Arama Yap
Görüntülenme 3,261
Yayın 03 Eylül 2018

Abdullah İbn Ömer anlatıyor "Peygamber, Beni Mustalık üzerine gece baskım yaptı. Onlar ansızın yakalanmışlardı. Hayvanları da su basında sulanıyordu. Peygamber, savaşabilir durumda olanlarını öldürttü; çocuklarını da tutsak olarak aldı. O sırada Cüveyriye'yi kendine seçti." (Bkz. Buhari, Kitabu'l-Itk/13; Tecrîd, hadis no: 1117 Müslim, Kitabul-Cihâd/1, ...
Görüntülenme 6,393
Yayın 01 Eylül 2018

Turan Dursun bir düşünürdür. İlk önce bunu belirtmem gerek. Fakat bir insanın düşünür olması onu hatasız ya da kusursuz yapmaz. Dindarlar nasıl kendi kutsalını savunduğu için bazı bilginleri yücelttilerse ateistler de kendi değerlerini savunduğu için Turan Dursun vb. insanları yüceltmiştir. Sanki İslam’ı ...
Görüntülenme 4,948
Yayın 23 Ağustos 2018

Bu yazıyı yazmaktaki amacım bu olay üzerinden İslam’a saldıranların yalanlarını ortaya dökmek ve genç Müslümanların kafalarındaki sorulara cevap vermektir. Bu noktada şu ayrımı iyi yapmak gerek. İslam düşmanları ile ateist, deist, agnostik, Hristiyan, Yahudi vs. inançları kast etmiyorum. Ateistlerin içinde kendi felsefesiyle ...
Görüntülenme 6,685
Yayın 22 Ağustos 2018

Bazı Sünnilerin iddiasına göre Arapça kutsal bir dildir ve cennette de Arapça konuşulacaktır. Hatta iddialarını bir adım ileri götürüp Âdem’in bile Arapça konuştuğunu iddia edenler olmuş. Bu iddia ilim adamlarının iddiası değildir. Bu iddia sanki İslam’ın iddiasıymış gibi kabul eden İslam karşıtları ...
Görüntülenme 3,422
Yayın 20 Ağustos 2018

Bu konuyu yazmama sebep olan iddiayı sizinle paylaşarak başlayayım. Ali İmran suresi yedinci ayetinde Allah "muhkem" ve "müteşabih" ayetlerden bahsetmektedir. Müteşabih ayetler iddiaya göre Allah’tan başka kimsenin anlamayacağı ayetlerdir. Çünkü ayet bunu söylemektedir. Kısacası Allah kendisinden başka kimsenin anlayamayacağı mesajlar bize göndermiştir ...
Görüntülenme 7,972
Yayın 12 Ağustos 2018

Ateistler ve Sünniler Ankebut 14’ü delil göstererek Nuh peygamberin 950 yıl yaşadığını iddia etmektedirler. Bu iddianın gerçek olup olmadığı hakkında düşüncelerimi delilleriyle beraber size sunmak istedim. Ayeti görelim.   Doğrusu Biz Nuh'u da kendi kavmine elçi göndermiştik: Nuh da onlar arasında -elli yıl eksiğiyle- ...
Görüntülenme 4,109
Yayın 11 Ağustos 2018

Allah’ın böyle bir emir verip vermediğini yazıda delillerimizle inceleyeceğiz. Önce iddaya konu olan ayetleri verelim sonra konuşmaya devam edelim   Derken çocuk babasıyla yürüyüp gezecek çağa eriştiğinde, (İbrahim) şöyle dedi: Yavrucuğum! Kendimi rüyada seni boğazlarken görüyorum; bir bak bakalım, sen bu işe ne dersin? ...
Görüntülenme 2,770
Yayın 01 Ağustos 2018

Muska, büyü veya nazar karşısında koruma yaptığı iddia edilen; Kur’an ayetleri, Arapça dua ya da Arapça normal yazılardan oluşan belge veya nesnedir. İslam’da muska denilen bir belge yoktur. Kur’an, muska ve etkilerinden hiç bahsetmez. Çünkü İslam’a ait olduğunu söylenen diğer birçok şey ...
Görüntülenme 2,403
Yayın 23 Temmuz 2018

Bu soruya günümüz Müslüman dünyası Halife Ebubekir bazıları Osman diyecektir. Ancak bu bir yalandır. Kuran’ı toplayarak Kitap haline getiren ebetteki Muhammed peygamberdir. Buna delillerimi aşağıda sıralayacağım ancak öncelikle Muhammed peygamber okuma yazma bilmiyordu iftirasına cevap verelim. Daha önceki yazılarımda Muhammed peygamberin okuma yazma ...
Görüntülenme 64,388
Yayın 15 Haziran 2018

Kur’an’da bayram var mıdır? diye interneti aratırsanız bir site karşınıza ya çıkıyor ya çıkmıyor. Çünkü dinimizin kaynağı olan Kur’an kimsenin umurunda değil. Bayram konusunda da aynı şekilde hadis getiriliyor, rivayet getiriliyor, dedikodular getiriliyor vs. Kur’an ayeti hariç her şeyi getiriyorlar. Sanki İslam’ın ...
Görüntülenme 3,120
Yayın 28 Ağustos 2015
güncellendi

Bu iddia’nın sebebi bazı müfessirlerin (Kur'an Bilimci) enbiya suresi 80. ayeti bu şekilde yorumlamalarından kaynaklanır. Özellikle bu ayetin böyle anlaşılmasının sebebi  Katade adlı islam bilginidir. Daha sonra gelen ekoller Katade’ye uymuşlardır. Şimdi  Katade’yi baz alanlara göre ayet şu şekilde:
 

"Biz Davud’a, sizi harbin şiddetinden korumak için zırh-elbise sanatını öğrettik. Şimdi siz (bundan dolayı) şükreder misiniz ? " (ABDULLAH AYDIN MEALİ-ENBİYA,80)

