Arama Yap
Görüntülenme 193
Yayın 08 Eylül 2024

İslam’da dini nikâh olan imam nikâhı yoktur. Kur’an’a göre resmi nikâh kıyılmalıdır. Muhammed peygamber döneminde de durum buydu. Yapılan tüm evlilikler o dönemin örf ve âdetine göre yapılıyor ve bunun sonucunda yapılan tek bir nikâh vardı. Bu da resmi nikâh olarak toplumda ...
Görüntülenme 1,922
Yayın 20 Kasım 2023

Uzun zamandır dinimize odaklanıp yazı yazamıyordum. Ama benim de ihtiyacım olduğundan Kur’an’daki emir ve yasakları bir liste halinde yazmam gerektiğini düşündüm. Her nasılsa peygamberimizden sonra 100 küsür olan emir ve yasaklar zamanla 2 milyona yakın bir sayıya çıkarılmıştır. Bu yazının ana amacı ...
Görüntülenme 1,575
Yayın 28 Mayıs 2023

Hipergami; kadının her zaman kendinden daha iyi bir erkeği bulma stratejisi olarak tanımlamak mümkün. Bunu sadece cinsel strateji olarak görmek çok hatalı olacaktır. Örneğin kadının kendinden daha güçlü, zeki belki çalışkan birini istemesi gibi. Yani bunu cinsel strateji olarak görmek onu dar ...
Görüntülenme 1,640
Yayın 28 Mayıs 2023

Öncelikle red pill felsefesinin ne olduğunu anlatmakla başlayalım. Red pill kadın ve erkek doğasını açıklamaya çalışan ve böylece daha sağlıklı ilişkiler ve evlilikler nasıl kurulur bize bunu anlatmaya çalışan bir felsefe. Bu felsefeyi derli toplu hale getirip dünyaya sunan ve halen hayatta ...
Görüntülenme 2,662
Yayın 21 Mayıs 2022

Fil suresi uzun yıllardır kafamı karıştıran bir sure olagelmiştir. Çünkü anlatılan bir fil olayı mevcuttur ve sırf bu olayla uyumlu olsun diye ayet algımızla oynandığının farkındaydım. Bizler dini masallarla büyüdüğümüz için çoğu zaman Kur’an ayetlerini açık bir zihinle okuyamıyoruz. Masallar açık olan ...
Görüntülenme 1,782
Yayın 27 Nisan 2022

Rivayetler ile büyüyen herkes gibi ben de bu surenin Muhammed peygamberle alakalı olduğunu düşünüyordum. Öncelikle size rivayeti verip daha sonra bu sureyi doğru anlamaya çalışacağız. Peygamberin, vahiy gelince hemen ezberleyip okumak için acele ettiği, Cebrail okuyup bitirmeden okumaya çalıştığı ve bu yüzden ...
Görüntülenme 1,716
Yayın 26 Nisan 2022

Kur’an hakkında yazı yazmayalı yaklaşık iki yıl oldu. Kur’an’daki bir deyimi anlamaya çabalarken yeniden buluşmuş olduk. Lafı uzatmadan Bakara 189’u inceleyelim. Sana, ayın evrelerini soruyorlar. De ki: "O, insanlar ve hacc ibadeti için bir zaman ölçüsüdür." Evlere arkalarından girmeniz birr* değildir; birr, takvalı ...
Görüntülenme 3,131
Yayın 08 Temmuz 2019

İslam dünyasında doğru bilinen yanlışlardan biri de yeni doğan çocuğun kulağına ezan okunması ve Arapça bir isim (Ayşe, Fatma, Mehmet, Muhammet vs.) bırakılmasıdır. Kur’an’ın hiçbir yerinde bu tür uygulamalar emredilmemiştir. Ezan Kur’an’da geçmez. Yani bir kutsallığı yoktur. Tamamen insan ürünüdür. Rivayetlere inanmayı ...
Görüntülenme 5,744
Yayın 07 Temmuz 2019

Halkımız arasında doğru bilinen yanlışlardan biri de mezar yönünün kıble olmasının zorunlu olduğudur. Bu Sünnilik dininin bir zorunluluğudur. İslam ile yakından uzaktan alakası yoktur. Kur’an böyle bir uygulamadan bahsetmez. Bazıları niçin yön kıbleye bakmalı sorusunu şöyle cevaplamakta: Dua isabet etsin diye.Biliyorum bilime, ...
Görüntülenme 11,360
Yayın 20 Mayıs 2019

