeye çevirdiğimiz zaman “Allah tek Tanrıdır” demiş oluruz. Şu halde bu kavramı biraz daha açıklayıp yazıma son vereyim. Ayfer bir kadın ismidir ve özel isimdir. Ayfer hangi varlık grubu içerisindedir sorusuna cevap olarak insan deriz. Allah özel bir isimdir. Peki Allah hangi varlık grubuna girer dersek Tanrı (İlah/Rab) deriz. Yani Tanrı özel isim değildir. Allah yerine de kullanılan bir kavram değildir. Bu yüzden Müslümanların bu konuda tedirgin olmalarına gerek yoktur. Tanrı’nın özel adı olan Allah ismini, her daim kullanmak istemeyen biri rahatlıkla Rab, İlah ya da Tanrı ifadesini kullanabilir. Biz Müslümanların Tanrısı Allah iken Yahudilerin Tanrısı Yehova’dır. Kürtler ve Farslılar ise İlah kavramı yerine xweda /Hüda kavramını kullanırlar ve bu Hüda kavramı türkçedeki Tanrı kelimesinin karşılığıdır. Hatta Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşında Hüda (Tanrı) kavramını kullanır. Yani Tanrı kavramını Tanrı'nın ismi niyetine kullanmıyoruz. Daha genel anlamı olan "yaratıcı" anlamında kullanıyoruz.
- Kur'an'a Göre Abdest Nasıl Alınır, Hangi Hallerde Bozulur?
- Salat-ı Tefriciye Nedir ? İslam’da Bir Karşılığı Var Mıdır?
- Kur’an’da Ramazan Bayramı Geçiyor Mu?
- Dinozorlar Niçin Kuran’da Geçmez? Kur’an İnsan Ürünü Mü?
- Aişe Validemiz Hz. Muhammed İle Kaç Yaşında Evlendi?
- Kur’an Kadınları Dövmeyi Emrediyor Mu? Nisa 34’ü Anlamak (Bölüm-2)
- Hz. İsa’nın Annesi Meryem Nasıl Hamile Kaldı?
- Hz. Muhammed Evlatlığının (Zeyd) Eşiyle Evlendi Mi?
- İslam Dininde 3 Defa Boş Ol Denildiğinde Boşanma Gerçekleşir Mi ? İslam'da Gerçek Boşanma Süreci
- Hz.Muhammed ve Sevr Mağrasındaki Yılan Hikayesi Doğru mu ?
- Ettahiyatü Şirk Midir? Peygamberimiz Namazda Ettahiyatü Duasını Okudu Mu?
- Kur'an'da Namaz Nasıldır? Namaz Hadisler Olmadan Kılınabilir Mi?