Fakat bir problem var. Eğer Katade’nin bu çevirisini kabul edersek tarihi bir hata yapmış oluruz ki o da şudur: Tarih bilimine karşı aykırılık. Çünkü tarihi veriler gösteriyor ki zırh yapımı  Davud  peygamberden çok öncelerine dayanır. Bunun ile ilgili deliller mevcuttur. Peki ayetteki hangi arapça kelime  zırh-elbise olarak geçiyor denilirse karşımıza lebüs kelimesi çıkar. Eğer lebüs kelimesini Katade’nin anladığı gibi algılarsak tarihi delil ve bilimle çelişmiş oluruz ki  Kur’an katiyen  bilimle ,tarihle çelişmez.  Şu halde lebüs kelimesi başka alimler (bilginler) tarafından nasıl yorumlanmış ona bakalım bu konudaki tefsir ve çevirisiyle iyi bir araştırma yapan Mustafa islamoğlu’nun araştırma notunu ve ayet çevirisini sizlerle paylaşmak istiyorum.
 

" Ve Biz ona, sizi korku ve zilletten  kahredecek her belaya karşı koruyacak (manevi ) savunma araçları geliştirmeyi öğrettik: Hal böyleyken siz ( gereği gibi) şükrediyor musunuz? " Lebüs, "giysi"  manasındaki libas ile aynı köktendir (Râzi). Ebu ubeyde bu kelimenin arap dilinde " tüm silahlar için " kullanıldığını söyler ve bir diğer büyük müfessirlerimizden Taberi de isim vermeden bu görüşe aynen katılır. Fakat tefsir geleneğinde sadece Katede’nin yorumuna dayanarak " Zırh " anlamı şöhret bulmuş ve yine Katede’ye ait " Hz Davud demir zincirlerden örülü zırhı ilk yapan kişiydi " yorumu standart yorum haline gelmiştir. Fakat tarihi bulgular Hz.Davud’tan çok önceleri zırh yapımının bilindiğini göstermektedir. Buradaki lebüs’un anlam alanı A’raf 26 daki libasu’t takvâ terkibindeki libas ile örtüşür. Buna göre ayet, Allah;’ın Davud’a mü’minlerini hem birbirlerine karşı duydukları korkudan hem de bilinmeyene karşı duydukları güdüsel korkulardan korunma yöntemini öğrettiğini ifade eder (Esed)
(Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur’an Tefsiri)


Kur’an daki kelimeler çok önemlidir. Bu yüzden ihtilaflı kelimelerde arap dilbilimcilere başvurmak körü körüne atalarımızın yorumlarını tekrarlamaktan daha sağlıklı olur diye düşünüyorum. O zaman yaşayan alimlerin kaynakları sınırlıydı. Bir kelimeyi anlamaya çalıştıklarında bugünkü gibi dilbilimcilere, kitaplara ,farklı görüşlere ulaşabilme imkanları çok zordu. Yani o zamanın bilgini diğer bir bilginle iletişim kurup uzmanı olduğu konuda bilgi alamıyordu. Bugün ise çoğu alimin düşüncelerine kolayca ulaşabiliyor kıyas yapabiliyoruz. Bugünkü bilgi çağı bize, o devrin bilginlerine  göre büyük avantaj sağlarken bir hastalığa yakalandık ki bu hastalık çağlar öncesi bilginlerden bile daha geriye götürdü bizi. O hastalık ne mi? Tabiki bilmek öğrenmek ,doğrusunu araştırmak , bilgide derinleşme ve bilgelik isteğinin artık çok azımız hariç hiçbirimizde kalmamış olması.

Görüntülenme 1,938
Yayın 03 Eylül 2015
güncellendi

19.yüzyılda söylenen şu söz doğrudur: " Din, halkların ölümden sonraki hayata bağladıkları ümit dolayısıyla bu dünyadaki mahrum, zavallı ve perişan durumlarına tahammül etmelerine sebep olan bir afyondur. Din afyondur " ve aynı şekilde 18.ve 19. yüzyıl aydınlarının ; " Din insanların boş ve anlamsız korkuların bir ürünüdür ve Din, feodalite dönemindeki kayırmanın, ayrımcılığın ve yoksulluğun bir ürünüdür  " sözleri de doğrudur ve gerçeği yansıtmaktadır. Ancak bu hangi dindir? (Ali Şeriati, Dine Karşı Din)