Sünni din adamları bin yıldan fazla bir süre boyunca Ahzab 51’i Muhammed peygamberin eşleri arasında bulunma sırasını dilediği şekilde ayarlaması şeklinde tefsir etmişlerdir. Bunu ise rivayetlere dayandırmaktalar. Ateistler ise normalde ne Kur’an’a ne hadislere inanmamalarına rağmen ilginç bir şekilde bu konudaki hadisleri ...
Görüntülenme 2,133
Yayın 08 Eylül 2015
28 Ekim 2024 güncellendi

Kur’anın aydınlığı onu anlayan  bir akla ve kalbe düşer. Düşünsenize bir  “ Ben anlamıyorum, ama yaşıyorum ” demek nasıl bir garabettir? Sahabei  kiram on ayet alır onu iyice anlari özümser ve yaşarlar sonra bir on ayet daha alırlarmış. Biz birbirimize sahabenin Kur’an karşısındaki bu ciddi duruşunu anlatacağımıza falancanın kur’anı bir gecede kaç kez hatmettiği türünden  asılsız fasılsız menkıbeleri anlatıyoruz. Dolayısıyla kuran tasavvurumuzla da anlamaya ve yaşamaya odaklı bir tasavvur olmaktan daha çok otomatik tekrara dayalı bir tasavvur olup çıkıyor. (Mustafa İslamoğlu)

            Hz.Muhammed’in getirdiği islam yaşanılan, canlı bir  hareketti. O canlılık hayatın her alanını inşa ediyordu. Eğitimi, siyaseti, savaşı, erdemleri, bilimi, gelenekleri, kanunları vs.. sosyal hayatın tümüne etki ediyordu. Sonraları islamın etki alanını kısıtladılar. İslamın bütünlüğünü  parçalayıp işimize gelen bölümleri elimizde tuttuk. Tuttuk ama bütününden ayrıldığında işlevini yitiren  her şey  gibi dinimizin de işlevselliğini bozduk. Peygamber Cuma namazı sırasında çoğu zaman siyaset konuşur, varsa insanların problemlerini dinleyip çözerdi. Yani tek taraflı bir iletişim olarak görmezdi  Zamanla islamı eğitimden,siyasetten,ordudan, erdemlerden, sosyal hayattan , düğünlerden, eğlencelerden,ticaretten ayırdılar. Taki Geriye yalnızca içeriği boşaltılmış ibadetler kalıncaya dek. Cuma namazının anlamından geriye kalan sadece formalite icabı kılınan 2 rekat farz namazı kaldı. İslam sadece kuran’ı anlamadan sürekli tekrar etmekten, oruç tutmaktan,hac ve namaz kılmaktan ibaret kaldı. Fakir’in fakir kalıp zenginin sürekli daha zengin olmasını önleyen zekat’ı bile terkettik. Sonra tuhaf, cansız,çıplak bir inanç kaldı. Bin tane salavat getirirsek günahlar af olur, kuranın falanca suresini 40 kez okursak bir mucize görür, Cuma günü filanca saate şu duayı edersen Allah kesin kabul eder vb.. söylemler ve inançlar islamdan boşaltılan koltuğa oturtuldu.
 

Görüntülenme 2,428
Yayın 22 Temmuz 2015
güncellendi

" Televizyon Kültürü  " diye bir mefhum (kavram) tanımıyorum. Televizyon; aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icad edilmiş bir nevi afyondur. O zavallıyı gözünden ve kulağından yakalayarak bir kat daha sersemleştirir. Şuurundaki son pırıltıları yok eder. Onda birşeyler biliyorum vehmini uyandırır. Gerçek hayattan uzaklaştırmaya hizmet eder.
Televizyon, tam bir kaçıştır. Yokluğa, boşluğa, şuursuzluğa açılan bir kapı. Bu korkunç tiryakilik, insanları batılılaştırmaz batırır. Avrupa ve Amerika için durum biraz daha farklı fakat netice bir. Televizyon tirykisi , orada da biçare bir esrarkeştir. Arada bir kabak çekirdeği nevinden bilgi kırıntıları, bu fikir temelinin aldatıcı tesellisidir.Kültürün dün de bugün de yarın da tek taşıyıcısı vardır Kitap. Hiçbir düşünce, emeksiz feth edilemez. Şahikalara  şerhalardan çıkılamaz." (Cemil Meriç)

