Arama Yap

  Allah Hariç Bir Varlığın Şefaat Yetkisi Var Mıdır ?

İlk önce şefaat inancı nedir ona değinmek istiyorum. Şefaat: bir kimsenin suçunun bağışlanması  ya da bir isteğinin yerine getirilmesi konusunda o kimseyle Tanrı arasında yapılan aracılıktır. Bu soruya gelince. Kur’an yıllar önce cevap vermişti zaten. Kur’an’ın bu konudaki açık cevabını gördükten sonra konuya devam edebiliriz.
 

"Hiç kimsenin hiç kimse adına hiçbir şey ödeyemeyeceği, kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği, kurtuluş akçesi alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği günün (dehşetinden) korunun!" (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ-BAKARA, 48)

"De ki: Şefaate (izin verme) yetkisi tamamıyla ve sadece Allah’a aittir: Gökler ve yerin mutlak otoritesi (de) O’na aittir: Sonunda sadece O’na döndürüleceksiniz." (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ-ZÜMER, 44)

"İşte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecek" (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ-MÜDESSİR, 48)

Şefaatle ilgili temel düşünceyi oluşturan ve diğer şefaat ayetlerinin önünü aydınlatıp onları anlamamızda bize rehber olacak ayetleri sıraladım.  Kur’an şüpheye yer kalmayacak şekilde, şefaat makamının yalnız ve yalnız Allah’a ait olduğunu başka hiçbir varlığın böyle bir yetkisinin olmadığını bize ifade etmektedir. Yukarda Zümer suresi 44. ayet  son derece açık. Bu yazıyı okuduktan sonra araştırmak isteyenleriniz olursa onlar için bir dip not vereyim. Kur’an’da şefaat konusu tam olarak 25 ayette geçmektedir. Bunlar 2:48, 2:123, 2:254, 2:255, 4:85, 6:51, 6:70, 6:94, 7:53, 10:3, 10:18, 19:87, 20:109, 21:28, 26:100, 30:13, 32:4, 34:23, 36:23, 39:43, 39:44, 40:18, 43:86, 53:26, 74:48 ‘dir. İlk verdiğim rakam sure numarası ikincisi ayet numarasıdır.

Şimdi konunun  özüne geri  dönelim. Bu kur’an  ayetlerinin, indiği çağdaki şefaat inancından başlayarak günümüze kadar gelen sürece bakalım. Yukarıdaki ayetler indiğinde o günün toplumunda şefaat inancı zaten vardı. Kur’an o günün insanlarında şefaat bilincini oluşturmaya çalışmıyordu. Zaten varolan  kusurlu şefaat inancını düzeltmeye çalışıyordu. Bu çok önemli bir nokta lütfen dikkatli okumaya çalışın. Peki neydi o zamanın şeffat inancı ? O günün insanları, taptıkları putları Allah ile aralarında bir şefaatçi olarak kabul ediyordu. Putlara niçin taptıkları sorulduğunda onlar bizi Allah’a yaklaştıran aracılardır diyorlardı. Aslında Hz. Muhammed bu çarpık inançla peygamberliği boyunca mücadele etti. Ama bilmem dikkatinizi çektiniz mi ? Bugünün insanları da aynı çarpık şefaat inancına sahip. Belki putları şefaatçi olarak görmüyor ama peygamberini, alimlerini, şeyhini, evliyasını vs.. şefaatçi olarak görüyor. Devirdikleri putların yerine yeni putlar yerleştiren insanımız aslında peygamberimizin yıllarca mücadele ettiği bir inancın pençesine düştü.

Niçin bir şefaatçi  peydahlama gereği duyar  insanoğlu?

Aslında bu kirli emeli her insan tasarlamaz. Ama tasarlayanların arkasına takıldıkları için onlar da sorumlu tutulacaklardır. Çoğu yazımda bahsettiğim ve her çağda, her toplumda var olan bir kurnazlar grubu vardır. Düşünsenize putları şefaatçi ilan edenler onun üzerinden para kazanıp güç ve servet elde edenler değil miydi. Putlar işlerine yaramasaydı onların gözünde sadece taş olurlardı. Bugün de durum farklı değil kendi şeyhini şefaatçi ilan eden müritler, toplumda saygın bir konuma yükseliyor. Hem kendi şeyhleri ,toplumda saygın bir konuma gelerek iktidar koltuğundan yararlanıyordu hem de müritleri. Bazen de takip ettikleri şeyhin böyle bir inancı desteklememesinden ötürü ölmesini bekliyor, o öldükten sonra da onu şefaat makamına yükseltiyor bu vasıtayla toplumda elde etmek istedikleri güce ve servete ulaşmış oluyorlardı. Peki servet ne alaka diyenleriniz olacak. Zekat ,sadaka ve bağışlar nereye gidecek sanıyorsunuz. Allah yolunda ömrünü vakfettiğini düşündüğü insanları baş tacı yapar saf Müslüman kitleler.

