Arama Yap
Görüntülenme 2,558
Yayın 25 Mart 2019

Halkımız arasında yaygın olan inançlardan biri de erkeklerin altın yüzük takmalarının ve ipek giymelerinin haram olduğudur. Buna delil olarak da bazı bilimsel araştırmaların yoğun altın takan erkeklerin hormonlarında bozukluk meydana getirdiği iddiasıdır. Bu dünyada erkeklere haram olan bu iki nesnenin cennete erkeğe ...
Görüntülenme 3,889
Yayın 23 Mart 2019

Birçok ateist ve deist bu soruyu soruyor ve biz Müslümandan (olma iddiasını taşıyanlardan) tatmin edici bir cevap beklemekteler. Bu, sordukları çok anlamlı ve mantıklı sorulardan biridir. Ateistlerin birçok sorularını anlamsız ve gerçeği arama çabasından çok sadece tartışmak amaçlı olduğunu görüyorum. Ancak bu ...
Görüntülenme 2,405
Yayın 19 Şubat 2019

Adı Muhammed Celâleddîn-i Rumi’dir. 1207 yılında Afganistan’ın Belh şehrinde doğdu. Babası Bahaeddin Veled’dir. Daha sonraları Konya’ya gelip vefatına kadar burada yaşamıştır. İran asıllı bir Fars’tır. Hem Farsça konuşmuş hem de yazdığı tüm eserleri Farsça kaleme almıştır. İlk olarak Mevlana kelimesinin anlamlarından bahsedeyim. Sahip, ...
Görüntülenme 2,282
Yayın 18 Şubat 2019

Yaygın inanış İslam’ın beş şartı olduğu yönündedir. Bunlar; Kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmektir. Bunlardan kelime-i şehadet, "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü" demektir. Bunu da bilmeyen arkadaşlarımıza açıklamış olalım. ...
Görüntülenme 3,238
Yayın 24 Ekim 2018

Halk arasında boy abdesti olarak bilinen abdest insanların cinsel ilişkiye girdikten sonra alması gereken abdesttir. Abdest kavramı Farsçadan Türkçeye geçmiştir. Gusül kelimesi ise zaten Arapça yıkanmak anlamına gelir. Kur’an Abdest denilen dini bir temizlenme ritüelinden bahseder. Fakat Kur’an’da gusül abdesti diye bir ...
Görüntülenme 5,507
Yayın 12 Ekim 2018

Siteme yorum yapan ve inancını belirtmeyen bir arkadaşımız İslam’ın kurallarının Hammurabi’nin kurallarıyla aynı olduğunu iddia edip niçin aynı olduklarını sordu. Bu yazımda önce Hammurabi kim ona cevap verdikten sonra Hammurabi’nin kanunları sizinle paylaşacağım. Bakalım gerçekten de iddia edildiği gibi Muhammed Kur’an’ı Allah’tan ...
Görüntülenme 48,230
Yayın 06 Ekim 2018

Müslüman olmayan bazı arkadaşlar siteme girip yorum olarak bu soruyu sordular. Bazı ateistlerin ve deistlerin de bu soru üzerinde ciddi şekilde durduğunu görünce bir konu olarak bu iddiayı ele almaya karar verdim. Dinozorların Kur’an’da geçip geçmediği ya da geçmiyorsa niçin geçmediğine dair ...
Görüntülenme 2,593
Yayın 05 Ekim 2018

Asırlardır kadınlara özel günlerinde oruç tutamayacağı ve namaz kılamayacağı (salatı ikame etmesi) söylenmiştir. Kuran hayızlı kadın için ne söyler bir bakalım:   "Sana kadınların ay hali hakkında soruyorlar: De ki: "O sıkıntı verici bir rahatsızlıktır. Ay hali sırasında kadınları (rahat) bırakın ve onlar temizleninceye ...
Görüntülenme 5,770
Yayın 09 Eylül 2018

İddiaya göre Musa peygamber bir kayaya asası ile vurur ve o kayadan 12 kaynak fışkırır. Yani büyük bir mucize gerçekleşir. İddia sahipleri buna delil olarak Bakara suresi 60’ıncı ayeti sunarlar. Ayeti verip mutlak olarak bu anlam mı çıkar bunu ele alacağım.   Musa kavmini ...
Görüntülenme 6,169
Yayın 09 Eylül 2018

İlk önce iddia nedir onu sizinle paylaşayım. Peygamberin hayatını yazanlar ve sonraki tarihçiler bize Beni Kaynuka ve daha sonra Beni el-Nadir kabilelerinin Müslümanları kışkırttığını bu yüzden kuşatıldıklarını, teslim olmaya karar verdiklerini ve sonuçta alabilecekleriyle birlikte terk etmelerine izin verildiğini söylüyor. Bundan sonra ...
Görüntülenme 2,173
Yayın 05 Ağustos 2015
güncellendi

Tam adı Abdülkadir İbn Muhyiddin İbn Mustafa El Hasani El Cezayiri (6 Eylül 1808 - 26 Mayıs 1883). 1832'de Maskura emiri olmuştur. Cezayir’i  işgal eden Fransız sömürgecilerine karşı 30 yıl amansız bir mücadele verip sonunda fransızlara esir düşen efsanevi komutan Emir Abdulkadir işgal rejimi tarafından Şam’a sürgün edilir. 1860 yılında Şam’da yerli halk tarafından yabancılara karşı baş gösteren ayaklanma (Dürzî Ayaklanması) sırasında 14.000 ‘e yakın Şamlı Hristiyanı himayesine alarak mutlak bir ölümden kurtarır. Bunun üzerine Papa , Emir Abdulkadire PİEIX nişanı verir. Verir vermesine de çok değil yaklaşık 80 yıl sonra 1940 da Fransa özgürlük mücadelesi veren sömürgesi cezayir’de korkunç bir katliama girişir. Sonuç  1 milyona yakın masum cezayirlinin vatanlarını savunurken ölümü.