Din kavramına, inançlara sırt çevirenlerin büyük kısmı geçmişte ve günümüzde süregelen afyon dini yüzünden sırt çevirmiştir. Ali Şeriatin'in bahsettiği Afyon dini'nin kapsamı çok geniş. Bu sadece yapay hristiyanlık, yapay musevilik yada yapay islamiyeti kapsamıyor. İnsanı uyuşturan, ona diğer dünyada mutlu olmayı, hakkını almayı vadedip bu dünyadaki yaşamını kabul etmesini söyleyen her din için bu kavram geçerli. Musevilik ilk yayıldığı zaman yada isevilik ve islamiyet afyon dini değildi. Hatırlayın musa'yı ve dini tekeline almış firavun hanedanını. Musa insanları hareketlendirdi, uyandırdı, haklarını almak için ettiği mücadeleyi de hatırlayın. O yıllar Firavun hanedanının dini afyon diniydi. Yıllar geçtikçe afyon dini hastalığı cehaleti kullanarak museviliğe bulaştı. Nihayetinde Musa ve afyon dinine karşı olan mücadelesi unutulup gitti. Hz.isa'yı ve ilk isevi müslümanları da hatırlayın. Onların roma imparatorluğuna ve museviliği tekeline almış hahamlar ve onları körükörüne takip eden yahudilerle mücadelelerini. Hz. İsa da insanları Afyon dininden kurtarmak için harekete geçiriyordu. Yıllar geçti onun mücadeleside yitip gitti. Bu sahte din iseviliğe de bulaştı elbette bunu yaparken yine aynı silahı kullandı. Cehaleti. Nihayetinde Allah yeniden insanları uyandırmak ve bu sahte dinin etkisinden kurtarıp zekasını sürekli işleten bir toplum tekrar oluşsun diye Muhammedi gönderdi. Hz. Muhammedi ve mücadelesini de hatırlayın ki o hiçbir zaman insanlarla savaşmadı onun savaştığı şey sahte dinler,tanrılardı. Bir taraftan afyon dini ile mücadele ederken bir taraftan insanlara sürekli şuurlu olmayı,aklını kullanmayı, körükörüne itaat etmemeyi öğütlüyordu. Fakat insanoğlu ne vakit cehaleti seçse Afyon dini yine egemen oluyordu. Hz. Muhammedin vefatından çok geçmeden bu sahte dinin fitili yine ateşlendi. Allah kur'an da yaklaşık 600 ayette düşünün,düşünmüyor musunuz?, hiç düşünmez misiniz? gibi ifadelerle bizi sürekli akla, bilime, şuura davet ederken islamın sözde savunucuları düşünmeyin, koşulsuz itaat imanın şartlarındandır size yapılan haksızlıkların cezasını Allah mahşerde verecek deyip uyuttular. Belki afyon dini diğer  dinler gibi islama bulaşamadı   ama kesinlikle müslüman zihinlere hızla bulaştı. Netice artada haksızlığa karşı hiç sesini yükseltmeyen bir dindar toplum oluştu. Fakat afyon dini sadece ona inananlara zarar vermedi. İslamiyeti afyon dini sanıp ona mesafeli davranan nice insan bıraktı arkasında. Yani islamla insan arasına bir duvar ördü.

Görüntülenme 2,219
Yayın 06 Eylül 2015
güncellendi

Kendini yığın haline getiren bir millet payidar olamaz.
Tek kaygısı para olan bir yığın yaşayamaz.
Düşünceyi küçümsüyoruz, kitaba harcadığımız parayı atlar ile harcadığımızla
kıyaslayarak yerin dibine girmemiz gerekmez mi ? Kitap sevene kitap delisi diyoruz.
Kimseye at delisi dediğimiz yok. Kitap yüzünden sefalete düşen görülmemiş
At uğruna iflas eden edene . En güzel kitaplar bir kalkan balığı fiyatına, alan nerde ?
Kitap bileziklerin onda biri kadar. Beyefendilerimizle hanımefendilerimiz
arada bir okuma hevesine kapılırdı belki. Birçokları kitabı ucuz olduğu için almaz.
Düşünmez ki kitabın tek değere okunmasındandır. Domuzlar kutsal kitaplarla beslenmez.
(Cemil Meriç, Bu Ülke)

Görüntülenme 1,474
Yayın 09 Eylül 2015
güncellendi

Gerçekleri araştırmıyoruz , fikrimiz nerden olacak? Kemal tahir  tecrübeli bir hekim soğukkanlılığla teşhisi koyuyordu. “ Batılılaşma.. ” Batılılaşma hareketinin bir koluda sosyalist harekettir. Yani laiklik maiklik denilen maskaraların yanı sıra sosyalizmi biz tıpkı batılılaştırmacılarımızın batılılaşmayı aldığı gibi aldık. O zaman batıda büyük bir sosyalist birikim , fikir birikimi vardı. Her gelen dergi bize yeni fikirler getirecekti ve bizim , Batı’dan hiçbir farkımız olmadığı için, aynen kullanacaktık onları! Batı’da bizim için hazır fikir olmadığı anlaşılınca kıyamet koptu.. Zira biz gözü kapalı , Batıdaki fikirleri burada tekrar ediyorduk.. Dünyada bir tek sosyalizm var o da bilimsel sosyalizm diyorduk. Hala da bu lakırdıyı söyleyenler var bu ülkede. Müslümanlıkla sosyalizmin münasebetlerini Garaudy’den öğreniyorlar. Elli yılı kucaklayan sosyalist düşünce tarihimizde, Türkiye gerçeklerine yönelmiş iki tane makale bulmanın ihtimali yoktur; Batı’dan duyduğumuz bir iki basmakalıp düşünceyi tekrarlamaktan başka ne yaptık?  (Cemil Meriç)

             Çoğu ideolojiyi de usta fikir adamlarının dediği gibi batıdan olduğu gibi ithal ettik. Batılılar kendi koşul,mekan ve birikimlerine göre bir ideoloji üretirken, kendi sancılarına tedevi bulmak istiyordu. Biz ise üretemeyip tüketmeye alışık bir toplumuz. Fikir konusunda da aynı şeyleri yapıp batıdan ithal edip tüketmeye çalıştık. Ancak batılıların fikir birikimi bizde olmadığı gibi bizim sancılarımızın sebebi de onların sancılarından farklıydı. Her ülkenin, her bölgenin hastalığı aynı olamaz nitekim her bölgedeki yaşam biçimi,inanış,gelenek görenekler ve düşünce biçimi farklı. Bu farklılığı gözle görmeniz mümkün zaten. İnsan mutluluğu için ortaya çıkan bu ideolojiler yüzünden yüz binlerce insan rusya ve çin başta olmak üzere hayatını kaybetti. Çünkü bir ülkenin insanlarına ilaç olabilecek fikir başka ülkenin insanlarına zehir olabilir, oldu da. Batı bu ideolojilerin eksikliklerini ve insan hayatına uygun olmadığını bile kanlı tecrübelerle öğrendi. Bu tecrübelerin üzerinde binlerce masumun kanı vardı. Biz yine her zamanki gibi bu tecrübeleri bile olduğu gibi aldık. Batı o fikir için " olmadı,uygun değil " dediği için biz de olmaz dedik. Ugun olmadığını anladığımzdan değil.
 