Ana konuya tekrar dönelim. Bazı şefaat ayetleri "illa"  istisna edatıyla gelen ve "ancak onun izin verdikleri müstesna" gibi bir karşılığı olan ibareler yukarıdaki ayetler ile çelişir gibi gözükmektedir. Ama aslında çelişmez. Çünkü bu tür ibareler Zümer suresi 44. ayetinin kılavuzluğuyla anlaşılmalıdır. Yazar Mustafa islamoğlu’nun bu konudaki yorumu isabetlidir. Ona göre izin verilecek şey "şefaat" değil  Allah’ın şefaatini "takdim etme", "bildirme iznidir". Tıpkı peygamberlerin Allah’ın insanlığa gerçek şefaati olan vahyi iletmeleri gibi. Ahirette Allah’ın şefaati en büyük ödüldür. O ödülü takdim ve tevdi etme izni verilenler de ödüllendirilmiş olurlar. Ödülün elinden alındığı kimse ödülün sahibi değildir. Ödülün yani şefaatin sahibi Allah’tır. (MUSTAFA İSLAMOĞLU)

Yazarın kast ettiği şeyi biraz daha somutlaştırmak gerek. Ahirette bir ödül töreni yapılacağını hayal edin. Organizasyon Allah’a ait. Ödüller onun adına dağıtılacak. Fakat Allah bizzat ödül dağıtacak değil. O yücelerin yücesidir. Bu yüzden ödül olarak verdiği şefaat plaketini hak eden kişiye vermesi için başka birine veriyor. Bu peygamber de olabilir başka bir insanda.  Şefaat Ödülünü Peygamberlerden birinin verdiğini varsayalım. Peygamber de olsa aslında ödüller çoktan Allah tarafından belirlenmiş sadece sahibine verilmesi için bekletiliyor. Peygamber şefaat ödülünü , ödülü kazanan insana takdim ettiğinde aslında şefaati peygamber vermiş olmuyor Allah’ın verdiği görevi yerine getiriyor. Böylece Allah hem ödülü vereni hem de ödülü alanı onurlandırmış oluyor. Herhangi bir insan peygamber dahi olsa birine şefaat edemez. Böyle bir yetkileri yoktur. Buna bir ayeti delil göstereyim.
 

"O, onların bildiklerini de bilmediklerini de bilir. Ki zaten onlar, O’nun hoşnut ve razı olmadığı hiç kimseye şefaat edemezler: zira onlar O’nun yüceliği karşısında derin bir saygıyla titrerler." (HAYAT KİTABI KUR’AN MEALİ-ENBİYA, 28)

Enbiya suresi 28. ayette açıkça vurgulanan tema,  Allah’ın olurundan geçmeden bir kimse şefaat ödülünü kafasına göre dağıtamayacağının delilidir. Dini bilgisi zayıf Müslüman kitleler Hz. Muhammedi kastederek  şefaat ya Rasulallah dediklerine  çok kez şahit olmuşumdur. Fakat sıkıntı şu ki: Hz. Muhammed’in şefaat yetkisi yoktur. O Allah ile bizim aramızdaki vasıta değildir. Tıpkı Mekke müşriklerinin putlara yükledikleri misyonu bugünün safları Peygamberimize yüklüyor. Şefaat bekledikleri Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor:

"Ey kızım Fatıma!, Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..."
(Müslim, İman,89, Hadis no:351)

Eğer peygamberimizde şefaat yetkisi olsaydı canı gibi sevdiği kızına bunu vaat ederdi.  Hatta kendi kızını geçtim kendisini bile diğer dünyada kendisini neyin beklediğini bilmediğini aşağıdaki hadisinde  belirtiyor.
Bir rivayete göre Osman b. Mazun öldüğünde, hanımı "Cennet sana mübarek olsun." manasına gelen bir ifade kullanınca, Hz. Peygamber ona ters ters baktı ve sonra da "Sen onun cennetlik olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu. Hanımı "Ya resulallah!  O senin süvarin ve arkadaşın idi." diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Vallahi ben, benim hakkında nasıl bir muamele yapılacağını bilmiyorum (diğer bir rivayette; ben Allah’ın Resulü olduğum halde, bana nasıl bir muamele yapılacağını bilmiyorum)" dedi.
Tabi hadis ne derece doğru bilmiyorum ama insanların yanlış şefaat inançlarını değiştirmesi için güzel bir örnek. İşin tuhafı ne biliyor musunuz? Bu verdiğim iki hadise inanan zümre ile peygamberin şefaat edebileceğine inanan zümre aynı. Körü körüne inanış çelişkileri görmelerini de engelliyor.
 

yukarı çık butonu