Neden Abdulkadir el-Cezâirî unutulmamalı ? Bildiğiniz üzere camilerimize ve mescitlerimize islam sokulmuyor. Bu yüzden islamı kendimiz araştırmak, bilmek ve  son adım olarak uygulamak mecburiyetindeyiz. İslam camilerde olduğu gibi ibadetlere sıkıştırılmak istense de biz Emir Abdulkadir gibi müslümanlardan öğreniyoruz ki İslamda " düşmanlık ahlakı, öfke ahlakı ,Savaş Ahlakı " diye bir kavram var. Nedir bu kavramlar? Düşmanlarınıza bile yeri gelince yardıma ihtiyaçları olduğunda kucak açabilmektir.  Emir Abdulkadir Cezayirde hristiyan (fransız) işgalinde vatanını savunurken  şam da çıkan büyük  isyan sırasında arada kalacak olan masum hristiyanları koruyarak bize islam'ın pratik uygulamadaki güzelliğini gösteriyor. O bu ahlakı peygamberden almıştı. Peki peygamberden nasıl aldı peygamber ne yapmıştı ?

Eğer şu tarihi bilgi doğruysa mekkede kıtlık çıkıyor fakat kıtlığın çıktığı yıl mekkelilerin Hz.Muhammed ile mücadelesinin en ataşli olduğu dönemlerdir. Mekke lideri ebu sufyan nebiden yardım istemeye gelir. Normal zamanda bu şans bizim elimize geçtiğinde düşmanı perişan etmek ve onları daha fazla zillete düşürmek için hemen yardımı reddeder yada belirli şartlarda yardım ederdik. Nebi böyle yapmayıp fakirlere dağıtmak üzere bir sandık gümüş verir. Nebi bu hareketi ile bize bir edep öğretiyor. Öğrettiği şey düşmanlık ahlakı ve savaş ahlakıdır. İşte buydu islamın bizden istediği, böyle gösteriyordu bize kuran'ı onu en iyi yaşayan Nebi. İslamın müdahil olmadığı bir alan olamaz çünkü islamla inşa olmuş bir insan hayatının tüm alanlarına tüm duygularına ahlakı ve erdemi yerleştirir. O ahlak müslüman için kur'andır.

Görüntülenme 3,054
Yayın 06 Ağustos 2015
güncellendi

" ! Tanrı İsa:
25 Aralıkta Beytüllahim de bakire Meryemden dünyaya geldi. 12 yaşına geldiğinde bir çocuk öğretmendi. 30 yaşında John tarafından  vaftiz edildi. İsanın 12 havarisi vardı. Hasta insanları iyileştirmek , suda yürümek, ölüleri diriltmek,suyu şaraba çevirmek  gibi mucizeleri vardı. "Tanrının oğlu, Alfa ve omega ,Tanrının koyunu " gibi isimleri vardı. Yahuda tarafından ihanete uğrayıp 30 gümüş akçeye satıldıktan sonra çarmıha gerildi. Gömüldükten 3 gün sonra dirilip Cennete yükseldiğine inanılıyor hristiyan inancına göre.
Horus:
25 Aralıkta bakire İsis-Meri  tarafından dünyaya getirilir. Eski Mısır mitolojisinde gök (Güneş) tanrısıdır. Osiris ve İsis'in oğludur.  30 yaşına geldiğinde  ise Anup tarafından vaftiz edildi ve görevine başladı. Horosun birlikte gezdiği 12 havarisi vardı. Hastaları iyileştirmek ve su üzerinde yürümek gibi  mucizeleri vardı. Typhon tarafından ihanete uğradıktan sonra çarmıha gerildi ve 3 gün boyunca gömüldüğü yerde kaldı. Daha sonra yeniden dirildi.
Attis:
Frigyanın tanrısı. 25 Aralıkta bakire Nana ‘dan dünyaya geldi,çarmıha gerildi ,gömüldü ve 3 gün sonra dirildi.
Krishna:
Hindistanın krishnası bakire  devaki’den doğmuştur. Havarilerine mucizeler gösterdi. Ölümden sonra tekrar dirildi.
Dionysus:
Yunanistan Dionyusus’u 25 Aralıkta bir bakireden dünyaya geldi. Gezgin bir öğretmendi. Suyu şaraba dönüştürmek gibi mucizeler gösterdi. Alfa ve Omega ismiyle anılırdı. Ölümünden sonra yeniden dirildi.
Mithra:
Persli mithra 25 Aralıkta bir bakireden doğdu. 12 havarisi vardı. Aynı mucizelerden gösterirdi. Ölümünden sonra 3 gün gömülü kaldı ve yeniden dirildi. Mithra’nın kutsal ibadet günü Pazardı." (Cemil meriç ,Bir Dünyanın Eşiğinden)