Not: Şahika: Zirve anlamına gelir. Şerhalar: Bir bütünden kesilmiş ve ayrılmış küçük parça anlamına gelir

Görüntülenme 1,598
Yayın 27 Temmuz 2015
güncellendi

"Gandhi, gerçekten çağın tanıdığı kurtuluş önderlerinin en namuslularından. Ancak batının büyük olmasına izin verdiği, hatta kimi hesaplarla olduğundan fazla büyüttüğü biri. İşlerine öyle geliyor. Emperyalizm karşısında ezilen milletler ille de baş kaldıracaksa, bu başkaldırıya zararsız bir örnek göstermeliydi. Pasif direnişin yılmaz savunucusu Gandhi bu iş için biçilmiş kaftan. Gerçekte ingilizlerin Gandhi hayranlığı, Mahatma'nın Hint kıtasındaki ingiliz can ve mal varlığını " Düşmanlarını bağışla " sloganı altında titizlikle korumasındandı." ( Bahtımca M.islamoğlu )

Görüntülenme 2,313
Yayın 28 Temmuz 2015
güncellendi

Peygamberleri ve kutsal kitapları dışlayan modern dünya, kendi paralel dinlerini yaratmakta gecikmiyor " Her zaman bir yol vardır, en iyisine layıksın, ikinci adam olarak kalmak sana yakışmaz.... " diyerek; bizlere yetinmemeyi, sabırsızlığı, hep kazanmayı, acımamayı, dünya nimetlerinden faydalanmayı, pişman olmamayı, düşene tekme vurmayı, hırsı öğütleyen kişisel gelişim kitapları, Batı üzerinden büyük kapitalistlerin yardımlarıyla " Bir şeytani paralel din " olarak hayatımıza girdi.
Artık okuma yazma bilmeyen sıradan, iddiasız bir adam bile; içindeki devi çıkardığında, bilimsel buluş yapabileceğine, Marstan taş getirebileceğine ve başbakan olabileceğine inanıyor.
(Bülent Akyürek, İçinizdeki öküze oha deyin)

Görüntülenme 1,878
Yayın 29 Temmuz 2015
güncellendi

Kabuğun zırhını deldim. Öze verdim önemi
Boş kalıplardan arıttım. Söze verdim önemi
Savaş açtım sıradan sözlere, beylik olana
Külü kortardan ayırdım. Köze verdim önemi

 

Zorlanıp söylemedim duymadığım duyguları
Sarı yaprakla sarardım. Güze verdim önemi
Sarsamaz bir kişi sarsmazsa bir başkasını
Acı gözyaşı döktüm. Göze verdim önemi
Işığım deldi yığınlarla karanlık bulutu
Geceden sıyrılarak gündüze verdim önemi

(Abdullah Öztemiz Hacıtahiroğlu)
Görüntülenme 1,876
Yayın 31 Temmuz 2015
güncellendi

Çok hata yaptım şimdiye kadar. Tarifi zor, dönüşü imkansız . Ders aldıklarım oldu , almaya vakit bulamadıklarım da. Duyduklarım doğruysa zaferlerim de olmuş. İyi ki yapmışım dediğim şeyler de var, aynı zamanda keşkelerim de... Engellemek istediğim başlangıçlarda. unutamadığım ama elbet bi gün unutacağım dostlarım var. Hayatımdan seneler , aylar çalan insan da var... Hafızamdan silmek istediğim görüntüler var, silemediğim sözler var, duymamış olmayı dilediğim ama duyduğum, kiminin gözüne sokmak istediğim gerçekler...