Görüntülenme 1,527
Yayın 13 Eylül 2015
güncellendi

İnsanlar sloganla güdülmez. Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet kitaptan değil kitapsızlıktan korkmalıyız. Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve Türkiyenin  kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek işte, en doğru yol. (CEMİL MERİÇ)

         Meriçin cümlesine eklenecek her kelime o güzel tarifini tahrif etmekten öteye geçmeyecektir. Lakin birkaç kelime de olsa meriçin cümlesini açmak istiyorum. Toplum olarak öğrendiğimiz basmakalıp düşüncelerin ötesine geçmek mümkün olmadı. Saygımız olmadı başka fikirlere. Düşman olduk yenilere. Nitekim insanoğlunun varoluşuyla aynı tarihe sahiptir bu özelliklerimiz. Atalarımızdan, çevremizden gördüğümüz fikirler mutlak hakikat oldu hepimiz için. Çoğunluk bir düşüncenin arkasından gittiğinde o düşüncenin mahiyetini sorgulamadık. Sorgulamadık çünkü çoğunluk yanılamazdı. Birkaç kişinin marjinal (aykırı, farklı) fikirleri mi doğru olacaktı ? Farklı fikirleri tartışmak bile bir lüks bu ülkede. Duymaya bile tahammülümüz yokken. Tahammülümüzün olmamasının gizli birkaç sebebi var. Ya o fikirlerden etkilenirsek ? Ya bizim kendi kabülümüz olmayan, araştırıp irdelenmemiş, temeli olmayan fikir dünyamızı sarsarsa? Bize yeni sorumluluklar getirirse ? Tüm bunlar olacağına  hiç duymamak daha iyi bir karar değil mi fikir tembeli bizlere.  Düşünmek zahmetli iştir. Araştırmak, en hakiki bilgilere ulaşma çabası aydınlık yolun karşımıza çıkan dikenleridir. Hal böyle iken çevremizden hazır olarak aldığımız fikirlerin üzerine konmak, daha doğrusu emeksiz fikirler insanların işine gelmez mi ? Oysa fikir işçisi olsak ve fethetmediğimiz hiç bir bilgiyi doğru kabul etmesek, sürekli yeni fikirleri dinleyip kendi düşüncelerimizle kıyaslasak ve daha güzelini alsak. Kendi fikirlerimizde de sağlam olmayan kırıntılar olacağını kabullenip kendi çürüklerimizde ısrar etmesek.  Bilgileri, araştırmaları, sorgulamaları, tecrübeleri el emeğimizle kazansak nasıl olur. Helal kazancın tadını başka ne verir ki?

Cemil Meriç düşünmemekte ısrar, düşüneni inkar sloganını hayat felsefi yapanlara karşı bir çözüm öneriyor. Okumak. Ne önerdiğini kendi kaleminden göstereyim sizlere.
 

"Kitap zekayı kibarlaştırır. Hassasiyetimizle düşüncemizi ancak kendi içimizde, zihni hayatımızın derinliklerinde geliştirebiliriz. Ama zekanın tavırlarını efendileştirmek için okumak zorundayız."


 

Görüntülenme 30,743
Yayın 19 Eylül 2015
güncellendi

Hikaye şöyle kurgulanmış: " Gece karanlığında Sevr Mağrasına vardılar. Mağara; haşerat ve vahşi hayvanların yuvası idi. Sıddıkı Ekber ( Ebubekir) içeride Allah resulüne zarar verebilecek yılan ve akrep gibi hayvanların olabileceğini hesap ederek kainatın fahrinin oraya girmesine gönlü razı olmadı:
- Ey Allah'ın Resülü ,dedi. Allah aşkına ben girmedikçe, sen girme! eğer içeride zararı dokunacak birşey varsa onun zararı sana dokunmadan bana dokunsun.
Mağaradan içeri süzüldü.. Elleriyle yerleri yokladı, düzenledi ufak tefek taşları bir kenara attı. Bu arada mağaranın bir köşesinde bir delik buldu. Elbisesinden bir parça yırtıp orayı tıkadı , geri kalan kısmınıda ayaklarını dayadı ve seslendi:
- Ey Allah'ın Resülü ,buyurunuz! 
Nebiler nebisi içeri girdiler..(s.a.v) mukaddes başını , cihanın en büyük peygamber dostu ve en şiddetli hak sevdalısı Hz. Ebubekir'in kucağına koymuş, gözlerini yummuş: ' gözlerim uyur kalbim uyumaz ' dediği uykusundalar. İşte o an mağaranın deliklerinden birinde küçük bir yılan başı göründü.. Hemen çıplak ayağı ile deliği tıkadı. Hz Ebubekirin ayağına yılanın zehirli dişi girip çıktı. Cihanı sıddık'ı acıdan yandı, ta yüreği kaynadı. Fakat Allah'ın Resülü uyanmasın diye hiç kıpırdamadı. O kadar yandi ki, gözlerinden iplik iplik yaş boşandı ve şıp şıp alemin fahrinin yüzüne damladı.. Nebiyi muhterem uyandılar:
- Ne oldu sana ey Ebabekir?
-Ayağımı birşey soktu ama beis yok siz rahatınıza bakınız. Kainatın efendisi oraya tükürüklerinden sürdüler ve acıdan yanan ayak birden şifaya kavuştu. " (M. Necati Bursalı)
 Vurguladığımız bu rivayet hiçbir muteber kaynakta yer almamaktadır. İbn Hacer'in el isabe fi Temyizis-sahabesi gibi kendi alanının ikincil ve daha aşağı derecedeki kaynaklarında bile sadece şu cümle bulunmakta;
" Resulullah'la ebubekir hicret günü sevr dağındaki mağaraya ulaşınca Ebubekir ona dedi ki: Ya Resulullah sen bekle, ben içerisini temizleyip düzenleyeyim"
(Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed)