Cemil meriç’in de dikkat çekmek istediği konu " Tanrı isa’nın "  daha önceki dini inanışlardan alınmış olma ihtimalinin ne kadar yüksek olduğu. Ateist belgeseli olan Zeitgeist’i izlediğimde orada da aynı konu çok ayrıntılı bir şekilde irdelenmişti. Peygamber  isa’nın Tanrı isa’ya dönüştürülmesinin sonucu olarak onu destekleyecek bir hikaaye insanlara sunulmalıydı. Tarsuslu Pavlus ve Hristiyanlığı kabul eden fakat içten hep bir pagan olan Roma imparatoru Konstantin  gibileri geçmişteki kadim inançlardan hikayeler ve pagan simgelerle doldurulmuş bir hristiyanlık insanlara sundular. Böyle yaparak pagan olan Tarsuslu Pavlus ve Roma imparatoru Konstantin  pagan kültürünü hristiyanlıkla birleştirip kendi dini inançlarını yaşatma şansını buldular. Meryem ana heykelleri, İsa heykelleri  vb.. putlar ve  haç başlıca pagan dininin hristiyanlığa taşındığının göstergeleridir. Peygamber İsa’nın Tanrı isa’ya dönüştürmek başka bazı insanların da işine yaradı o da klise ve papalık kurumudur. Yazar islamoğlundan bir kesit:
 

"Bedeli ödenmeyen sevgi zehirlenir. İşte Hristiyanların Hz.İsa’ya olan sevgisi böyle bir sevgidir. Hristiyanlar Hz İsa’yı seviyorlar. Bunu kim inkar edebilir? Hz isa zehirli sevgi sonucu ilhlaştırılınca, peygamber isa buharlaşıyor. Teslisçi klise isa’yı model göstermiyor. Kendini takip edenlere  “isa gibi olun ” diyemiyor. Nasıl desin ki? Bunu demek “Tanrı olun” demekle eş anlamlı. Bu sefer klise uyanıklık yapıp Hzi İsa’dan boşalttığı peygamberlik makamına kendisi kuruluyor. İsa’yı isa aşkına öldüren kurucu baba Tarsuslu Pavlus’un dilinde somutlaşıyor." Klise kurtuluştur. " (Mustafa İslamoğlu,Efendim)


Mustafa İslamoğlunun dediği gibi Peygamber olmak isteyenler peygamberlerini tanrı yaptılar; yaptılar ki o koltukta saltanat kurulabilsin ve  o makamın insanlar nezdindeki itibarı, saygınlığı kullanılabilsin. Böylece o makamın gücünü kötüye kullanıp otoriter rejimlerini sağlamlaştırabilsinler. Aynı şeyleri musevilikde de denediler hahamlar otorite oldular. İslamda da denendi. Önce Hz. Muhammed için o Allahın sevgilisi, o en üstün insan ,o insanüstü varlık (güya ona olan sevgiyle onu yüceltiyorlardı) fakat bu bir tuzaktı. Kurnazlarımız  (Onu aşırı yüceltenler) daha sonra " biz onun gibi olamayız o koskoca peygamber, o kötülüklerden arındırılmış, o günahsız, saf, bağışlanmış, ezelden beridir seçilmiş kişi olduğunu,bizim onu takip etmemizin imkansız olduğunu " söylediler  ve nihaytinde peygamberi izlenemeyecek bir mevkiye yerleştirdiler.  Hz. Muhammed’i Tanrı bile ilan eden tarikatlar oldu. Oysaki  Kuran’ın ısrarla peygamberi izleyin demesine rağmen. Böylece peygamberlik makamına  kendi  alimlerini,şeyhlerini,hocalarını ,evliyalarını,imamlarını,önderlerini yerleştirdiler. Peygamberlik koltuğuna şeyhlerini,hocalarını,imamlarını,evliyalarını,önderlerini yerleştirmekle bile yetinmeyenler oldu. Daha sonra gelen nesiller ise işi iyice abarttı ve artık ne yaparsak yapalım o hocolar  gibi bile olamayacağımızı bunun imkansız olduğunu söylediler. Yüce’nin Allah olduğu dinimizde nice yüceler icat ettiler ve  nice hayali makam ürettiler sırf dünya üzerinde saltanat ve güç otoritesi oluşturmak için. Bu saltanatı oluşturmak isteyenin çoğunlukla  o hocalar olduğunu söylemiyorum çok azı bunu yaptı. Asıl bunu yapanlar o imamların,liderlerin takipçileri.
 

Görüntülenme 1,513
Yayın 17 Ağustos 2015
güncellendi

"Bir kesim , bir başka kesimi zorla bazı haklardan mahrum edip onlara karşı hukuki , ekonomik ve sosyal bazı üstünlükler elde edebilir. Ancak bu imtiyazları korumak ve devamını sağlamak zordur. Tarihte gücü elinde bulunduran zorbalar her zaman bu kaynakları ( hukuki, ekonomik ve sosyal kaynaklar ) tekeline almış ve çoğunluğu bundan mahrum bırakmıştır. Ama bu durum zamanla öyle bir hal alır ki; mevcut sistem zorla ve maddi kuvvetle muhafaza edilemez hale gelir. İşte tam bu sırada şirk dini , mevcut durumu koruma görevini üstlenir. Bu dinin vazifesi halkı, başımıza ne geldiyse bunun Allah’tan olduğuna , Allah’ın böyle istediğine inandırmak ve buna teslim olması gerektiğine ikna etmektir." ( Ali Şeriati , Dine Karşı Din )


