Arama Yap

  Cihat Toprak Fethi Mi Yürek Fethi Mi ?

Hz. Muhammed vefat etmeden önce tüm gücünü yürekleri fethetmeye adamıştı.  Asla saldırı ve savaş meraklısı olmadı. Mekkede müslümanların evlerini yağmalayıp ailelerine zarar veren Mekkelilere bile saldırı iznini vermedi. Bakara suresi 190. ayette  Allah saldırı (Bedir Savaşına) izni verinceye kadar Müslümanların sabırla beklemesini istedi.
 

"Size karşı savaş açanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat saldırganlık yapmayın! Allah saldırganlık yapanları sevmez." (QUR’AN- BAKARA,190)


Ayetin başlangıcını dikkatten kaçırmamak gerek. Ayette "size karşı savaş açanlarla" ibaresi önemlidir. Çünkü islamda saldırı savaşı yoktur. İlla ki savaş yapılması gerekiyorsa karşı tarafın açtığı bir savaş olması gerekir. Müslümanlar yalnızca kendilerini ,ailelerini mazlumları koruma adına kendileriyle girişilen bir savaşa karşı savaşma yetkileri vardır. Bugün yanlış bir algı Müslüman kesimlerin bilinç altına yerleşmiştir. O da cihat olgusudur. Müslüman kesimler işgal ile cihat’ı karıştırmakta son derece ısrarcı bir tutum sergilemektedirler. Halbuki biz peygamberden cihat’ın anlamı olarak yürek fethini anlamıştık. Peygamber vefat ettikten sonra cihat kavramının anlam merkezi kaydırıldı ve ilk anlamı olan " Yürek fethi " değiştirilerek "Toprak Fethi" şekline sokuldu. Elbette bunu yapanlar peygamberin dostu olanlar veya cihat aşığı insanlar değildi. Güç yani o zamanki değeriyle toprak aşkı olanlardı. Güçlüler ve kurnazlar güç elde etmek için islamı kullanmayı seçtiler ve bilinçsiz Müslümanların kulağına "bu bir işgal değil bu bir cihat" diye fısıldadılar. Bu durum sadece Müslümanlara özgü değildi. Güçlüler güç elde etmek için hristiyanlığı da kullanmış bilinçsiz hristiyanları arkalarına yığarak güya kutsal toprakları biz kafirlerden arındıracak ve bu cihat karşılığında cenneti hak edeceklerdi. İnsanlara mal,mülk,para ve servet için oraları işgal etmeye gidiyoruz deselerdi Haçlı Seferlerine katılımın o denli büyük olmayacağı kesindi. Güçlülerin dini yoktur. Onlar güce giden yolda her türlü kutsalı çiğneyecek yapıdadırlar. Onlar gücü takip eder. Bir bakarsınız Yahudiler güçlüyken onlardan yanadırlar, bir bakarsınız Hristiyanlar güçlüyken bunlar da Hristiyan olmuştur o da ne İslamiyet güçlüyken de bunları en dindar Müslümanlar olarak görürsünüz.  Bilinçsiz kitleleri gelin sizi Tanrı’ya götürüyoruz deyip bataklıklara sürüklerler. O insanlar bataklıkta batarken bunlar kafalarına basıp saltanat bahçelerine giderler. O insanların çoğu bataklıkta batarken güçlülerin bataklığı geçmek için kafalarına ihtiyaçları olduğunu anlamaları gerekirken Tanrı için battıklarını sanırlar. Cihat, tıpkı bu verdiğim misal gibidir. Bu kavramı kullanan efendiler kitleleri Tanrıya değil amaçlarına taşıdılar , taşıyorlar ve taşıyacaklar. Çünkü cahiliz. İşgal ile cihat arasındaki farkı toprak fethi ile yürek fethi arasındaki farkı göremiyoruz. Cihat, yürek fethiydi ve Allah’ın isteğiydi. İşgal toprak fethiydi ve insan isteğiydi.

Evet cihat saldırganlık ve işgalcilik değildir ama bir yanlışın kapılarını da aralamak istemem. Bu demek değildir ki bizim haklarımıza, fikirlerimize,umutlarımıza ve geleceğimize savaş açanlara karşı yumuşak olmalıyız. O tür gaspçılara  karşı geleceğimizi koruma  adına en sert savaş mücadelesini vermeliyiz. Bu mücadelede Mahatma Gandi gibi de yumuşak olmamalıyız. Gandi güçlü insanların bize dayattığı ve yücelttiği bir örnek. Gandi’yi örnek almamızı istiyorlar çünkü Gandi’ye göre işgalcilerle silahsız ve zararsız mücadele edilmeliydi. İşgalciler için Gandi’den iyi düşman bulunabilir mi? Onlarla haklarımızı tecavüzden vazgeçinceye kadar savaşmalıyız. Güçleri kırılıp bundan vazgeçince de Allah’ın dediği gibi "bu sefer sıra bizde" deyip biz saldırganlık göstermemeliyiz. Güçleri kırıldığı noktada artık bize yakışan merhamet ve adalettir.