Görüntülenme 2,567
Yayın 31 Temmuz 2015
güncellendi

"Melek peygamber? Yeryüzünde değil gökyüzünde yaşayan, dolayısıyla iz bırakmayan, iz bırakmadığı için de izlenmeyen, hayattan yüceltme bahanesiyle dışlanmış,dolayısıyla hayata taşınması mümkün olamayan, bir masal kuşu gibi " Kaf dağına "  mesken tutan, hayatın içinde ve hayata müdahil olmayan bir peygamber istiyorlardı.
Asi toplumların ileri sürdüğü bahanelerden biridir " Melek peygamber " isteği. Mekke müşrikleri Hz.Muhammed'in getirdiği mesajların içeriğine bir bahane bulmakta zorlandıklarında " Allah, bir insanı mı elçi gönderdi ? " gerekçesine sığınmışlardı. Bu aslında kaçamak yapmaktı. Bununla kendilerine gönderilenin bir melek olması durumunda vahye kulak vereceklerini ima ediyor görünselerde aslında insanla meleğin farklı varlık kategorilerine ait olduğunu bilmiyor değillerdi. Asıl sıkıntıları, gelen mesajın aralarında yaşayan bir " insan peygamber " tarafından hayata dönüştürülebilir olmasıydı.  Eğer melek olsaydı iş kolaydı. Çünkü meleğin örnekliği söz konusu olmazdı. Mekke müşrik toplumunun melek peygamber istemesi, vahyi hayattan dışlamanın bahanesiydi. Kuran onların taleplerinin yerine getirilmesi durumunda yine inanmayacaklarını söylüyordu.     Aynı hareketi başka kadim kavimlerde sergiliyordu mesela Eyke ahalisi de Şuayb'ın mesajına muhalefet sergilerken " Sen de bizim gibi bir insansın " ( 26-154, Quran) Ad ve Semud kavmide " .... Eğer Allah ( bize bir mesaj gönderseydi ), herhalükarda melek gönderirdi " ( 41.14, Quran) diyorlardı." (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed)

Görüntülenme 2,410
Yayın 01 Ağustos 2015
güncellendi

"Pavlus , Bir islam peygamberi olan " Allah’ın kulu ve elçisi " isayı öldürüp onun yerine düzmece bir " Tanrı isayı " kurgulayan kişidir. İşte pavlusun kendi ağzından " çünkü ben resullerin en küçüğüyüm ben ki resul çağırılmaya layik değilim, çünkü Allah’ın kilisesine eza ettim " (Pavlustan Kosintoslulara I 15:9 )

Pavlus , Hz isanın şahsını aşırı yüceltmeye ve insanüstüleştirmeye tabi tutarak kendi pagan din tasavvurunu meşrulaştırma aracı olarak kullanıyordu. Sonuçta pavlus putperest Roma tasavvurunu tüm unsurlarını taşıyan bir kilise kurarak , Hz isayı oraya hapsetti. Pavlus kim? Helenleşmiş , Anadolulu bir Museviydi. Asıl adı Saul idi. Grekçe biliyordu ve helenist kültür içinde yetişmişti. Pavlus katı bir Roma yahudisi iken Hz isanın ilk müminlerine yaptığı fiziki işkenceden fazlasını , Hz isanın  manevi varlığına , misyonuna ve hatırasına yaptı. Peki hristiyanlığa neler ekledi ?

İlk günah teorisi , Pavlus Hristiyanlığının insan anlayışınıda ele vermektedir. Söz konusu insan daha anasının karnındayken günahkar olan insandır.  Bu tez , oğula babasının suçunu yüklemek gibi bir  zülmü meşrulaştırırken , aynı mantığın bir uzantısı olarak isanın başkalarını günahlarından arındırmak için kendini feda ettiği gibi mitolojik bir  tezin doğmasına sebep olacaktır. Kuran’a göre insan doğuştan günahkar değil, doğuştan sorumluluk sahibidir. Pavlusa göre Adem ve Havva , Tanrının huzurundan işledikleri bir günah nedeniyle değil üremeyi öğrendikleri için kovulmuşlardır.Ona göre Adem ve Havva cinsi birleşme yaparak günahkar olmuşlar ve bu yüzden tüm insanlar doğarken eşit günahla doğuyorlardı. Aslında pavlus temiz kabul edilen isa’nın çarmıha gerilmesine bir kılıf aramış ve bulmuştu. İsa insanların bu günahları için çarmıha gerilmişti.
Acı ve ızdırap çekmek pavlus hristiyanlığında bir amentü şartıydı. Bu korkunç öğreti zulme dinsel kılıf geçirmekten başka bir şey değildi. Çünkü acı çekmek insanı masum kılmanın kaçınılmaz ve mutlak yoluysa hristiyan olmayan yada sapık olduğu düşünülen birine acı çektirmek ona iyilik etmekti. Bu öğreti sonunda en iğrenç canavarlıkları dahi din kisvesi altında meşrulaştırdı. Ünlü engizsyon mahkemelerinin verdiği insan yakma cezaları her türlü işkence ve cinayeti yapan klise tarafından bir " Arınma " ve " Saflaştırma " olarak adlandırılıyordu.