Ali Şeriatinin bu muhteşem tespitlerine katılmamak mümkün müdür ? Bugün islam diye bilinen dinin aslında yapay bir din olduğunu son derece güzel açıklamakta. Dini kullanarak insanlar susturuldu. Tarih buna şahit oldu hep. İslam insan şuurunu açmaya çalıştı  fakat zamanla İslam da güç sahiplerinin eline düştü. Güç sahipleri yapay dinlerini islam diye tanıtıp insanları kontrol altına aldılar. Bununla iki önemli şeyi başardılar. Birincisi islamı tanımayıp da güç sahipleriyle mücadele eden insanların islam’ı da diğer kaderci dinler gibi algılayıp, insanı hakkını aramayan bir koyun haline getiren bir din olarak algılamalarını sağladılar. Böylece onların islama karşı  tavır almalarının yolunu açmış oldular. İkincisi islamı ( bilgi olarak ) tanımayıp da kendini islam'ın uygulamacısı olarak gören insanların güç sahiplerine karşı bilinçsiz sessizliğini satın aldılar. Bunu da  islamı kullanarak yaptılar. Neticede sorgulamanın, itiraz etmenin imanı sıkıntıya sokacağına , Allahın iradesine karşı gelmek olduğuna dindar insanları inandırdılar. Bugün kendini dindar olarak nitelendiren insanlara baktığınızda eleştirme ve sorgulama yetilerini kaybettiklerini sorgusuz itaat ettiklerini görürsünüz. Bu yüzden diyorum ki yapay dinden kurtulmak için islamiyeti öğrenelim.  Müslüman doğulmaz müslüman olunur.

Görüntülenme 1,564
Yayın 17 Ağustos 2015
güncellendi

"Şirk dininin kaynağı ekonomidir. Bir grubun hakimiyetine ve çoğunluğun mahrumiyet ve mahkumiyetine dayanır. İşte bundan dolayı kendi konumunu garantiye almak ve yaşam biçimini sürekli kılmak için dine ihtiyaç duyar. Bir insanın kendi isteğiyle , gönlünden gelerek zillete razı olması için dinden daha iyi etken ,daha iyi potansiyel ne olabilir ki? Mevcut  durumu meşru gösteren , onu temize çıkaran her zaman şirk dini olmuştur.  Peki bunu nasıl ve neden yapar ? Birincisi birden fazla ilaha inandırmakla. Böylece halk toplumda birden fazla  milletin , boyun , sınıfın ortaya çıkmasının ilahi iradeyle olduğuna inanacak mevcut durumu kabullenecek ve ona itirazda bulunmayacak. İkincisi tarih boyunca hakim sınıfın tekelinde bulundurduğu bazı imtiyazlara kendilerinin de ( şirk dininin alimleri ) sahip olması. Bunlar her zaman tarihinin tekelcileri olagelmiştir." ( Ali Şeriati Dine Karşı Din)


Bugün bize islam diye sunulan yapay din bize pasif olmayı, ses çıkarmamayı, güçlünün gayri meşru gücünü Allah’a havele etmeyi emrediyor. Buna karşı islam aktif olmayı, zalimi devirmeyi , ölümüne hakkını savunmayı emreder.  Şunu soruyorum kendime nasıl bizi islamdan bu kadar uzaklaştırıp kendi dinlerine inandırdılar ve kendi dinlerinin de islam olduğuna ?

Görüntülenme 2,475
Yayın 17 Ağustos 2015
güncellendi

"Afyon dininin özellikleri din düşmanlarının da doğru olarak ifade ettiği gibi cehalet, korku, kayırma, servet ve bir sınıfı diğer sınıflara tercih etme ve onu üstün görmedir. Din düşmanlarının dediği gibi bunlar doğrudur. Dinin halkı zillete , zorluğa çaresizliğe, cehalete, geri kalmışlığa sevk eden bir afyon olduğu söylemi , gerçeği yansıtmaktadır. Fakat bu geri kalmışlığı sağlayan kayıtsız inanmayı, sorgulamamayı isteyen islam değil afyon dinidir." ( dine karşı din, ali şeriati )


En sancılı düşüncemdir  bu konu. Hadi islamı sevmeyip ona ön yargılı olan yada müslümanlık iddiasını taşıyanlara bakarak islamı tanımak bile istemeyenleri bir nebze de olsa anlıyorum.Çünkü islama olan ön yargıları yüzünden islamı ya islam düşmanlarından yada islamı bilmeyen müslümanlardan öğreniyorlar. Peki ya müslümanlar ve islam ailesinin fertleri ? Onlar islamı kimden öğreniyor ki İslam diye inandıkları din Şeriatinin dediği gibi bir " afyon dini ". Bugün müslümanları inandıkları dinin islam olmadığına nasıl ikna edileceği konusu aklımda büyük bir uçurum.  Güç sahipleri , seçkinler  afyon dinini zihinlere öyle güçlü kazımışlar ki bu dinin mensuplarına bu din islam değil denilmesine bile tahammülleri yok. Güç  sahiplerinden daha çok sahiplendiler  bu dini. En komiği de ne biliyor musunuz ? İslamla mücadele eden artık güç sahipleri, para babaları, saltanat sahipleri değil bizzat islam ailesinin kandırılmış fertleri oldu