Bakara 190. ayettin  sonunda Allah saldırı izni verirken bile ince bir ayar yapmayı uygun buluyor ve " fakat saldırganlık yapmayın! Allah saldırganlık yapanları sevmez" uyarısını hiç geciktirmeden veriyor. Çünkü bizleri tanıyor. Zaaflarımızın farkında. Bu uyarı  ne kadar acil ki Allah uyarıyı yapmak için başka bir ayeti beklemiyor ve direk izinin ardından bizde "Saldırı Ahlakı"nı inşa etmeye  çalışıyor. Saldırırken işgalci, yok edici, yakıp yıkan bir saldırıda bulunmamızı istemiyor. Kendimizi korumak için bile saldırdığımızda yıkmak için değil inşa etmek için, yok etmek için değil hakkını almak için saldırmamızı ve bunun ötesine geçmememiz için net bir ikazda bulunuyor. Peki bunun ötesi ne ? Elbette bunun ötesi işgaldir. Saldırganlık yapmayın ile işgalcilik yapmayın arasında anlamsal olarak bir fark görmüyorum. Peki Saldırganlık yapanlara karşı geçmişte bir tepki oldu mu ? Ya da Toprak fethi ile yürek fethi arasındaki ince çizgiyi görenler oldu mu ? Ömer’in halifeliğinde yaşanan bir olayı aktarmak isterim.
 

Filistin ordusu komutanı Amr.b.As tarih boyunca her cihangirin ve dünya devletinin ağzını sulandıran ve Afrikanın kapısı sayılan zengin Mısır’ı alma izni isteyen mektubunu yolladığında, Halife Ömer telaşlanmış ve yazdığı cevabı mektupta "Eğer bu mektup eline geçtiğinde Mısır’a girmemişsen kesinlikle girme ve geri dön" diye emir vermişti. Halifenin bu hassasiyetini iyi bilen ordu komutanı Amr.b.As mektup eline yolda geçtiği halde içerisinde yazılanları hissederek Mısır’a girinceye kadar açmamış  ve Mısır’ın fethini emri vaki olarak göstermişti. Yine Halife Ömer, Bahreyn’den iran’a kaçan asileri kovalama bahanesiyle iran imparatorluğunun topraklarını işgal eden bir komutanı şiddetli bir biçimde azarlayarak azletmişti. Bütün bu hareketlerin arkasında yatan sebep, bu fetihlerin bir insan ve yürek fethine dönüşmeyip toprak işgaliyle sonuçlanması korkusuydu. Amaç ne cihangirlik davası, ne ganimet sevdasıydı. Amaç insanla İslam arasındaki engeli kaldırmaktı. Halife Ömer, gönüller fethedilmeden toprakların ele geçirilmesi gelecek açısından kaygı verici buluyordu. Onun düşüncesi Mısır’ın İslamlaşmasıydı, iran’ın İslamlaşmasıydı. Bu da insana dönük fetihlerle gerçekleşebilirdi. Eğer böyle yapılmaz da toprağa dönük bir fetih anlayışı egemen olursa o zaman tam tersi olur, İslam mısırlılaşır ve İranlılaşırdı. Öyle de oldu. Ömer’in hassasiyetini taşımayan yöneticilerin yanlış fetih anlayışları Ömer’in korktuğu şeyin çok geçmeden başa gelmesine sebep olmuştur. (YÜREK FETHİ, MUSTAFA İSLAMOĞLU)


Yazar ,Ömer’in böyle bir kaygı taşıdığını düşünüyor. Fakat aklıma takılan bir soru sebebiyle ben öyle bir kaygıyı duyuyor olsa bile çok az bir his olduğu kanaatindeyim. Madem ki Halife Ömer böyle bir kaygı taşıyor daha sonra Mısırlılardan niçin özür dileyip kendilerine geri vermiyor. Böyle yapsaydı Allah’ı daha fazla hoşnut etmez miydi? "Komutan atadığım bu kişi işgal arzusunu cihat kılıfıyla yaptı. Kusura bakmayın" deyip geri çekilse Mısırlı halkın yüreğini fethetmiş olmaz mıydı? İçimizden bazıları şunu diyebilir: "O zamanın şartları öyle gerektiği için Halife öyle davranmıştır." Bu cümleyi son yıllarda çok fazla duydum ve inanın bu cümle kadar içi boş bir cümle daha bilmiyorum. Bakara 190 da " fakat saldırganlık yapmayın! Allah saldırganlık yapanları sevmez."  Ayeti açık değil mi? Ne yani Bu ayet indikten 15 yıl sonra şartlar değiştiği için bu ayet artık işe yaramaz mı diyorsunuz. Hatta bir arkadaşla sohbet ederken bana şöyle demişti " Fatih Sultan Mehmet devletin bekası için kardeş katlini caiz kılan fetvayı verdi. O zamanın şartları onu gerektiriyordu." Halbuki  Kur’an daki " Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkartmaya karşılık olmaksızın, haksız yere bir cana kıyarsa, bütün insanları öldürmüş gibi olur." (Maide,32) ayeti yeterince açık olmasına rağmen böyle bir düşünceye inanmasını aklım almıyordu. Biri çıkıp Ömer şu şu sebeplerden dolayı bu dediğini yapamadı deyip sosyolojik bir analiz yaparsa bunu elbet kabul ederim. Ancak Şu ne olduğu bilinmeyen şartların sebebi bilinmeyen bir etkenden dolayı o insan için farklı olması anlamsız bir bahane ve yapılan zülme kılıf bulmaktan başka bir şey değildir. Toparlamak gerekirse "Cihat" kendi davanda yüreklerin fethedilmesi için ortaya koyduğun bir ömürdür. Toprak işgali değildir.
 


yukarı çık butonu