İslamoğlunun kitabındaki araştırmalarını siz de okudunuz benim gibi. Hadisler konusunda kur'an ve akıl ikilisine başvurmak en doğru yoldur. İslam, mazisi yalan ve efsanelerle doldurulmuş yollardan biridir. Bu yüzden dikkatli olmak herşeyi körükörüne kabul etmemek gerekir. İslam  efsanelerle sarılmış kabuğunu kırdığınızda özünde harika bir rehberdir. O kabuğu kırıp özüne ulaşma çabası her hakikat perestin davası olmalı. Diyebilirsiniz ki bu efsaneler, mucize hikayeleri islam'a ve Hz. Muhammed'e bağlılığı arttırıyor bu yüzden inanmayı seçiyoruz. Fakat bu dediğiniz islama körükörüne bağlı biri için doğrudur. Ya araştıran, sorgulayan, eleştiren, gerçeği hikayelere tercih edenler ne olacak ? Onlar islam'ın çevresini kaplayan bu hikayeleri islam sanıp islamdan uzaklaşacaktır. Çoğu insan benim gibi mucize hikayelerini saçma bulur. Gerek de yok zaten. islam'ın mucizeye , efsanelere ihtiyacı yoktur. İslam'ın özü insanlar için gayet güzel ve yeterlidir zaten. İlla da mucize arayan, mistik bir gizem dini arayan insan islam'ın özünde istediğini bulamaz. Mistitizm islamda yoktur. Allah sanki islamı eksik göndermiş gibi davranan müslümanlar islam daha fazla ilgi görsün diye ekledikçe eklediler. Ya bilinçli olarak islama zarar vermek için yada cahilin iyi niyetinden. İslam ilgi görsün diye mistik hikayelere başvuran bir müslüman Allah'a karşı yanlış bir tavır sergilemektedir. Niye mi çünkü Allah'a "sen eksik gönderdin çok mantıklı ve sade gönderdin bunlar olmaz biraz da mucize katalımda daha mistik bir havası olsun" demektedir. İslam Allah'ın ürünüdür bu yüzden mükemmeldir. İnsanların her eklemeleri o mükemmeliyeti bozuyor çünkü insan kusurludur ve elbetteki o kusuru eklediği dine de bulaştırır. İnsanlık mazisi buna kaç kez şahit oldu. isevilikte, musevilikte ve nicesinde
 

Görüntülenme 1,986
Yayın 24 Eylül 2015
güncellendi

"Olağanüstü üzerine diretip Kur'an mucizesini ısrarla görmek istemeyen cahiliyenin bedevi aklı " Ona rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? " (29-50, Quran) şeklinde işliyordu. Bu akla tokat gibi bir cevap geliyordu " Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi ? " (29-51, Quran) Cahiliye aklının akleden kalbe değil efsaneye dayandığının en güzel delili cahiliye edebiyatı idi." (Mustafa İslamoğlu , 3 Muhammed)

Cahiliye aklı efsaneye çalışıyordu bu doğru. Fakat bugünkü müslümanların aklı neye çalışıyor ? Cahiliye insanlarının düşünce tarzlarını araştırdıkça karşıma çok garipsediğim bir sonuç çıktı ki o da onlara ne çok benzediğimizdir. Onlar peygamberden tuhaf mucizeler bekliyor bunu yapması halinde ise ona inanacaklarını iddia ediyorlardı. Elbette Kur'an da geçen bir ayette Allah onlara o istediği mucizeleri göstersek de onlar yine inanmayacak diyerek buna gerek duymadığını belirtiyor. Değil mi ki o geleceği de bilir. Bu bilgisini kullanarak bize olacakları haber veriyordu. Aklımızın çalışma şekli Cahiliye aklına benziyor dedim peki neden ? Tıpkı onlar gibi bizim de mucize'ye ihtiyacımız varmış gibi peygamber hayatına hiç olmamış birçok mucize ekledik. Ay'ı ikiye yarması, hayvanlarla konuştuğu, gelecekle ilgili aşırı bilgi sahibi, dünyadaki tüm lisanları bildiği gibi vs.. arttırılabilir. Acaba tıpkı cahiliye dönemindeki gibi bizim de mi mucize ihtiyacımızdan kaynaklanıyor bu durum. Halbuki Kur'an da Allah açıkça mucize olarak Kur'an yeter diyorken. Allah'a göre Kur'an dan daha fazlasını isteyen  kişi kötü niyetten öteye geçmek istemeyen kişidir ve zaten nekadar mucize görse yine tatmin olmayacaktır. Nitekim peygamber cahiliye devrinde o istedikleri mucizeleri yapsaydı ona bu sefer de sihirbaz ve kahin demeyecekler miydi ? Ayrıca şu konudan da bahsetmek istiyorum. Yukarıdaki ayette müşrikler mucize beklentilerini dile getiriyor. Eğer gerçekten bazı islami kaynaklarda geçtiği gibi peygamber Ay'ı ikiye bölse , tüm lisanları konuşsa vb.. mucizeleri gösterdiyse Kur'an neden müşriklerin bu beklentisinden bahsediyor ? Biz peygamberin hayatından biliyoruz ki müşrikler peygamberi büyücülükle suçlamalarının sebebi böyle mucizeler göstermesi değildi. Tek sebebi vardı o da şuydu: insanlar özellikle gençler arasında islam öyle hızlı yayılıyordu ki çocuklar anne babasını bırakıp Hz. Muhammed'e koşuyordu. Müşrikler de Peygamber'e ithafen " O baba ile oğulun, Anne ile oğulun arasını açıyor onlara sihir yapmış olmalı " diyorlardı. Elbette ki bu sevgiyi sihir olarak nitelendirselerde onlar da dediklerine inanmıyordu. Gerçekten peygamber sıradışı mucizeler göstereydi onu kesin olarak büyücü olarak nitelendireceklerdi fakat tarihi veriler gösteriyor ki onu sihirle suçlayacak birşey görmedikleri için " Çocuğu ailesinden koparıyor " gibi bir söyleme dayanıyolardı çaresizce. Bana göre insanlar'ın peygamberimize olan bu denli şiddetli sevgisini ve bağlılığını anlayamıyorlardı. Çünkü daha önce bu denli bir sevgi ve bağlılık görmüş değillerdi.
 