Görüntülenme 2,781
Yayın 23 Ağustos 2015
güncellendi

"Bunun üzerine  (meryem) çocuğa işaret etti. Onlar ;" Biz daha dünkü bir beşik bebesiyle nasıl muhatap oluruz " dediler.(HAYAT KİTABI KUR'AN MEALİ-MERYEM SURESİ , 29 )

Sahabeden Ebu ubayde bu ayetteki kâne kelimesini önceden olup bitmiş iş olarak tanımlıyor. Anlaşılan Hz. İsa’yı küçümsüyorlar. Bu ayetten Hz. İsa’nın beşik de iken konuşup o zaman peygamber olduğu sonucu çıkmaz şahsi kanaatimce. Çünkü yahudi hahamlar kinai, alaycı bir üslüp ile hz. İsa ‘yı küçümsedikleri  için onu muhattap almak istemiyorlar. Neden böyle düşündüğüm hakkında ayetin devamını paylaşmak istiyorum.
 

"(İsa) dedi ki: " Ben Allah’ın kuluyum: O bana ilahi vahyi ulaştırdı ve beni peygamber tayin etti ; (30) nerede bulunursam bulunayım beni kutlu kıldı; ve bana hayatta olduğum sürece ibadeti diriltmeyi ve arınmak için verilmesi gerekeni vermeyi emretti; (31) bir de anama iyi davranmayı… Fakat beni azgın bir zorba kılmadı. (32) Nitekim doğduğum gün  tam bir ilahi güvence kapsamındaydım, öleceğim ve yeniden hayata döndüreleceğim gün de (öyle olacaktır)." (33)(HAYAT KİTABI KUR'AN MEALİ-MERYEM SURESİ , 30 , 31 , 32 , 33  )


Ayetin devamındaki ayetleri okuduğumda aklıma şu soru geldi Allah bir bebeğe peygamberlik verir mi  ? Belli zaman geçtikten sonra Hayat Kitabı Kur’an adlı meal kafamdaki soruları gidermemde yardımcı oldu. Bana mantıklı gelen de bu çeviri oldu. Aslında ayetlerde geçen konuşmanın Hz.İsa kundakta iken geçtiği çoğu müslüman  kesimlerce kabul görülen bir dogmadır. Fakat kuran konuşma zamanını vermiyor. Ayrıca ardından gelen ayette Hz. İsa  şöyle bir ifade kullanmakta: " ve beni peygamber tayin etti ". Bir bebeğin peygamberlik makamının sorumluluğunu yerine getiremeyeceği açıktır. Haliyle bu konuşma Hz isa’nın bebeklik döneminin çok sonraları gençlik çağı olduğunu düşünüyorum. Peki neden gençlik çağı ? Çünkü dönemin hahamları " Biz daha dünkü bir beşik bebesiyle nasıl muhatap oluruz " gibi bir ifade kullanıyorlar ki buda hahamların Hz. İsa’yı muhattap olarak görecekleri bir yaşta olmadığını gösteriyor.    Hz.İsa'nın beşikte konuştuğu ve beşikte peygamberlik verildiği iddiaları bir efsanedir. Tarih boyunca insanoğlunun makul olanı aşıp olağanüstü efsaneler duymak istediği bir gerçektir. Çünkü aldatılmaya duyulan istek bilmeye duyulandan daha fazladır.

Görüntülenme 2,228
Yayın 25 Ağustos 2015
güncellendi

21. yüzyılda beynimiz; bilgi kütüphanelerinden  belki de en kirlisi. Çamura bulanmış gerçeklerle dolu zihnimiz. Adem ve Havva kıssası da zihnimizde bulanıklaştırılmış, gerçeklerin yerini çoğu kıssa da olduğu gibi burada da efsanelere bırakmıştır. Kıssa ile ilgili bazı Kur’an ayetlerini sizle paylaştıktan sonra bir irdeleme yapabiliriz diye düşünüyorum. Ayrıca konuyla ilgili yazıma başlamadan önce şunu belirtmek isterim Adem ve Havva kıssası olarak bildiğimiz çoğu şey Kur’an dan değil tevrattan müslümanlara geçmiş, müslümanlar o bilgilerin Kur’an da yazılı olduğunu sanmaktadır.
 

"Hani meleklere ‘Adem(oğlu) için emre amade olun!’ dediğimiz zaman, onların tümü hemen emre amade olmuştu;fakat sadece iblis yüz çevirmişti. (116) Bunun üzerine Biz’de ‘Ey Adem’ demiştik, ‘ işte bu, sana ve eşine tarifsiz bir düşmanlık beslemektedir; dolayısıyla, onun sizi bu has bahçeden (Cennetten) çıkarma girişimlerine karşı çok dikkatli olun; yoksa bedbaht olursun! (117) " (HAYAT KİTABI KUR'AN MEALİ- TAHA,116-117)