Nasturiler eliyle " İnsan isa’ya inanan  "   3.Münzir ile ilgili bir hikaye çok ünlüdür. Kendisini teslisçi yapmaya çalışan bir grup papaz, münziri birgün üzgün halde bulur. Üzüntüsü sorulunca " Melek Mikailin vefatını öğrendim " der. Papazlar " O melektir hiç ölür mü ? " derler.  O taşı gediğine koyar " Ya sizin beni Tanrının öldüğüne ikna etmeye çalışmanıza ne demeli ?  "  (Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed)


Sonuç olarak Pavlusyen Hristiyanlık yani günümüz Hristiyanlığı ateizmi doğuracaktı. Ateizm’in Arap dilindeki  etimolojik anlamı " Batıldan dönmek, yığınların gittiği yana gitmemektir " Nihayetinde klisenin sunduğu tanrı isa modeline karşı gelip Homo homini devs est  ( İnsan insanın Tanrısıdır ) dediler. İsa’dan sonra 325 yılında Nikiai (İznik) de toplanan Konsil’ün kararıyla incillere klise tarafından resmi olarak yeni ahid adı verildi. Henüz 3. Yüzyılda yaklaşık 4600 farklı elyazması incilin varlığıda esas alındığında konsil  4 adet incili rehber alıp diğer tüm incilleri yakma kararı aldı. Seçilen inciller de " Tanrı İsa " modelini kabul eden inciller oldu.

Görüntülenme 4,108
Yayın 01 Ağustos 2015
güncellendi

"Kalem sahiplerine düşen ilk vazife: telaş etmemek, öfkelenmemek, kin kışkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düşünmeye, sevmeye alıştırmak. Bir kılıcın kazandığı zaferi, başka bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mal olur, tarihe, yani ebediyete" ( Kırk Ambar, Cemil Meriç)

          Yazarlarımız, aydınlarımız gerçek görevlerini toplumun diğer bölümü gibi unutmuş görünüyor. Bilinçsiz yığınların hoşlanmadığı bir olay karşısında şiddete başvurması gayet doğaldır. Bilinci ve bilgisi dahilinde olaya bakar duyguları eğitimsiz olduğu için hemen öfkelenir, kin duyar, anlamaya çalışmaz. Serseri bir bilince sahiptir. Lakin aydın ve yazar öyle mi ? Onların bilinci daha açıktır, şuurları sürekli tetiktedir, duygularını ifade ve kontrol de bizden daha yetkindirler. Yada olması gereken bu ve ben hayalimdeki aydını sunuyorum sizlere. Toplumda kin olduğunda aydın açıklamaları ile toplumu teskin etmeli, öfkeyi yatıştırmalı. Toplumu olgun , anlayışlı kılmaya çalışmalı ömrü boyunca. Bunu da toplumun bilgi seviyesini arttırmaya çalışarak yapmalı. Bilgi arttıkça bilinç de artacaktır. Tabi ki bilgili olmak her zaman bilinçli olmayı sağlamıyor fakat bilince giden başka bir yol da yok. Ama bizim aydınlarımız'ın kalemi de serseri bir bilince sahip. O da kin yağdırıyor kalemle. Öfke saçıyor yığınlara. Kendisi gibi düşünmeyen aydınları da ezip geçiyor, halkı da. Görevi düşünmek ve düşündürmek, sevmek ve sevdirmek, okumak ve okutmak olan aydınlarımız görevlerini unutmuş , kin kışkırtıcısı olmuş
   
 

Görüntülenme 1,652
Yayın 04 Ağustos 2015
güncellendi

"Batının kalkındığı şartlarda kalkınmak yüzkızartıcı bir suçtur. Sanayi devrimin temelinde  Afrika sahillerinden zorla alınarak köleleştirilen milyonlarca mazlum  siyahın kan , gözyaşı ve alınteri vardır. Batılı insan tacirlerinin Afrikadan gemilerle zenci taşırken yalnızca yolda telef olan insan sayısının 19 milyon olduğunu söylersem " ilerleme ve kalkınma " adı verilen vandalizmin , aslında Batı dışındaki dünya için geriye doğru ilerleme anlamına geldiğini. Dahası da var; Her bir siyahi esiri yakalamak için yaklaşık 10 kişi öldürülüyordu.