Görüntülenme 1,841
Yayın 29 Eylül 2015
güncellendi

"Mızraklarının ucuna Kur'an sayfalarını asarak kendilerine kalkan yapanlar lat ve uzza uğruna peygamber'e karşı koyan Kurayşliler değildi. Eski biçimini o şekilde koruyamadığı için içeriden sızıyor ve Kur'an'ı mızraklara takıp Ali'yi , dolayısıyla Muhammed'i deviriyor. Yani kısa bir süre içinde şirk dini; islam dininin kılığına girerek Peygamber ailesinin hilafeti adıyla ve anayasası sözde kur'an olan bir hükümet adıyla tarihte yönetimi ele geçiriyor. Halife cihada ve hacca gitse de yine de hakim olan din, şirk dinidir." (Ali Şeriati , Dine karşı Din)

Bildiğiniz üzere Suriye valisi Muaviye bin Ebu Süfyan, Ali'nin halifeliğine itiraz etmiş sıffın savaşında çarpışmış yenilincede kur'an ayetlerini mızraklarına geçirmişti. Böyle yaparak aramızdaki savaşın neticesi hakkında Allah karar  versin demeye getiriyordu. Ali bu durumu saçma bulup savaşı devam ettirmek istesede ordusu henüz  yeni müslüman olmuş gruplarla ve aşırı radikal dindarların etkisi altındaydı. İslam'ı tam olarak anlayamayan bu radikaller ile islam henüz boğazından aşağı inmemiş yeni nesli Muaviye'nin hakem kararına uymayı teklif etti. Tabi ki Ali'yi de buna mecbur bıraktılar. Şeriati durumun analizini yukarıda yaptı ve islam kisvesi altında şirk dinine geçiş sürecini anlattı şimdide kendisinden şirk dininin amacını dinleyelim:
 

" Ben, hem ibrahimi dinde hem de şirk dinlerinde Allah'a atfedilen tüm isim ve sıfatları birbiriyle mukayese ettim ve şu neticeye vardım: Halkın korkusunun ve cehaletinin ürünü olan din, şirk dinidir. Peki neden ? Zira müşrik dindarlar, yani şirk dininin tebliğcileri; halkın uyanmasından, bilinçlenmesinden, alim olmalarından ve vaziyeti farketmelerinden korkuyorlar. Halkın sadece sıradan ve herzaman ki sabit bilgilere sahip olmasını ve bunun da kendi tekellerinde olmasını isterler. Neden mi ? Çünkü halkın ilmi seviyesi arttıkça, şirk dini yok olacaktır. Zira şirk dininin koruyucusu cehalettir. Dolayısıyla halk uyandıkça, halkın itiraz ve eleştiri ruhu geliştikçe, halkın idealleri ve adalet talebi arttıkça,şirk dini sarsılacak ve yıkılacaktır. Çünkü bu din, tarih boyunca mevcut durumu koruyup kollamıştır. " (Ali Şeriati , Dine karşı Din)

Size Ali Şeriati'nin bu yazılarını sunmamın tek bir sebebi var o da Muhammed'in getirdiği islam ile bugün inanılan islam'ın arasındaki farkı sizlere gösterebilmek ve bugün bize islam adı ile sunulan dini terkedip Allah'ın gönderdiği islam'ı bulma yolculuğuna çıkma. Şunu unutmayın Ali'den sonra islam'ın rengiyle kendi renklerini değiştirenler oldu. İslam'ın rengini hiç görmeyen nesiller, aradaki farkı göremediler. Fakat o rengin bu renk olmadığını söyleyenler sayesinde doğrusunu araştırma imkanını Allah bize sundu. Allah nasıl mı sundu ? Tabiki bize düşünme, araştırma, şüphe yetilerini (yaratırken) vermesiyle. Nihayetinde Muaviye islam Halifesi değil Emevi devleti'nin ilk kralıydı.

Görüntülenme 2,366
Yayın 30 Eylül 2015
güncellendi

Konuşmak insanoğluna verilen en büyük hazinelerden. Bazen hakikatleri okuduğumuz kaynaklardan değil karşımızda fikir alışverişi yaptığımız insandan öğreniriz. Tabi bunun olması için karşı tarafla fikir alışverişinde bulunma yetimizin olması gerek. Ve de dinlemeliyiz. Bir konu hakkında bilgi alışverişi yaparken genellikle bilgi verişi yapmaya çalışıp alış kısmına gerek duymuyoruz. Çoğu tartışmamda karşı tarafın sadece bilgisini bana kabul ettirme amacından öteye gitmediğini gördüm. Bu hatayı ben de yaptım fakat çok azını farkettim. Çünkü insan kendi hatasını görmek istemez yada dikkat etmez. Konuşulurken dinlemek en büyük fazilet. Tartışma ahlakına sahip olmanın insanda yarattığı etkiyi Cemil Meriç'in kaleminden size sunma gereğini duyuyorum:
 

" Münakaşa eden iki insan, aynı graniti yontan iki heykeltraş, hakikati arayan iki yol arkadaşı. Hedefi, tahrip değil, terkiptir bu kavganın. Mağlubun muzaffer olduğu tek yarış, yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir. Parçadan bütüne, karanlıktan aydınlığa geçiş " (Cemil Meriç)

Meriç'in bahsettiği münakaşa'yı ben görmedim. Heralde olması gerekeni söylüyor. Ama yinede herşeye rağmen karşı taraf bu düstur'a sahip değilse bile bizim bu düstur'u ilke edinmemiz gerek. Konuşurken karşı tarafı tahrip etmeye çalışmakla geçmemeli münakaşa. Ne güzel ifade ediyor meriç :" Yanıldığını kabul etmek, yeni bir hakikatin fethiyle zenginleşmektir." Evet eğer bu münakaşayı kaybedip  yanıldığımızı kabul edersek hakikati bulmuş olacağız. Hep en doğruya ulaşma çabası olan biri için daha güzel ne olabilir?