Ayeti iyice irdelediğinizde birkaç detay görürsünüz bunlardan biri mustafa islamoğlunun şahsıma göre çok iyi çevirisi. " Hani meleklere ademe secde edin " klasik çevirsini anlam olarak eksik bulan yazar 116. Ayette ademoğlu olarak, secde edini emre amade olarak çevirerek tüm bir ayeti daha iyi anlayabilmemizin kapısını açmıştır. Yani meleklere Adem’e dolayısıyla tek kişiye değil ademoğluna tüm bir insanlık varlığına karşı bir saygıya davet ediyor. Fakat şeytan insan türüne karşı saygı duymayı reddetmiş. 117. ayette adem ve eşine yönelik bir hitap ile başladığı halde son cümlede sadece Ademe yönelerek biter. Kur'an israili rivayetlere ve tevrata dayanan Havva’nın Ademi ayartıp yasak meyveyi yedirttiği yaygın kanaatinin tam tersini verir. Kur’an’a göre Şeytan onları melekleşme ve mükemmelleşme vadiyle kandırdı. İsraili kaynaklara göre ilk olarak yasak meyveyi Havva yemiş ve Ademi de yemeye Havva ikna etmiştir. Fakat Kur’an kadını suçlu gösterme girişimini yukarıda belirttiğim ayetlerde yalanlar.  İlk yasağı çiğneyenin bir kadın olduğu tezini desteklemez. İlk günah’ın kadın yaptı iddiasını çıkaranların hiç şüphesiz kadını hep ikinci sınıf olarak gören erkek egemen toplumlar olduğunu düşünüyorum.
 

"Nihayet Rabbi onu seçip arındırdı. Dolayısıyla hem tevbesini kabul etti, hem de ona (sorumluluğunu ifa edecek) yolu göstererek (122)  dediki: o makamdan hep birlikte birbirinize düşman olarak inin. Bundan böylede benim katımdan size doğru yol bilgisi gelecektir. Artık kim benim gösterdiğim yolu izlerse , işte o ne sapacak ne de kendini yitirecektir.(123)" (HAYAT KİTABI KUR'AN MEALİ-TAHA,122-123)


Bu ayetler yine doğru bildiğimiz bir yanlışı daha düzeltmemize yardımcı oluyor o da dünyanın bir sürgün yeri olduğu türündeki iddialardır. Müslüman genel kanaatine göre de Allah Adem ve Havva’yı cezalandırmak için dünayaya gönderdi. Fakat yukarıdaki ayete bakıldığında bunun doğru olmadığını görürüz. Zira Allah Ademin tevbesini kabul edip onu arındırdıktan sonra ona  yeryüzünü inşa sorumluluğunu verdiğini bizzat Allah belirtmektedir. Allah Ademin tevbesini kabul ettikten sonra onu ve onun üzerinden tüm insanlığa dünyada yaşama sorumluluğunu verdi. Adem ve Havva kıssası aynı zamanda insanlaşma sürecimizi anlatmaktadır. Çünkü insanı diğer varlık türlerinden ayıran şey fiziki yapısı değildir kanımca.İnsanı diğer varlık türlerinden ayıran özelliği aldığı bu sorumluluk bilincidir. Ne zaman ki Allah o sorumluluğu bizlere yükledi o zaman insan olma sürecimiz başladı. Peki Kur’an bu kadar açık üslüpla konuşurken biz bu kıssayı neden yanlışlarla doldurduk ve bu kıssa’nın anlatmak istediğini neden anlayamadık ? Sebebi açık çünkü kendi inancımızı araştırmıyor, bilmiyoruz. İsraili kaynaklar ve tevrattan besleniyor ve daha da vahimi kurandan beslendiğimizi sanıyoruz. Adem kıssasından insanlaşma sürecini anlayacağımıza, hatayı kabul edip ısrar etmemeyi anlayacağımıza, şeytan gibi kibre yenilmeyip Allah’ın kararına saygı duymayı öğreneceğimize,insanın düşmanının insan olmadığını hatırlayıp ortak düşmanımızın iblis olduğunu hatırlayacağımıza efsanelerin peşine takılıp önümüzü göremez olduk. Nihayetinde bir kadın yüzünden o günahı işledik, dünyaya atalarımızın günah işlemesi yüzünden ceza olarak gönderildik gibi hayatı doğru okumamızı engelleyen bilgilerle kirlettik aklımızı. Akıl kirlenince duygularda kirlendi.

Görüntülenme 2,472
Yayın 27 Ağustos 2015
güncellendi

 Bu durum da diğer çoğu anlatımlar gibi efsaneden öteye geçmemektedir. Peki bu şekilde düşünmemize sebep olacak  durum nedir gelin beraber ayetleri inceleyelim.
 

"(Ey Peygamber!) Biz, senden önce yaşamış hiçbir insana ölümsüzlük bahşetmedik. Hem sanki sen öleceksin de, onlar ebediyen yaşayacaklar mı ? " (HAYAT KİTABI KUR'AN MEALİ-ENBİYA,34)