Tarihin en kanlı liderlerinden biri olan Timur ısfahan’ı  ele geçirdiğinde vahşi bir rekora imza atmak için 70.000 insan kellesinden bir piramit inşa ettirmişti. Modern çağın gelişmiş teknolojisi ise Timurun haftalar süren bu katliamından kat kat fazlasını ( 150.000 ölü 200.000 yaralı ) Hiroşima ve nagazaki de bir dakikaya sığdıracak mahareti göstermiştir. İşte bu batının ilerleme mantığıydı.
Kristof Kolomb’un ardından 1519 ‘da Hernan Cortḕs adındaki bir ispanyol serüvencisi  Güney Amerikaya bir deniz seferi düzenler o tarihte bugünkü Meksika topraklarında Aztek imparatorluğunun sahibi olan aztekler yaşamaktaydı. İşin ilginci bir aztek efsanesine göre selefleri  toltek uygarlığının 300 yıl önce ölen rahip-kralı Quetzalcoatl yeniden dirilip 1519 da deniz yoluyla " Kurtarıcı " olarak gelecektir. Bu hurafe de yer alan kurtarıcı tipini Hernan Cortḕs  adıyla uymaktadır. Aztekler, hurafe itikatının etkisiyle Cortḕs büyük bir coşkuyla karşılarlar. Kral II Montezuma (1502- 1520) Cortḕsi el üstünde tutar ve ona her türlü ikramı yapar. Cortḕs bu fırsatı ganimet bilerek kralı esir alır ve imparatorluk hazinesini yağmalar. Kendisine ve arkadaşlarına kucak açan bu insanlara karşı bir soykırıma  girişir. Bugünkü  meksikonun yerinde bulunan başkent  "  Tenoshtitlon  " da korkunç bir katliam gerçekleştirir. Koca Aztek uygarlığı , bir Avuç Avrupalı serüvenci eliyle yok olur.   
Bu katliamdan bir müddet sonra ispanyol subayı " Fransisco Pizarro " inka imparatorluğuna saldırdı. İmparatorluğun içine düştüğü hanedan kavgasından yararlanarak " Kral Atahulpayı " esir aldı. Halkın canını bağışlama karşılığında imparatorluk hazinesini istedi. Hazineyi elde edince sözünü tutmayıp tüm halkı kılıçtan geçirdi.

Batılılar aynı soygun ve katliamları Afrika sahillerinde ve hind okyanusu kıyılarında da gerçekleştirdiler. " Vasco de Gamma " hindistan sahilindeki Kalikut limanı ele geçirince hint ticaret filosuna ait gemilerdeki  800 tayfayı önce öldürmüş ardından el ve ayaklarını kesmiş , paramparça edilmiş cesetleri bir mektupla birlikte Kalikut kralına hediye olarak yollamıştı.
Portekizli " Kaşifler ", katliam ve soygunda ispanyollardan hiç de geri kalmıyorlardı. İspanyollar Amerika yerlilerinin kökünü kurutup topraklarını yağmalarken Portekizlilerde hind kıyılarında yaşayan yerlileri kılıçtan geçirip ülkelerini yağmalıyorlardı. Portekizli kaşifler hind okyanusunda yer alan " bete adasını " kuşatınca ada halkı anlaşarak teslim olmayı kabul etti. Anlaşmaya uymayan Portekiz liler ada halkını tümden esir alıp müslümanlara karşı savaşmalarını istediler. Bete emiri teklifi reddetti. Bunun üzerine  Portekizli kaşifler bu masum sivil halkı tutuşdurdukları ateşte son ferdine kadar yaktılar.

Avrupa uygarlığının Afrika insanının kanı üzerinde yükseldiğini söyleyenler haksız değil. Çünkü Afrikadan taşınan köle sayısı bir hesaba 150 milyona yaklaşmaktadır. Yalnızca 1. Dünya savaşında fransanın cephelerinde Afrikadaki sömürgelerden getirilerek ölüme sürülen insan sayısı  845.000 dir." ( Mustafa İslamoğlu )


Yazarın dediği gibi batı geçmişte kan ve gözyaşı üzerine yükseldi. Bugün durum daha farklı değil ırak, filistin, suriye, afganistan, libya, türkiye, diğer arap ülkeleri  vs… nice ülkenin kanıyla beslenmeye devam ediyorlar. Batının ilerlemesini sağlayan yakıt doğu ülkeleri ve huzura bir türlü kavuşamayan doğu toplumlarıdır. Ortadoğu, Asya ve Afrikanın emekleriyle batı hala ilerlemektedir.

yukarı çık butonu