Görüntülenme 4,093
Yayın 02 Ekim 2015
güncellendi

Çoğu insanı'ın merak ettiği bir konudur. Ben de zamanında çok merak ettiğim için araştırmıştım. Gerçekten bir insan Allah'ı görebilir mi diye kafa yormuştum. Çünkü camilerde verilen vaazlarda din görevlileri peygamber Allah'ı gördü diye hutbe veriyorlardı. Bir dipnot düşmek isterim ki islam da hristiyanlık, yahudilik ve diğer bazı inançlarda olduğu gibi din işleri ile ilgili bir görevli sınıf yoktur. Dolayısıyla din görevlisi yada ruhban sınıfı yoktur. İslam'a göre her insan Allahlı bir hayat inşa etmekle mükelleftir. Şimdi müminlerin annesi Aişe bu konuda ne demiş Mesruk b. el Ecda'dan dinleyelim.
 

Bir gün Aişe'nin yanında oturuyordum. Aişe dedi ki: " Ey Aişe'nin babası ( Mesruk). Üç şey var ki, kim bunlardan birini söylerse, Allah'a iftiraların en büyüğünü yapmış olur. Ben nedir onlar? dedim. O cevap verdi. Kim Muhammed rabbini gördü derse, o kimse Allah'a en büyük iftirayı etmiş olur. Ben yaslandığım yerden doğruldum ve dedim ki: Ey müminlerin annesi ! Dur bakalım, öyle acele etme, " Allah Ve onu apaçık ufukta görmüştü " (81:23) "Ve onu bir kez daha gördü" (53:13) " buyurmuyor mu ? Ayşe dedi ki: Bu soruyu bu ümmetten Resulullah'a ilk soran benim. Resulullah ise "Gördüğüm sadece Cebraildi. Onu yaratılmış olduğu asli suretinde bu ikisi dışında hiç görmedim. Onu muhteşem yapısıyla, gökle yer arasını bütünüyle kaplamış olduğu halde gökten iniyor gördüm" diye cevap verdi. Hem sen Allah'ın şöyle buyurduğunu işitmedin mi? " Hiç bir beşeri görüş ve tasavvur onu kuşatamaz, fakat o her türlü beşeri görüş ve tasavvuru çepeçevre kuşatmıştır. Yalnızca odur herşeye nüfuz eden herşeyden haberdar olan" (6:103) ve yine sen Allah'ın şu kelamını işitmedin mi? " Allah bir beşerle başka bir yolla değil, ancak vahiyle yada bir perde arkasından yada elçi göndererek konuşur ve dilediği kimselere izniyle vahyeder. Çünkü o çok yücedir hikmet sahibidir " (Şura,51) Aişe devam etti: Kim rasulullah'ın Allah'ın kitabından bir şeyi gizlediğini zannederse o da Allah'a en büyük iftirayı atmış olur. Yine kim Muhammed yarın ne olacağını bilir diyorsa, şüphesiz o, Allah'a büyük bir iftirada bulunmuş olur. Çünkü Allah şöyle buyurmuştu. " De ki Göklerde ve yerde olan hiçbir kimse gaybı bilemez: yalnızca Allah bilir " (Neml ,65) "