 Allah kur'an da bu kadar açık bir ifadeyle Hz.Muhammed'e dönüp senden önce yaşamış hiçbir insana ölümsüzlük bahşetmedik derken ısrarla kur'an'ı bırakıp neden efsanelerin peşinden gidiyoruz anlamakta zorlanıyorum. Hz İsa'nın ölmeyip göğe yükseldiği efsanesi çoğu efsanelerde olduğu gibi başka dinlerden müslüman zihinlerine girmiş ve bu öğretiler islam'ın parçası olarak kabul görmüştür. Kanaatimce tüm bu masallara inanma durumumuzun temel sebebi hiç kur'an okumamış olmamız ve Kur'an biz müslümanlara değilde imamlara,alimlere,hocalara inmiş gibi davranıp islam'ı araştırma gereği duymamamız. Lütfen bir düşünün yahudiler de aynı şekilde düşünüp tevratı hahamlara bırakmadı mı. Yada hristiyanlar aynı şekilde düşünüp incili kliseye bırakmadı mı. Onlardan farkımız nedir ? İslam'a göre imamlık,dervişlik,hocalık vb.. makamlar yoktur her müslüman islamı araştırmak ve kendi dinlerinde olabildiği kadar kendini geliştirmekle yükümlüdür. Dolayısıyla her müslüman alim (bilge) olmaya çalışmalı bu uğurda çaba sarf etmelidir. Diğer dinin mesuplarının yaptığı hatayı yapıp inançlarını belli bir zümreye bırakıp, onların öğretileri ile bir inanç inşa etmek ne denli bir tehlikedir düşünmenizi isterim.

Dışarıdan zihinlerimize aşılanan öğreti şudur: Hz. İsa ölmemiş göğe çekilmiştir, zamanı gelince tekrar dünyaya gelecek deccal adı verilen bir varlık ile savaşacaktır. Başka bir yazıyla Hz İsa ,deccal ve Mehdi konusunu detaylı olarak sizinle irdeleyeceğim. Şimdilik Hz.İsa'nın ölmemesi konusunu irdelemeye devam etmek istiyorum. Konuyla ilgili bir ayet daha sunmak istiyorum sizlere.
 

"Her can ölümü tadacaktır;şu da var ki Biz sizi seçip ayırmak için hayır ve şer ile sınava tabi tutuyoruz: zaten sonunda bize döneceksiniz " (HAYAT KİTABI KUR'AN MEALİ-ENBİYA,35)

den Bazılarınız şöyle düşünebilir bu ayette her can ölümü tadacaktır demiş Hz.İsa  yeniden gelecek ve ölümü tadacaktır. Bu ayet bir delil olmaz diyenler olabilir. Fakat böyle bir düşünce kuran ayetlerinin birbiri ile çeliştiğini söylemek olur neden mi? Çünkü enbiya,34.ayette yani en üst tarafta verdiğim ayette açıkça diyor ki ey muhammed senden önce ölmeyen, ölümü tadmayan bir can yok. Her insan ömrünü tamamladığında kendi devrinde ölmesi Allah'ın kanunudur ve Allah kimse için bu kanununda esneklik sağlamadığını bizzat enbiya 34 de dile getirmiştir. Her can ölümü tadacaktır ifadesi ise henüz hayatta olup yaşam döngüsü devam edenler ve henüz doğmayıp yaşam döngüsü başlamayan gelecek nesilleri ifade eder. Çünkü zaman kipi gelecek zamandır. Bu ayetten her can illa ölümü tadacaktır henüz ölmemiş olan biri varsa o da zamanı gelince ölümü tadacaktır anlamı ayetin anlamını zorlamaktan,ayetin ruhunu öldürmekten öteye geçeceğini sanmıyorum. Nihai olarak sözlerime Hz.İsa'nın da her canlı gibi Allah'ın kanununa tabi olarak vefat ettiğini söyleyerek son vermek istiyorum. Aksine inanmak efsaneleri Kur'an'a tercih etmek değil midir ?


 

Görüntülenme 4,126
Yayın 27 Ağustos 2015
güncellendi

"Davud ve (oğlu) Süleymanı da (gündeme taşı) ! Hani o ikisi,bir topluluğa ait çobansız ve dağınık koyun sürüsünün gece yayıldığı tarla konusunda karar vereceklerdi; ve Biz de onların kararına şahit idik;" (78) "Fakat bu davada Süleyman'a (daha) derin bir kavrayış vermiştik. Bununla beraber Biz,her birine sağlam bir muhakeme ve seçip ayırma yeteneği kazandıran bir bilgi tasavvuru bahşettik... (79)" (HAYAT KİTABI KUR'AN MEALİ-ENBİYA,78-79-Quran)

Enbiya suresi 79. ayetin tamamını vermedim çünkü bu yazı serisinin ikincisinde bu ayetinin tamamını irdeleyeceğiz. Şimdilik 78.ayetle alakadar olan bölümü almak kafi diye düşündüm. şimdi gelelim bu ayette anlatılan olayın ne olduğuna.
Burada anlatılan olay sözlü rivayete göre şu: Komşusunun tarlasına bir sürü girer bu durum karşısında sürü sahibi tarla sahibi ile Hz. Davud'un karşısına çıkar. Hz.Davud bu ikisi hakkında hüküm verir. Hüküm şudur: Tarlaya zarar veren sürü tarla sahibine verilecektir. Onun yanında olan oğlu süleyman geçici bir zararı kalıcı bir cezayla karşılık bulmasını sert bulur. Hz. Süleyman ise kararın şöyle olmasını önerir. Sürünün tüm intifa hakkını tarla sahibine bir yıllığına verilmesine, sürü sahibinin ise tarlayı alıp ekip, biçip ve eski haline getirmesi için bir yıllığına almasına hükmeder. En sonunda her ikiside birbirine iade edecektir.

Eğer bu sözlü rivayet olduğu gibi aktarılabilmişse Hz. Davud babalık, peygamberlik, hükümdarlık ve büyüklük gerekçelerini bir kenara koyarak adaletin hatrını herşeyin üstünde tutmuş ve süleymanın kararını onamıştır. Buda Hz.Davud'un adalet anlayışını ve onun üzerinden kur'an'ın bizim adalet anlayışımızı inşasıdır. Bu ayetleri Allah eskilerin masallarını okumamız için bize vermiş değil. Bu ayetlerde Hz.Davud ve Oğlu Hz.Süleyman üzerinden bizim adalet anlayışımızın nasıl olması gerektiğini bize öğretmektedir.

Görüntülenme 2,634
Yayın 27 Ağustos 2015
güncellendi

Hz.Davud serisinin ilk bölümünde enbiya suresinin 79. ayetini irdeleyeceğimizden bahsetmiştim. Şimdi ilk olarak çoğu kur'an mealine göre ayet nasıl onu vereceğim daha sonra daha sağlıklı olduğunu düşündüğüm mustafa islamoğlunun meailini vereceğim. Çünkü klasik meal çevirilerinde birebir metin çevirisi var ki bunu sağlıksız buluyorum. Bunun sebebi ise kuran'ı arapçadan çevirirken sadece o metni çevirmeyip tüm ayetin  anlam'ı baz alınarak ve hatta kur'an'ın bütününün anlamı ve ruhuna uygun olarak çevrilmesi daha mantıklı geliyor.
 Daha fazla uzatmadan klasik çeviride kur'an ayetini veriyorum:
 

" Biz o meselenin hükmünü hemen süleyman'a anlatmıştık. Zaten biz herbirine hüküm (Peygamberlik) ve ilim vermiştik. Dağları ve Kuşları, Davut ile birlikte tesbih etmek üzere, (ona) bağlı kılmıştık. (Bütün bunları) yapan bizdik. " (ABDULLAH AYDIN MEALİ- ENBİYA,79)   


Durum şu ki arap dilbilimcilerden yardım almayarak yapılan çeviriler ayetin yanlış anlaşılıp, vermek istediği mesajdan uzaklaşmamıza sebep oldu. Sonuç olarak da efsanelerin kucağına düştük. Bu ayeti gösterip Hz.Davud'un kuşlarla ve dağlarla iletişime geçip onlarla konuştuğu tezi kurgulandı. Olduk olası birilerine insanüstü yetiler vermek hep insanların en büyük yeteneklerinden biri oldu. Belki de kur'an da verilen mesajları uygulamamak için onu yanlış anladık numarasına yatıp, işi cıvıtarak efsaneye dökme yolunu tuttuk. Şimdi gelelim sağlıklı bulduğum çeviriye:
 

" Fakat bu davada  Süleyman'a (daha) derin bir kavrayış vermiştik. Bununla beraber Biz, her birine sağlam bir muhakeme ve seçip ayırma yeteneği kazandıran bir bilgi tasavvuru bahşettik. Zaten Davud ile birlikte, emrimize amade kıldığımız dağlar da O'nun kudret ve ihtişamını dillendiriyordu, kuşlar da... Zira biz, her zaman istediğimizi gerçeklerştiririz. " (HAYAT KİTABI KUR'AN MEALİ-ENBİYA,79)


 
Gördüğünüz gibi tüm kur'an'ın ruhunu baz alıp , sadece ayette geçen bir sözcük üzerinden değil de tüm ayetin verdiği anlam baz alınınca ve dilbilimcilerin farklı anlamlar yüklediği kelimeler de araştırılınca nasıl da farklı sonuçlara doğru yol aldık. Yukarıda klasik çeviri olarak nitelendirdiğim ayete bakacak olursanız Hz.Süleymanın o davada en iyi sonucu bulmasını kendi aklıyla yapmadıda bu durum sanki vahiyle Allah tarafından çözülüyor gibi gösteriyor. Yani Hz. Süleyman'ın burada üstlendiği hiç bir rolü yok. Ona ne yapacağını Allah anlatıyor. Fakat mustafa islamoğlu çevirisinde gördüğünüz gibi o davada doğru karar veren süleyman peygamberdir fakat bunu yapabilmesini Allah'ın ona verdiği derin kavrayışa borçlu olduğunu görüyoruz. İlk çeviyi kabul etmek korkunç hatalara sebep olacağına inanıyorum. Çünkü ilk çeviriyi baz alırsam bir dava hakkında doğru kararı peygamber direk Allah'tan aldı şu halde ben peygamber olmadığım için Allah'tan doğru hükümler alamayacağım hal böyleyken Hz. süleyman gibi adil kararlar veremem gibi bir zehaba kapılırız. Fakat ikinci çeviriyi baz  alırsak kur'anın bize vermek istediği mesajı anlamış oluruz. Nasıl mı? Allah her insana derin kavrayış vermiştir önemli olan o kavrayışı çalıştırmak ve adil olmak. Yani ikinci çeviriye göre biz de süleyman gibi adil kararlar verecek derinliğe erişmeye çabalamalıyız. Ama ilk çeviride bizim alacağımız bir mesaj yok sadece bir tarihi bilgi var o da şu: Allah bir davada ne yapacağını Hz.Süleymana öğretmiş.  Hangi çeviri size daha sağlıklı glir bunu bilemem sadece size sunduğum kendi kanaatim. Seçimi siz yapın. Fakat şunu unutmayın gerçek ile kolay arasında seçim yaparken hiçbir zaman kolay olanı seçmeyin. Hepinize derin fikirli günler dilerim.
 
yukarı çık butonu