Hz Aişe'nin zekasına hayran olmamak elde değil sadece Kur'an üzerinden olayın sağlamasını yapıyor. Bir olaya cevap verirken hep  Kur'an ayetini tüm mantıklı yönüyle ortaya seriyor. Aişe Kur'anı islamoğlunun deyimiyle akleden kalbiyle okuyordu. Bizim gibi hatimler bitirmek için değil. Aişe Hz. Muhammedin Allah'ı hiç görmediğini ifade ediyor ve Allah bir beşerle başka bir yolla görüşmez diyen Şura suresinin 51. ayetini örnek gösteriyor. Bence görüşünde hayli isabetli de davranmış oluyor. Sizlere sadece şunu söylemek istiyorum konu Hz. Muhammed  olunca çok hassasız mantıklı değil duygusal düşünüyoruz. Ona olan sevgimiz yüzünden onun olağanüstü şeyler yaptığına inanmak istiyoruz fakat bunu yaparken yaşamadığı birşeyi yaşamış gibi göstererek ona iftira atmış olmuyor muyuz. Bir cami hocası bana ben hüsnü zan (İyi niyet) ediyorum demişti. Fakat hüsnü zan ne zamandan beridir yaşanmamış olayları yaşanmış gibi göstermek oldu ? Ben sizinle açıkça konuşacağım. Bir yaratılmış kişinin yaradanını  görebileceğine inanmıyorum. Birçok sebebi var böyle düşünmemin dilim döndüğü kadar ifade edeceğim. Fakat inanın Allah'ı çok kez kendimle konuştum ve onu konuşacak kelimelerimizin olmadığını anladım. Onu bırakın tanımayı onun hakkında konuşmak için bile kavramlar yetersiz. Çünkü bizim kelime hazinemiz yaratılmış canlılar üzerine kurulu. İlk olarak şöyle başlayayım o zaman biz müslüman olarak Allah'ın sonzuz büyüklük ve güçte olduğunu düşünüyoruz. Yani muhteşem kusursuz bir enerji bir potansiyel. Kusura bakmayın Allah tabi ki enerji değil enerjiyi de o yarattı ve o yarattığı hiçbirşeye benzemez. Fakat sizle Allah'ı konuşurken böyle insani terimler kullanmaktan başka çarem yok siz bu kavramları soyut olarak düşünün. Allah sonzuz bir güç ise bir beşer nasıl Allah'ı görebilecek güçte,potansiyele varabilirki ? Hz. Muhammed bile olsa biz sınırlı ve aciz varlıklarız gözle bile göremediğimiz virüsler bizi öldürebiliyor. Değil mi ki Nemrudu öldüren bir sivrisinekti. Burnundan girmiş beynine kadar ilerlemiş ve dünyadaki varlığının sonu olmuştu. Bu kadar zayıf olan bizlerin zayıf ve kusurlu olan gözlerimiz nasıl onu kapsayacak. Daha bilimsel olarak sabittir ki gözümüz sadece belli frkeans aralığındaki renkleri ayırt edebiliyor. Ya gerisi peki ? Renkleri ayırt etmekten aciz olan eşi benzeri olmayan Allah'ı nasıl görebilir. Eminim ki bazılarınız bunu okuyup peygamberin normal gözüyle değil kalp gözüyle onu gördüğünü söylüyordur. Fakat netice bir. Yinede bir insan'ın kalp gözü varsa bile o kalp de o kalbin içindeki gözde kusurlu ve sınırlıdır. Allah'ı kapsayacak güçte olamaz.  Biz Allah'ın gücünü küçümsüyoruz galiba. Allah yaratılmamış, hep vardı. Biz insanoğlu olarak yaratılmamış hiçbir varlık görmedik ki. Hep başından beri var olan ve hep var olacak bir varlık kimsenin karşısında duramadığı bir varlık. Ve ne istiyorsa sadece "ol " dediğinde oldurabilen varlık. Nasıl böyle bir varlığı kapsayacak kalp gözümüz. Düşünün bir şehire kuşbaşı baktığınızı. Bir insan ne kadar büyüktür sizce. Bir karınca kadar bile değildir. Peki bir ülkede,dünyanın dışından yada  samanyolu galaksisinin dışından nasıl görülür insan. Ve düşünün ki insan daha uzayın sınırına bile vakıf olamadı. Bu derece büyük uzayda nasıl görünür insan. Ben söyleyeyim varlığı bile görülmez o derece küçük zayıf ve aciz. Allah'ın büyüklüğü ve gücü ile uzay'ı kıyas bile edemeyeceğim malumunuz. Zaten uzay'ı bile Allah yaratmadı mı? Tabirimi yanlış anlamayın fakat Allah'ı görmek için Allah kadar güçlü olmak gerekir. Allah'ı görmek için Allah olmak gerekir. Bu tabiri Allah'ı görmenin imkansızlığını ifade etmek için kullanıyorum. Matematiksel olarak ifade etmek gerekirse alt küme , üst kümeyi kapsayamaz. Varlık olarak farklı mahiyet de olduğumuz için peygamber dahi olsa Allah'ı görmesi kanımca mümkün değil. Çünkü Allah yarattığı hiçbirşeye benzemediğini kendisi ifade ediyor. O halde canlı varlığın atom'dan oluştuğu gibi Allah atom'dan yada enerjiden oluşmaz. İnanın onun kudretini bile anlatacak kavramlar yok insan lisanında. Said nursi'nin bir örneğini size vereceğim. Diyor ki: eğer bir sobanın aklı olsa yaratıcısı hakkında şöyle düşünür. Bir borusu var, gaz çıkar o borudan içinde yanan kömür ve odunlar var , demirden oluşur vs.. Mükemmel bir tasvir. İnsan da aynı hatayı yapmış tarih boyunca yoksa tamamen insanın aynısı olan zeus ve diğer tanrıları nasıl hayal ettik. İnsan ürünü tanrı anca o kadar olacaktı. Kulakları, burnu, iki gözlü yada tek gözlü vb.. tıpkı bizim gibi.
          Bu yüzden ateistlerin neden Allah'ı göremiyoruz bize kendini gösterse inanırdık hemen demelerine hiçbir zaman anlam veremedim. Demek ki hala Tanrı'nın zeus'un boyunda birşey olduğunu hayal ediyoruz ki onu görmek istiyoruz. Bu Allah'ın gücünü hala yeterince idrak edemediğimizin göstergesi değil midir ? Bazı müslüman kesimler de imtihan dünyası o yüzden göremiyoruz. Onu görsek imtihanın anlamı kalmaz diyor. Cennette onu göreceğiz diyor. Bu şunu gösteriyor sadece ateist değil müslüman da Allah'ın kudretini yeterince idrak etmiş değil ki cennete onu görebilecek güce ulaşacağına inanıyor.  Allah için sonsuz kavramını kullanmayı bile istemiyorum çünkü sonsuz insan lisanından bir kavram ve sonlunun biraz daha belirsiz türünü ifade ediyor. Fakat Allah sonsuz herneyse ondan bile çok daha üstün. Allah kur'an da bize hitap ederken bile olayı bizim lisanımıza indirgeyerek anlatmaya çalışıyor. Biz anlayalım diye yapıyor elbet ama kendi özelliklerini anlatırken bizim lisanımızın onu anlatmadaki acizliğini görüyorum. Örnek vereyim sizlere Allah birşeye ol derse o hemen oluş sürecine girer ayetlerinde Allah gücünün sınırsızlığını ifade ediyor. Fakat burada anlatmak istediğinin Normal bir cümle olarak "açıl susam açıl" daki gibi bir hitaptan sonra olur demek istemiyor. Orada mecazi bir ifade kullanıyor. Yoksa Allah'ın birşeyin olması için "ol" sihirli kelimesine bile ihtiyacı kalmadan o hemen oluyordur.

yukarı çık butonu